Hocaefendi’nin kardeşi Salih Gülen'in vefatı üzerine...
Prof. Dr. Yunus Serin / samanyoluhaber.com
Salih Ağabey'in vefatını duydum. Gaybubette, mağduriyette, mazlumiyette, doktorsuz, ilaçsız, maddi imkansızlıklar içinde acı çekerek ruhunun ufkuna yürümesine çok üzüldüm. Başımız sağ olsun.
Salih Ağabey'i 47 yıl önce Erzurum’da tanımıştım. Onunla ilgili 3 hatıramı anlatmak istiyorum.
1. Kansere yakalandığı yıllarda doktorlar kan kanserine tutulduğunu ve en fazla 2 ay yaşayacağını belirtiyorlardı. O günlerde Hocaefendi ile beraber olduğum bir günde, Bana; Yunus Bey “Salih Efendi'nin kanseri konusunda ne düşünüyorsun?” demişti.
Ben de “Hocam bana kanseri atlatacak gibi geliyor.” demiştim.
Hocaefendi de, “Ben de aynı kanaatteyim, inşaallah atlatır.” demişti. İfadeleri dua yerine geçti ve şu ana kadar da yaklaşık 25 yıl yaşadı.
2. Benim de bulunduğum bir ortamda; Salih Ağabey, Hocaefendi’ye, "Bir rüya gördüm, anlatabilir miyim?" dedi.
Hocaefendi de; “Hayırdır inşaallah, anlat." dedi.
Salih Ağabey; “Hocam rüyamda ölmüşüm ve beni bir heyet hesaba çekti. O heyet “bu amelle Cenneti kazanamaz, ne yapalım?” dediler.
Biri, ’’Biraz daha mühlet verelim, ama daha sonra hazırlıklı gelsin.” dedi.
Salih Ağabey, Hocaefendi’ye; “Hocam, ben nasıl hazırlanabilirim?” diye sordu.
Hocaefendi de; “Allah, seni kısa zamanda öldürmeyecek, biraz daha ömür verecek, fakat bu dönemde Hizmet'te yapılması gerekirken yapılmayan hususlar da dâhil Hizmet'in sancı ve sıkıntısını çek.” dedi.
Salih Ağabeyi, Erzurum’da mütevelli toplantılarında hep sancılı, sıkıntılı görürdüm ve, "Şu işi şöyle yapsak, bu işi böyle yapsak, bu işe neden gereken hassasiyet gösterilmedi." diyerek sancı ve sıkıntı çekerdi.
Erzurum’un 19 ilçesinden 5’inde yurdumuz var. Hınıs büyük bir ilçe, orada da bir yurt açsak, karda kışta köylerden okula gelemeyen o çocuklara da sahip çıksak demişti ve Hınıs’a yurt açılmıştı.
3. Bir Cuma günü Kayseri’den sılayı rahim için Niğde’ye gitmiştim. İki gün kalacaktım. Niğde’ye geldikten 2 saat sonra beni tekrar Kayseri’ye çağırdılar. ABD’den 3 milyon sünni Müslüman cemaatin imamı Safir ve 18 eyalet imamı Türkiye’ye gelmişler ve İstanbul, İzmir, Bursa ve Ankara’daki Hizmet müesseselerini gezmişler.
Daha sonra da Hocaefendi’nin Hizmete başladığı yıllarda ailesini ve kendisini tanıyan biriyle görüşmek istemişler. "Erzurum’a gidin." demişler. "Yarın ABD’ye dönüş uçağımız var bu gece birini bulun." demişler. Arkadaşların aklına Erzurum’da 40 yıl kaldığım için de ben gelmişim.
Kayseri’ye döndüm. Onların bulunduğu eve gittim. İkisi beyaz 19’u aşırı esmer erkek ve kadınla buluştum.
"Sizinle 30 dakika görüşüp bazı sorular soracağız." dediler, fakat görüşme tam 2,5 saat sürdü.
"Bana kendinizi tanıtır mısınız?" dediler.
“1967 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi'ni kazandım. Mezun olunca akademik hayata başladım, 40 yıl kaldıktan sonra 2006 yılında 16 yıllık profesör olarak Erzurum’dan ayrıldım ve şimdi Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi'nde çalışmaktayım. Yılda 1-2 kere yine Erzurum’a giderim.” dedim.
“Hocaefendi’nin ailesini tanıyor musunuz ve tanıyorsanız ne zaman tanımıştınız?” dediler.
Ben de; “1972 yılında tanımıştım.” dedim.
Bize Aile fertlerini isimleri ve meslekleri ile birlikte tanıtır mısın? dediler.
Hocaefendi’nin ailesinin 1972 yılındaki durumu:
Annesi: Refia (Ev Hanımı),
Babası: Ramiz Hoca (Köylerde imamlık yapmış, Erzurum’da Ulu Camii'nin karşısında sobalı bir evde oturuyor.)
Ablası: Nurhayat Hanım (Ev Hanımı, Kocası Atatürk Üniversitesi'nde kalorifer dairesinde işçi olarak çalışıyor.)
Kardeşi: Seyfullah/Sıbğatullah (Atatürk Üniversitesi'nde şoför olarak çalışıyor.)
Kardeşi: Mesih (ortak oldukları Okur Pazarı matbaasında matbaa işçisi olarak çalışıyor.)
Kardeşi: Hasbi/Nidai (Atatürk Üniversitesi torna atölyesinde usta olarak çalışıyor.)
Kardeşi: Salih (ortak oldukları Okur Pazarı matbaasında matbaa işçisi olarak çalışıyor.)
Kız Kardeşi: Fazilet Hanım (Ev Hanımı, ticaret erbabı olan Ali Korucuku ile evli.)
Kardeşi: Kutbettin (evin en küçük çocuğu.)
"Şu anda aileyi tanıyor musunuz, ilişkileriniz devam ediyor mu ve ne iş yapıyorlar?" sorusunu tevcih ettiklerinde ben de; “Tanıyorum, görüşmelerim ve telefonlaşmam devam ediyor.” dedim.
Hocaefendi’nin ailesinin 2010 yılındaki durumu:
Annesi: Refia (28 Haziran 1993’te İzmir’de vefat etti ve oraya defnedildi.)
Babası: Ramiz Hoca (20 Eylül 1974 yılında Erzurum’da akciğer kanserinden vefat etti ve Korucuk Köyüne defnedildi.)
Ablası: Nurhayat Hanım (Ev Hanımı, Kocası Atatürk Üniversitesi'nde kalorifer dairesinde işçisi olarak emekli oldu. Manisa Turgutlu ilçesinde yaşıyor.)
Kardeşi: Seyfullah/Sıbğatullah (Atatürk Üniversitesi'nde şoför olarak emekli oldu. Erzurum’a 9 km mesafedeki Dadaş Köy'de bir gecekondu da oturuyor.)
Kardeşi: Mesih (Hizmet'in İzmir ve İstanbul’daki matbaalarında usta olarak çalışıyor.)
Kardeşi: Hasbi/Nidai (Atatürk Üniversitesi'nden emekli olduktan sonra İzmir’e yerleşti. Ağır bir akciğer kanseri hastası.)
Kardeşi: Salih (İlik kanserine yakalandı ve şu anda matbaacılık yapıyor ve tedavi görüyor.)
Kız Kardeşi: Fazilet Hanım (Kocası Bağ-Kur emeklisi Ali Korucuk'un vefatından sonra İstanbul’da oğulları ile yaşıyor.)
Kardeşi: Kutbettin (Hizmet'in izmir’deki matbaasında işçi olarak çalışıyor.)
“Size bir soru daha soracağız. Hocaefendi’nin ailesini İlk tanıdığınız andaki yaşayışları ile şimdiki yaşayışları arasında fark var mı?” dediler.
Ben de; “fark var” dedim.
“Nasıl bir fark?” dediler.
Ben de; “Kardeşlerinin hepsi eskiden sobalı evlerde oturuyordu. Şimdi bazıları kaloriferli evlerde oturuyor.” dedim.
“Türk toplumunun çoğunluğu 50 yıl önce sobalı evde otururken, şimdi çoğunluk kaloriferli evde oturuyor. Bizim sizden istediğimiz husus ilk yıllarda toplumun hangi sosyal diliminde bulunuyorlardı ve şimdi hangi sosyal diliminde bulunuyorlar.” dediler.
Ben de; “İlk tanıdığımda hangi sosyal dilimde bulunuyorlarsa şimdi de aynı sosyal dilimde bulunuyorlar.” dedim.
“Türkiye’de küçük bir parti veya cemaatin liderinin kardeşleri ve çocukları çok zengin. Büyük bir Cemaatin Lideri olan Hocaefendi’nin kardeşleri zengin değil mi?” dediler.
Ben de; “Zengin değiller.” dedim.
“Bir kardeşi matbaacılık yapıyormuş o da zengin değil mi?” dediler. "Değil." dedim.
“Neden zengin değil?” dediler.
Salih Ağabeyin matbaasında kullandığı matbaa makineleri, Okur Pazarı ile ortaklıklarından kalan demode makineler. Yeni teknolojiye sahip makinesi olan bir matbaacının 1 TL’ye yaptığı işi, Salih Ağabey 1,5 TL’ye ancak yapabiliyor.”
Salih Ağabey Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa İllerinden birine göçmek ve orada matbaacılık yapmak için Hocaefendi’den izin istiyor.
Hocaefendi de oralarda zengin olur düşüncesiyle gitmesine müsaade etmiyor ve paltosunu veya kazağını göndererek “Erzurum soğuktur, bunları Salih Efendi giysin.” diyor.
Diğer bir husus da Hocaefendi kardeşlerinin zengin olmaması için onlara 5 vakit namazda dua ediyormuş. Ben bu durumu Salih Ağabeye sordum. Nükteyle bana 'Ah bir vakit unutsa köşeyi dönerim, fakat unutmuyor' demişti." dedim.
Çok güldüler ve, “Efendimiz (sas) ve çocukları da böyle fakirdiler. Demek ki Hocaefendi de O'nun izinden gidiyor. O zaman biz aradığımız kişiyi bulduk.” demişlerdi.
Resul-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurdular:
“Cenab-ı Hak kıyamet gününde terazileri koyar. Ardından namaz kılanlar getirilir ve ücretleri tartılarak kendilerine noksansız verilir.
Sonra zekât verenler getirilir ve onların da ücretleri tartılarak kendilerine eksiksiz verilir.
Nihayet bir belaya düçar olmuş kimseler getirilir de bunlar için ne terazi konur, ne divan kurulur, ne de defterler açılır. Bunlara ücret, sağanak yağmurları gibi bol bol verilir.” (Beyzavi, c. 2, 321)
Üstad, “En ziyade musibet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi ve en kâmilleridir.” demektedir.
Salih Ağabeyin bu davanın sancısını, sıkıntısını çeken; fakirlik içinde hayat süren biri olduğuna; Hocaefendi'nin ve Hizmet'in imkânlarından faydalanmadığına Allah adına şahitlik yaparım.
Makamın Cennet olsun, benim kıymetli hemşerim, dostum, dava arkadaşım ve Hocamızın kardeşi Salih Ağabey.
Prof. Dr. Yunus Serin tarafından samanyoluhaber.com için kaleme alınmıştır