İnsanlar, gayeleri ve niyetleriyle imtihan olur. Merhum Erbakan için siyaset sahnesine çıktığı 1969 yılından itibaren hep “Erbakan başbakan!” sloganları atıldı. Nihayet 1996 yılında Erbakan başbakanlık koltuğuna oturdu ve bir yıl başbakanlıkla imtihan oldu. AKP’nin “İslamcı” menşe’inde hedef olarak İslam adına devlet ve iktidar vardı; devleti ele geçirmekle İslam’ı, şeriatı hâkim kılacaktı ve AKP, 13 yıldır devlet ve iktidarda İslam ile imtihan oluyor.
Hizmet hareketi, bir “iman ve Kur’an hizmeti” olarak ortaya çıktı; iman ve Kur’an’a hizmet ederken, bunun bir bakıma tabiî neticesi olarak insanların iman ve ahiretlerinin kurtulmasını da hedef edindi. Dolayısıyla, onun her adımı, her tavrı, bütün düşüncesi, kurduğu her müessese, naşiri olduğu her medya organı, her kitap, her dergi, iman ve Kur’an yörüngeli; iman, Kur’an ve insanların iman ve ahiretlerinin kurtulması adına olmalıydı ve olmalıdır. Hizmet’in en önemli imtihanı budur.
Hizmet’in ikinci büyük imtihanı, söylemiyle aksiyonunun uyumu, yani sıddıkiyet temelli Tevhid imtihandır. Kişi, imanda terakki ettikçe Tevhid onun için daha zor hale gelir. Sıradan bir insan Cenab-ı Allah’ın mutlak birliğine, yegâne Yaratıcı, İlah ve Rab olduğuna iman etmek ve buna göre davranmakla Tevhid imtihanında muvaffak olabilir. Fakat iman hizmetini gaye edinmiş bir kişiden, bir cemaatten Kader/Meşîet-i İlahî-sebep, Kader/İlahî irade-insan iradesi münasebeti gibi teorik kabulün ötesinde hal ve tecrübe meselesi olan en hassas bir mevzuda çok dikkatli olması beklenir. Bir yandan sorumluluk dairesinin gereği olarak sebepleri ve insan iradesini teoride kabul etmek, netice adına bunları sonuna kadar kullanmak gerekirken, diğer taraftan, itikad dairesinin gereği olarak, neticeyi ve başarıyı mutlaka Allah’a, hata ve tökezlemeleri nefse vermek, başarılarda nefse asla pay çıkarmamak kesin bir zarurettir; bu, sadece teorik değil, bizzat yaşanması gereken bir zarurettir de. Bu zarurettir ki, Tevhid imtihanının bir diğer en önemli boyutu olarak, “Nûr-u Tevhid içinde sırr-ı Ehadiyet”i hem teorik, hem tecrübî olarak kavramayı ve yaşamayı da beraberinde getirir. Bir başka deyişle, meşru sebeplere riayet sorumluluğun gereği olmakla, bütün sebepler yerine getirildiğinde dahi dua dua yalvararak neticeyi Allah’tan beklemeyi; sebeplerin bütünüyle sükût ettiği, işlemez hale geldiği zamanlarda da katiyen ümitsizliğe düşmemeyi, tam tevekkülü, teslimi ve yine dua dua Allah’a yalvarmayı gerektirir. Yani, “Nûr-u Tevhid içinde sırr-ı Ehadiyet” imtihanı, Allah’a ve va’dine tam itimat, gönderdiği dine ve Resul’e şeksiz-şüphesiz iman imtihanıdır. Hizmet, bugün kanaat-i acizanemce, normal zamanlarda okuyup anlatılan bu Tevhid gerçeğiyle çetin bir imtihandan geçmektedir.
Hizmet’in bugün üçüncü çetin imtihanı, hizmet düsturlarının belki en başında yer alan ve yine normal zamanlarda teorik olarak okunup anlatılan, “vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma!” imtihanıdır. Bu, Allah ile bir pazarlığa girilemeyeceği, Allah kulunu denese de, kulun Hz. Allah’ı deneyemeyeceği gerçeğiyle imtihan olduğu gibi, yapılan hizmetlerin sadece Allah için olması, karşılığında Allah’ın rızası dışında cennet gibi bir mükâfatın bile beklenmemesi demek olan ihlas imtihanıdır da. Hizmet ederken, dünya, hatta ahiret adına dahi karşılık beklenmez; Allah kelimesinin yücelmesi elbette kalbin en derininden arzu edilse de, netice nasıl çıkarsa çıksın razı olunur. Önemli olan, meşru hedef iman ve Kur’an hizmeti yolunda hizmetin düsturlarından sapmamaktır.
Evet, Hizmet’in hem de her adımda özeleştirisi, Allah ile münasebetle birlikte bilhassa bu üç noktada olmalıdır; içinde bulunduğumuz sürecin sonunu tayin edecek en önemli üç faktörden birincisi de budur.