FİKRET KAPLAN - SAMANYOLUHABER.COM
‘Houston’da ameliyat olduğu zaman merhum Turgut Özal’ı ziyaret etmiştim; sarıldı, hıçkıra hıçkıra ağladı; “Ben bu Hizmet’in önemini ve insanlık için ne ifade ettiğini bu çevremdekilere anlatamıyorum!” dedi, gözyaşlarıyla dert yandı…’***
Fethullah Gülen Hocaefendi, 12 Eylül İhtilali’nden sonra ülkenin tekrar demokrasi ve güçlü ekonomi çizgisine oturması için çok önemli çabaları olan Turgut Özal’ı hayırla yad eder. Turgut Özal, darbeden sonra ülkenin başına geçmişti. Ülkenin önünü açması için Allah onu istihdam buyurmuştu adeta. Kaosun her tarafı kuşattığı bir dönemde bazı şeyleri yırtarak bir kısım olumlu şeyler yapmak suretiyle muhit hattında çok büyük iyiliklere vesile olmuştu.
"Engin bir imanı vardı Turgut Bey'in. Yaptığı her şeyi şuurlu yapardı, manevi değerlere sonuna kadar bağlıydı ve bizleri çok severdi. Son gezisinde hele içi içine sığmıyordu. Orta Asya'da okulları da ziyaret ettiği geziden döndükten sonra kardeşi Korkut Bey'e okulları kast ederek "Bu müthiş bir hadise Korkut!" demiş. Gördüklerini ve memnuniyetini anlatmış. Düşünün ki Turgut Bey geziden döndükten bir iki gün sonra vefat etti. İşte bu kısacık zaman diliminde memnuniyetini hemencecik ifade etmiş. Kardeşi Korkut Bey'in aktardığına göre "hocam görüştüğümüzde ilk anlattığı şey, okullardı" dedi. Ve gittiği her yerde "bu okulların kefili benim" demiş.’ sözleriyle Turgut Özal’ı ifade ediyor Hocaefendi:
‘Merhum Turgut Özal belki yirmi yere mektup yazdı, devletin zirvesindeki bir insan. Başbakan iken bunu yaptığı gibi, cumhurbaşkanıyken de bunu yaptı. Hatta son seyahatinde, geçende kendisine yakın olanlardan bir tanesi ifade etti, "Benim yanımda, bir devlet başkanına 'Ben bu işin kefiliyim' dedi." şeklinde konuştu. Şimdi devletin başındaki, zirvesindeki bir insan "Ben bu işin kefiliyim, ben bu işin arkasındayım, bir sorumluluğu varsa bu mesele bana râcîdir" diyorsa, o zaman devlet kim? Devlet ona sahip çıkıyor. Devlet kendisine alternatife mi sahip çıkıyor?’
Fethullah Gülen Hocaefendi, 12 Eylül’den sonraki bitmeyen kovalamacanın 12 Ocak 1986'da Burdur'da tutuklanma ve sorgulanmayla sona eren anılarını ve Merhum Turgut Özal'ın devreye girişini yaptığı bir sohbette şöyle anlatıyor:
"Bazen bir yerde bir saat kalma imkânını bile elde edemedim ben. Hep dolaştım durdum. Sefilleri televizyonda vermişlerdi, seyretmiş olanlar bilgilerini tazelemişlerdir. Sizi böyle bir cendereden kurtarmanın ne demek olduğunu unutamazsınız. Burdur'da derdest ettiler, Turgut Bey'e haber gidince -o zaman Başbakan- gece bakanlarını çağırıyor ve problemi çözmek için devreye giriyor. Şimdi ben Turgut Bey'in o iyiliğini unutamam. Gece ikide mi, bir de mi kendisine haber verilince hemen kabineyi çağırıyor, bakanlara "arkadaşlar, bugün ruznamemizin tek maddesi var, o da Fethullah Hoca tutuklanmış, bu meseleyi çözmemiz lazım" diyor.
Ben o sırada yirmi dört saat hep "lan" dinledim; "lan yalan söylüyorsun, komünistlerden daha kötüsün..." Böyle bir tazyik içinde yüzünüze tükürüyorlar, "ulan seni konuştururuz" diyorlar, "öldürmesini de biliriz" diyorlar. Orada yakalanan bir arkadaşımıza da demişler zaten tokatlarken, "onu gebertecektik fakat kalabalıktı onun için, başımıza iş açarız diye gebertmedik." demiş.
Böyle bir durumda ben Turgut Bey'in o günkü o centilmenliğini unutamam. Adamlar şaşırdılar, elleri ayakları dolaşmaya başladı. İfade alırken birisi içeriye girdi, "Bırakın, yahu başımıza dert alacağız!" dediler. Daha sonra İzmir'e getirdiler, İzmir emniyeti "Biz kabul etmiyoruz, biz aramıyoruz bunu." dedi. Yahu ne oldu hani arıyordunuz, siz altı senedir arıyordunuz. Her tarafa resmen resmimi astınız. Şimdi de "Aramıyoruz!" diyorlar. Burdur "Biz bu olaya sahip çıkmıyoruz!" diyor İzmir'e. Formül bulamıyorlar. Nihayet İzmir'de bir formül buldular. Bizim avukat Özkan Bey durumu anlattı. Bir kağıt imzalattılar ve bizi İzmir'den serbest bıraktılar. Beni emniyet arabalarıyla dışarıya çıkardılar. O gün o yolda İstanbul'a doğru geliyoruz taksiyle, inşirahımın sınırını anlayamazsınız. Şimdi bunların hepsini bir kenara atıp Özal'ın iyiliğini orada unutmamız mümkün değildir. İnsanı sevindiren şeyler, insana yardım meselesi bunlar.’ (Nuriye Akman, 23.01.1995; Reha Muhtar, 3 Temmuz 1995 TRT Ateş Hattı; Hulusi Turgut, 18.01.1998 Fethullah Gülen ve Okulları, Aksiyon 13.04.1996, Sayı 71, Bu Dünyadan Bir Özal Geçti …)
Özal, ülkenin gerçek sevdalısı samimi insanların gördüğü kötü muamelelerden daima rahatsızdı. Ona göre, insanlar Hocaefendi’yi ve Hizmet’i yeterince tanımadıklarından dolayı onu rejim düşmanı gibi görüyorlardı. Özal, bu konuda askerlerle görüşerek bazılarının Hocaefendi hakkındaki önyargılarını kırmaya çalışmıştı.
Turgut Özal, yurt dışındaki hizmetlerden çok memnundu. Hastane odasındaki ziyareti sırasında Hocaefendi’ye Orta Asya’da açılan Türk kolejlerini öve öve bitiremiyordu: “Orta Asya’daki bu okullara destek olmaları için Dışişleri bürokratlarına defalarca söyledim, ama bazıları bu işin önemini bir türlü anlamıyorlar!”
O basiretli bir insandı ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin insanlık adına büyük hizmetler yapacağını basiretiyle görüyordu. O yüzden Hocaefendi’ye olan güveni çok kuvvetliydi.
‘Houston’da ameliyat olduğu zaman merhum Turgut Özal’ı ziyaret etmiştim; sarıldı, hıçkıra hıçkıra ağladı; “Ben bu Hizmet’in önemini ve insanlık için ne ifade ettiğini bu çevremdekilere anlatamıyorum!” dedi, gözyaşlarıyla dert yandı… vefatından bir hafta on gün evvel arkadaşlara haber gönderdi; “Orta Asya’da Hizmet’e karşı değişik olumsuz şeyler var; ben oralara gidip teminat olayım!” dedi. Pek çok ülkeye uğradı ve gittiği her yerde ülke başkanlarına “Bu arkadaşlara ilişmeyin; ben bunlara kefilim!” dedi.’ (400. Nağme, 15 Aralık 2013’deki çay faslından)
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD’deki ameliyatından dokuz ay sonra, 1993 yılında Balkan ülkelerini kapsayan bir geziye çıktı. Balkan gezisi programında, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da yeni açılan Mehmet Akif Ersoy Koleji’ni ziyaret de vardı.
Altı günlük bu Balkan gezisinin ilk durağı olan Bulgaristan’a 15 Şubat 1993 günü gelen Özal, 17 Şubat günü Makedonya’ya geçti. Makedonya’nın Ohri şehrinde kendisine refakat edenlerle birlikte Osmanlı’dan kalma tarihi yerleri ziyaret etti. Bu bizim yurtdışındaki kültürel varlıklarımıza sahip çıkma ve yaşatma adına çok anlamlıydı ve büyük bir mesaj içeriyordu.
Makedonya’daki o günün akşamı, programı düzenleyen bürokratlar, onun çok yorulduğu gerekçesiyle bazı ziyaretlerle birlikte Arnavutluk’taki Mehmet Akif Ersoy Koleji ziyaretini de programdan çıkardılar. Kolejin sponsoru olan Gülistan Şirketi’nin temsilcisi programın değiştiğini öğrenince Ohri Gölü’nün kıyısındaki otelde misafir edilen Özal’ın odasına çıktı.
Özal, daha Ankara’dayken bu okulu ziyaret etme kararı almıştı. Dışişleri yetkilileri:
“Arnavutluk’un başkenti Tiran’a Airbus uçağının inmesi zor. Uçaktan inişinizi sağlayacak merdiven bile yok!” demelerine rağmen o, Arnavutluk’u programa dahil etmekte ısrarlıydı. Uçaktan indiği sırada, Türkiye’den getirilen ek bir parça malzemeyle uçağın kapısına yetişmeyen merdivene geçişi sağlanacaktı.
O dönemde Arnavutluk’ta Enver Hoca devrilmişti, komünist düzenden demokrasiye geçiliyordu. Osmanlı’ya nice devlet adamı yetiştirmiş bir ülke olan Arnavutluk’taki bu kolej, Özal’ın gezisinden bir ay önce açılmıştı. Normalde eğitim öğretim yılının ortasıydı. Ama birkaç ay gecikmeli de olsa, kolej faaliyete geçmişti. O yüzden Cumhurbaşkanı’nın yapacağı ziyaret okul için çok kıymetliydi. Bir anlamda Özal, okulun resmi açılışını yapmış olacaktı.
Kendisini karşılamak üzere havaalanında beklemek isteyen, ancak karşılama alanına alınmayacakları söylenen öğrenciler için de:
“Çocuklar havaalanındaki karşılama merasimine dahil edilsin!” talimatını verdi.
18 Şubat günü Arnavutluk’un başkenti Tiran’da, havaalanına inen Özal, Arnavutluk Cumhurbaşkanı Sali Berişa’yla birlikte Mehmet Akif Ersoy Koleji’nin yeni 120 Arnavut öğrencisi tarafından çiçeklerle karşılandı.
Özal, uzun olan protokol karşılama turunu yarım bırakıp öğrencilere yöneldi. Öğrencilerle konuşan Özal, yanındaki Arnavut eğitim bakanına dönerek:
“Bu okulun açılmasını sağlamakla çok iyi ettiniz. Böyle bir karar verdiğinizden dolayı mahcup olmayacaksınız. Okula ismi verilen Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızın yazarıdır ve Arnavut asıllıdır.” dedi. Okulun bahçesinde, Arnavut öğrencilerden Arnavut Milli Marşı ile İstiklal Marşı’nı dinledi.
Dört katlı okulun sınıflarını gezen Özal’ı, üçüncü kattaki yemekhanede aşçı önlüğü giymiş bir bayan:
“Sayın Cumhurbaşkanım hoş geldiniz!” sözleriyle karşıladı.
Bu bayanın düzgün Türkçesi karşısında şaşıran Özal:
“Siz Türkçeyi çok iyi konuşuyorsunuz!” deyince, Hanımefendi:
“Ben okul müdürünün eşiyim. Aşçı bulamamışlar; 20 gündür bu çocuklara yemek yapıyorum efendim.” cevabını aldı.
Bunun üzerine yanındakilere dönerek:
“İşte fedakârlık bu!” dedi ve bir Türk eğitimcinin eşinin bu davranışının Arnavut devlet adamlarına tercüme edilerek anlatılmasını istedi. Başta Arnavut eğitim bakanı olmak üzere Arnavut yetkililer olayı öğrenince oldukça şaşırdılar.
“Devletin yapamadığını bu okullar yapıyor. Bunların kıymetini on sene sonra göreceksiniz. Bunlar ticaret işlerinden daha az önemli değil. Dışişleri mensupları ve büyükelçilerin bu okullara iyi sahip çıkması lazım!” diyordu ısrarla… Kolejin özel defterini imzalarken yazdığı cümlelerden biri şöyleydi:
“İstiklal Marşımızın öğrenciler tarafından söylenmesi hepimizi duygulandırdı.”
Mehmet Akif Ersoy Koleji’nin ilk mezunları olan 120 öğrencinin yaklaşık yarısı Türk üniversitelerini tercih ederek Türkiye’ye geldi. Bu okulu daha sonra onlarca kolej ve görkemli bir üniversite takip edecekti.
Dünyanın her tarafına yayılan bu okullar Türkiye'ye her alanda sempati ve ilgi kazandırdı. Hem halklar nezdinde hem diplomatik seviyede… hem de ekonomi ve iş dünyası çevrelerinde ülkemize yoğun bir ilgi ve alaka uyanmasına vesile oldu. Türkiye'yi diğer ülkeler arasında bir adım öne çıkardı. Bu sevgi okullarının gelecekte hem Türkiye'ye hem de dünyaya daha büyük katkılarının olacağı muhakkaktı...
Öyle de oldu… Yeryüzü, bir baştan diğer başa, Özal’ın bahsettiği o yiğitlerin saçtıkları tohumlarla yeni bir bahara uyanıyordu. Asya'dan Amerika'ya, oradan da Afrika'ya.. ailesini, evini-barkını bırakıp giden her fidan, gittiği her yerde çorak arazileri yeşertmeye başlamıştı bile. Bu yaşatma aşkı bütün dünyada kardeşlik, sevgi ve hoşgörü meltemleri halinde hissedilir olmuştu. Bahçıvan ve ilham verdiği fidanların fedakârlıkları dilden dile, gönülden gönüle hep dolaşıyordu...
Ruhun şad olsun Turgut Özal… Unutulmadın ve unutulmayacaksın… Daima bir yad-ı cemil olarak kalacaksın dillerde…