NUMAN YILMAZ YİĞİT
Fethullah Gülen Hocaefendiyi Çağlayan Dergisi’nin mizanpajında görmek bana ve tüm sevenlerine bir kere daha Allah’a hamdetmeye vesile oldu. Elhamdülillah hocamız kesb-i sıhhat etmiş ve onca yaşına, hastalıklardan kaynaklanan yorgunluğuna rağmen hizmetlerine, misafirleriyle ilgilenmeye, çevresindekileri ümitlendirmeye, tavsiye ve nasihatlarına, rehberliğe devam ediyor. Erhamürrahimin’den diler, dua ederiz, sağlık sıhhat ve afiyet içinde nice uzun ömürler lütfetsin kendisine.
Hocaefendi yıllardır bir “dersane-ışık ev” talebesi hükmünde hizmet arkadaşlarıyla aynı çatı altında yaşamaktadır. Onun şahsi bir hayatı olduğu söylenemez. Hayatı hizmetle ve beraber yürüdüğü hizmet arkadaşları ile adeta bütünleşmiştir. Yıllardır binlerce insana kendini yakından tanıma fırsatı veren Hocaefendi bu yönüyle kamuoyundaki en şeffaf en çok tanınan, bilinen insanlardan biridir. Bu klasik cümleyi söylemeye beni mecbur bırakan şey, son yedi-sekiz yıldır Hocaefendi ve Hizmet Hareketi’nin etrafında koparılan fırtına ile onun tavsiye ve teşvikleriyle şekillenen Hizmet Hareketi’nin ademe mahkum edilmeye çalışılması çabasına karşı, bir şeyler söyleme ihtiyacı duymamdır.
AKP ve teşkilatları, tarikat ve cemaatleri tesirleri altına alarak, dini duygu düşünceye karşı olduğu bilinen çevrelerle elele, yıllardan beri medya ve devlet gücünü kullanarak Hocaefendi ve Hizmet Hareketi aleyhine kara bir kampanya yürütmekteler. Toplumda ona ve hizmet hareketine olan güveni sarsmaya çalışmaktalar. Bunda kısmen de olsa bazı kesimler üzerinde başarılı oldukları söylenebilir.
Aslında bu yapılan karalama çabası tam da “bindiği dalı kesmek” manasına geliyor. Türkiye’de dine hizmet eden/etmek isteyen, samimi gayr-i samimi, binlerce hoca, din adamı, alim vardır. Allah ihlaslı sa’ylerini meşkur etsin fakat eğer mesele hakkı tutup kaldırmaksa, bu konuda Hocaefendi’nin vesile olduğu hizmetleri görmemezlikten gelmek ancak gündüzün ortasında gözünü kapayıp kendine gece yapmak gibi bir şeye benzer.
Hocaefendi ve Hizmet Hareketi aslında Anadolu insanının yıllardır özlemini çektiği bir neslin yetişmesine vesile oldu. O’na ve onun rehberliğine güvenenler adeta sıfırdan başlayarak, kendi imkanları ile on beş-yirmi senede yepyeni bir nesil yetiştirdiler. Bu nesil ülkesini ve milletini seven, onun değerlerine saygılı, kalbi imanla, kafası da bilimle aydınlanmış, kendinden daha çok insanlığı ve onun maddi manevi problemlerini çözmeyi düşünen, fedakar, kendini bu işe adamış, bu yolla da Allah’ın rızasını kazanmayı gaye edinen bir nesildi. Yaşadığı çağı çok iyi anlamış ve ona ayak uydurabilen, modern dünyanın nimetlerinden istifade eden fakat diğer taraftanda kendi öz kültürünü koruyabilen, herkese karşı sevgi ve saygılı, faydalı ve yararlı işler peşinde koşturan, adeta iyilik ve hayra kilitlenmiş bir nesil ortaya çıkmıştı Allah’ın inayeti ile.(1)
Yetişen bu nesiller sosyal hayatın her alanında ülke ve insanına hizmete başlayınca, kanda vücuda yayılan bir oksijen gibi, bu, ülke ve toplum için, her alanda yeniden bir can, kan olmuştu. Yakın geçmişte toplumda yaşanan sosyo-ekonomik, siyasi, insani, hukuki, ahlaki olumsuzluklar düşünüldüğünde, bu olumsuzlukların, yetişen bu nesiller sayesinde ya azalmış veya gizlenmek zorunda kalmıştı. O dönemler yani takriben 2000-2008’li yıllar Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine ramak kaldığı zamanlardı. Tam bir derlenme toparlanma dönemiydi denilebilir. O zamanlar Türkiye gelişmiş ülkeler tarafından İslam dünyasına “Model ülke” olarak gösterilecek bir noktada bulunuyordu.
Devlet erkinin halkına, onların dini, hukuki, insani haklarına tepeden, küçümseyici bakışının yerini, ona saygı ve hizmet etme anlayışı almıştı. İlk defa insanımız polisten, jandarmadan, kaymakam ve validen yakınlık görmüştü. Kendi insanlığının farkına varmıştı. Toplumda bir kaynaşma, bütünleşme, sevgi saygı atmosferi oluşmuştu. Farklı dil, din, mezhep ve anlayıştaki insanlar bu nesillerin oluşturduğu atmosfer sayesinde ilk defa kavga etmeden birbirlerine hürmet ve saygı içinde biraraya geldiler.
Alevi-Sünni ile camide, cemevinde buluşabildi. Solcu, sosyal demokratlar Müslümanlarla aynı sofralarda yemekler yedi, sohbetler edebildi. Türk-Kürt meselesi Güneydoğu’da açılan okul, dersane ve eğitim yuvalarından yetişen nesiller sayesinde neredeyse kökünden çözülme noktasına geldi. Yolsuzluk, rüşvet, ihalelerde komisyon alma, uyuşturucu trafikleri, gibi olumsuzluklar için alan daraldı da daraldı. Rahat hareket edemez hale geldiler.
İnançlı kesim ;cami cemaati, safları arasında ilk defa bu dönemlerde vali, kaymakam, polis, savcı, hakim, doktor, öğretmeni namaz kılarken gördü. Tarikat ve cemaatler daha düne kadar derin devlet tarafından “irtica” ile suçlanarak toplumdan izole edilmeye çalışılırlarken, ilk defa bu dönemde rahat ettiler. Onlarda bu nesillerin oluşturduğu “İnanç ve Fikir Özgürlüğü” ortamında gelişti, serpildi ve bu günlere ulaştılar. İmam Hatip Liseleri, Kuran kursları 28 Şubat sürecinde kapanma noktasına gelmişken, Diyanet camiasının yüzüne bakılmazken devlet dairelerinde vazifesini yapan bu isimsiz inançlı nesillerin vesayetinde varlıklarını bugünlere taşıdılar. O zamanlar Nakşibendi, Kadiri, Cerrahi ve emsali tarikatların, Süleyman Efendi ve Nur Talebelerinin hatta AKP'nin ülkeye hizmet adına yetiştirdikleri kayda değer bir insan olmadığına göre, bütün bunlar, sebepler planında kimin sayesinde oldu acaba?
Hizmet Hareketi’ne iftiralar atan AKP teşkilatları, tarikatlar, cemaatler ve SADAT gibi örgütler hukuksuz bir şekilde liyakatları olmadıkları kadrolara atamalar yapmıyorlar mı? AKP’nin bugün bu konuda yaptıklarını hukuka ve liyakata uygun bir şekilde yapan Hizmet Hareketini takdir etmek yerine, haset ve kıskançlık zaaflarıyla hareket ederek tenkit etmek, kraldan daha kralcı davranmak ne büyük bir utanmazlıktır. Sanki geçmişte bu ülkede gerçek vatan evladı dışında ne kadar faklı akım varsa onlar hiç kadrolaşmamış gibi düşünmek ne kadar büyük bir aymazlıktır. Kaldı ki her vatandaşın görüşü, inancı ne olursa olsun kanunlar çerçevesinde görev yapmak kaydıyla devlet kadrolarında görev alması son derece normal ve anayasal bir haktır. Bugün bu “yetişmiş nesli” derin devletin ağzıyla “Sızdılar” olarak ifade eden cemaatleri ve Nur talebelerini Allah’a havale etmekten başka çare yok.
Gerçekten inanmış, faziletli, kabiliyetli vazife şuuru yerinde, doğru ve çalışkan, vatanını ve milletini hakiki manada seven, kanunlara bağlı ve fedakarca milletine hizmet eden bu iyilik/kahramanları kötüleri ve kötülerle düşüp kalkanları ve bazı hasid dostları fena halde rahatsız etti. Uzun ve planlı bir çalışma ile 15 Temmuz fitnesini tutuşturan AKP ve işbirlikçileri bu darbe senaryosu ile, fırtınalı, tozlu dumanlı bir ortamda, karambole getirerek, hukuku ve ahlakı, insanlık ve vicdanı askıya alarak pek çok kul hakkının yanında büyük bir “ictimai günah” işlemişlerdir.
Şu anda Hocaefendi ve Hizmet Hareketi toplumdan tecrit edildi. Yedi-sekiz yıldır ülkenin sosyo-ekonumik, iç-dış siyasal, dini ve fikri noktalarda geldiği nokta ortadadır. Bu sevinilecek bir durum değildir. Milletimiz buna layık olamaz. Türkiye’de Hocaefendi ve Hizmet Hareketi’ne yapılan komplo ile sosyal, dini hayat adına büyük bir boşluk oluşmuştur. AKP’nin Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi aleyhine yönelik yaptığı yalan ve kara propagandaya aldanan insanımıza üzülmemek elde değildir. Bilhassa yirmili yaşlardaki gençlerimizin İslam tarihinin bu çağdaki en önemli temsilci ve medar-ı iftiharınlarından Hocaefendi ve Hizmet insanlarını geç de olsa bir gün mutlaka objektif bir şekilde tanıyacaklarına olan ümidimiz güçlüdür.
(1) Bu tarif, 15 Temmuz darbe fitnesini “hizmet kadroları” yaptı yalanına inananlar için anlamsızdır, fakat Allah ve samimi müminler şahidttir ki gerçek böyledir