Hüseyin Odabaşı | samanyoluhaber.com
Hikmetli İnisiyatif
Allah hakîm(isim) olduğundan her işinde bir hikmeti(sıfat) vardır. Ve kulları olarak bizler de Allah'ın bütün eşya ve kâinata bir örtü diye attığı hakîm ismine uygun hareket etmemiz gerekir. Hikmetin karşıtı, zıddı abes fiil işlemektir, batıldır, mâlayanidir. Allah tüm bu sıfatlardan ise münezzehtir.
Hikmetle müdahale için bazen hızlı hareket etmemiz, bazı durumlarda ise hadiselerin belli bir seviyeye gelmesi için zihinlerde demlenmeye bırakmamız gerekebilir. Bu durumda acele etmek olmaz. Aslında Efendimiz(sav) döneminde iki durum için güzel örnekler vardır.
Peygamberimiz(sav) Huneyn (630) savaşının sonrasında iman noktasında şüphe taşıyan bazı Mekkelilerin kalbi yumuşasın diye ganimet mallarından fazlaca verince Medineli Ensar'da bu durum rahatsızlık oluşturdu: “Akrabalarını buldu onlara dağıtıyor, bizi unuttu” türünden memnuniyetsizliklerini ifadeye başladılar. Bu duruma engel olmak içi Peygamberimiz(sav) hızlı hareket etti ve sadece Medineli Ensar'ı toplayarak onlara etkili bir konuşma yaptı. Öyle ki bu etkili konuşmanın sonunda artık Ensar hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve “Allah Resulü bizimle beraberken biz dünya ganimetini istemiyoruz.” diyorlardı.
Fakat hanımı Hz. Aişe, annemizin iffetine iftira atıldığında Efendimiz(sav) bu defa problemi çözmek için hızlı davranmadı. Mescitte toplanan ashabına bu konuyu açtı. Onların Efendimiz’e(sav) destek vermesine rağmen hanımına arka çıkacak bir beyanatta bulunmadı. Zannıma göre Efendimizin(sav) işi ağırdan almasının sebeplerinden biri hanımına atılan iftiranın Efendimiz’in(sav) müdahalesine imkân vermeyecek hızda ve süratte toplumun hemen her kesimine etkili bir şekilde yayılmış olmasıydı. Bu noktada müdahale inandırıcı olmayabilirdi, ihtilafları daha da körükleyebilirdi.
Hocamız, cemaatindeki ihtilaflara neden müdahale etmiyor? Neden bekliyor? Belki müdahale ediyor ama bizim istediğimiz şekilde değil. Problemi çözmek için de irâdi müdahale etmemek ifk hadisesinde olduğu gibi aslında bir inisiyatiftir, müdahaledir. Devletler arası sorunların çözümünde “diplomasi” tam da bu durumdaki sorunları çözmek için vardır.
Devam edelim. Hz. Musa Allah’ın huzuruna 40 günlüğüne gittiğinde Samirî adında bir altıncı, kıymetli eşyaları eriterek ses çıkarabilen bir buzağı heykeli yaptı. Ve “Bu Musa'nın da aradığı Rabbi’dir” denilerek kandırılan İsrailoğulları da bu ineğe taparak hak yoldan saptı. Hz. Harun(a.s) buna engel olamadı. “Musa döndüğünde bu durumu bilmediğinden “Harun “onların saptığını gördüğünde benim izimce gelmene ne mâni oldu” (Taha92) dedi ve kabahati onda görerek sakalına yapıştı.
Fakat ayrıca kendisi de bir peygamber olan Hz. Harun, Samir'i ve İsrailoğullarına bu sapıtma karşısında neden müdahale etmediğine çok hikmetlice bir cevap verdi:
“Ben senin “İsrailoğullarının içine ayrılık soktun, sözümü dinlemedin!” diyeceğinden endişe ettim.” (Taha 94)
Yani Hz. Harun(a.s) demek istiyor ki; Ya Musa(a.s) seni beklemeden acele ederek müdahale etseydim senin kadar üzerlerinde etkiye sahip olmadığım İsrailoğullarının bir kısmı beni dinlemez ve neticede senin cemaatin birkaç parçaya bölünmüş olurdu.
Çünkü, bir cemaati veya sosyal bir yapıyı parçalamadan sorunlarını çözmeye çalışmak ana stratejidir. Olmazsa olmazdır. Ve haliyle de Peygamber fetanetidir.
Kuran'da en “ahsene’l kasas” diye anlatılan Hz. Yusuf kıssasını bilmeyenimiz yoktur.
Hz. Yakup(a.s), oğlu Yusuf'un kardeşleri tarafından tam 36 sene diğer oğulları tarafından öldürmek kastıyla kuyuya attıklarını bilemedi. Halbuki Hz. Yusuf Babasına bir türlü ulaşıp kardeşlerinin kendisini öldürmek gayesi ile kuyuya attıklarını haber verebilirdi. Her ne kadar Mısır'a köle olarak girdiyse de sonra sözü, mevkisi, makamı da artmıştı. Yani kardeşlerinin işlediği cinayetleri bir mektupla bir bir anlatır ve o mektubu da bir adamıyla Kenan ilinde yaşayıp hasret acısı çeken babasına ulaştırabilirdi. Böylece Hz. Yakup, Yusuf oğlunun yaşadığını anlar, sevinir fakat aynı zamanda diğer evlatlarının da kardeş katili olduğunu öğrenmiş olurdu.
Fakat Hz. Yakup(as) diğer evlatlarının kardeş katili olduklarını delilli şahitli olarak anladığında ya kendisi onların cezasını vermeli ya da Allah’tan cezalandırılmalarını istemesi gerekirdi. Her iki durumda cinayet azminde bulunun evlatlarının kazanabilmesi için suçlarını itiraf edip Allah’tan af dilemeleri lazımdı. Halbuki o an işledikleri suçu itiraf edecek durumda hiç değillerdi.
Burada püf nokta; Hz. Yusuf’un kardeşlerinin tövbe ederek dünya ve ahiret saadetini kazanlardan olabilmeleriydi. Bu bakımdan Hz. Yusuf’un kardeşlerinin tövbe edebilecekleri şartların oluşması gerekirdi. Çünkü kendilerini Yusuf’tan daha güçlü ve daha haklı gördüklerinden bu şartlar henüz oluşmamıştı. Olaylar öyle gelişti ki Mısır’da ikbâl basamaklarını Yusuf(as) tırmanırken diğer taraftan da Kenan ilindeki kuraklık neticesinde meydana gelen kıtlık Yakup(as) ailesi gibi pek çok ailenin fakirleşmesine sebep oldu.
Mısır’da Hz. Yusuf’la kardeşleri karşılaştıklarında Hz. Yusuf(as) gücünün zirvesinde kardeşleri ise acziyete en yakın noktada bulunuyorlardı. Kardeşlerinin hakkı görmelerine, hakkı teslim etmelerine engel olan güçleri artık yoktu. Diğer taraftan karşılaştıkları zemin, mekân da onların aleyhinde, Hz. Yusuf’un lehineydi. Buluşma dağına taşına çobanlıkları sebebiyle hâkim oldukları Kenan ilinde değil Hz. Yusuf'un kudretini yansıtan sarayında gerçekleşti. Bu durum onlarda şok yaşattı ve Hz. Yusuf'un kendini tanıtmasıyla hakikat karşısında daha fazla tutunamayıp tövbeye geldiler. Yani kaybedenlerden olmadılar. Hz. Yusuf'un (as) da Hz. Yakup'un (as) da istediği buydu. Neticede Hz. Yusuf da olayı zaman yayarak peygamber mantığı galip geldi ve kendini kuyuya atan kardeşlerini dünya ve ahret kuyularına düşmekten kurtardı.
Hz. Ali(ra) hilafete geldiğinde Hz. Osman'ın (ra) katillerini bulup cezalandırması gerekiyordu. Ortamın çok karışık ve kargaşanın olması gerekçesiyle bu cezalandırma işinde de acele edilmemesi gerektiğini söyledi. Fakat Hz. Muaviye(ra), pek çok sahabe bu cezalandırmanın hemen vakit fevt etmeden gerçekleşmesi gerektiği hususunda halifeye baskı yaptılar. Kendisi peygamber basiretine sahip olsa da muhataplarının bu ferasetten yoksun olması sebebiyle kargaşa sürüp gitti. Bir türlü de sular durulmak bilmedi. Katiller cezalanmadığı gibi olaylar daha da büyüdü ve bölünmeler inşikaklar birbirini takip etti. Bu kavgalar sonucunda günümüze kadar devam eden çok da ehli sünnete uymayan cereyanlar, gruplar oluştu.
Hocamızın daha çok cemaat içi problemlerin çözümünde bu anlatılanlar ışığında hareket ettiğini varsaymak yanlış olmaz. Her meselede olmasa da pek çok konuyu çözmek için zamana müracaat edip sabrın tabipliğine başvurmak en güzel çaredir.
Evet biliyoruz ki; bir cemaati veya sosyal bir yapıyı parçalamadan sorunlarını çözmeye çalışmak ana stratejidir. Olmazsa olmazdır. Ve haliyle de Peygamber fetanetidir.