Mehmet Ali Şengül/ Samanyoluhaber.com
Hicretten maksat, kulun Allah’dan gelen bütün emir ve yasaklarını rahatlıkla yaşayabilmek ve yeryüzündeki liyâkatı olan Allah’ın kullarına gerçekleri ulaştırabilmek içindir.
Efendimiz (sav), “Hicret, tevbe kapısı kapanmadan son bulmayacaktır. Tevbe fırsatı da, güneş batıdan doğuncaya kadar devam edecektir.” Buyurmuşlardır. (Ebu Davud)
Dâvâ-yı İslâm ve eğitimi gâye edinmiş fedâkar, cefâkar, muhlis, kahraman kalp ve gönül mîmarları; Allah’ın emrine ittibâen Efendimiz (sav) ve Sahâbe’yi (r.anhüm) örnek alarak, bu gün de dünyanın dört bir tarafına kendi rızalarıyla hicret edip gitmişlerdir.
Böylece büyük fedâkarlık ve mahrumiyetlerle gitmiş oldukları ülkelerlerde liyâkatı olan insanlara, dünya ve ahirette muhtaç oldukları gerçekleri ve ahlâk-ı âliyeyi duyurabilmek, yetiştirdikleri nesillerle yaşadıkları toplumda barış, huzur ve güven ortamını sağlamaktır.
Böylesine iyi niyetle hiç bir beklenti içinde olmadan, dünya barışına katkıda bulunabilme adına samimî, hasbî ve fedâkarca; hiç bilmediği tanımadığı milletlere ve onların evlatlarına ilim yoluyla hizmet götüren, sevgi, şefkat ve merhametle gönüllere giren bu eğitim gönüllülerini, bulundukları her ülkenin halkı ve devlet adamları, îtimat ve güven duyarak en kıymetli ciğerpâre evlatlarını onlara teslim etmişlerdir.
Bugün mezkûr kahramanlar, ülkemiz başta olmak üzere bulundukları yerlerde bir takım sıkıntılarla karşılaşsalar bile; hak bildikleri, doğruluğundan emin oldukları bu yolda, elif gibi dik durup geriye adım atmadan, sabredip Allah’a tevekkül içinde vazifelerini yaparak yürümektedirler ve yürümeye devam edeceklerdir.
Her halükârda onlar; inandığı, hak bildiği dâvâları adına kendi ülkelerinde yaşama hakkı tanımasalar bile, dünyânın neresinde olursa olsun -kafaları aydınlatan, gönülleri ahlâk ve insanlık hizmeti ile donatan- bu eğitim vazîfesini yapma fırsatı bulurlarsa, oraya hicret ederek mes’uliyet ve sorumluluklarını yerine getireceklerdir ve bu şerefli vazifeyi hiçbir zaman aslâ ihmal etmeyeceklerdir.
Hükmü kıyamete kadar devam edecek olan, insanlığın dünya ve âhiret en muhtaç olduğu gerçekleri duyurabilmek için, bu vazifeyi hayâtının gâyesi bilen kadın- erkek bütün bu insanlar, en ağır şartlarda imtihanlara tâbî tutulsalarda yine de katlanıp sabredeceklerdir.
Çünkü onlar, nîmetlerin külfetleriyle berâber olduğunun şuurundadırlar. Hicret edecekleri yerlere; ‘Allahım! Senin rızan için gidiyorum. Gittiğim ülkeyi ve insanlarını bana sevdir, senin muhtaç kullarına gerçekleri, hakîkatleri duyurma fırsatı lütfeyle!’ diye duâ ederek giderler.
Hicret nedir bilmez ki onu, hicret etmeyen; Onlar bir guruptur; ümîdi, inkisârı bitmeyen. (f.g.)
Gerçek hicret, nefsin ve bedenin arzû ve isteklerinden, kalp ve rûhun derece-i hayatına yükselmektir.
Efendimiz (sav) buyuruyor ki, “Hakîki muhâcir, Allah’ın yasaklarından uzaklaşıp, râzı ve hoşnut olduğu şeylere hicret edendir.” (Buhari, Müslim)
Kur’ân-ı Mûciz-ül Beyan’da Tövbe suresi 100.ayette; “İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzelce tâbî olanlar yok mu? Allah onlardan râzı, onlar da Allah’tan râzı oldular. Allah onlara, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!”
Enfal suresi 74.ayette, “İman edip hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle, onlara kucak açıp yardım eden Ensâr var ya, işte gerçek müminler bunlardır. Bunlara bir mağfiret, pek değerli bir nasip vardır.”
Nisâ suresi 100.ayette de, “Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resulü’ne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa, o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a âittir. Allah gafûrdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsânı boldur)” buyrulmaktadır.
Ölüm Gerçeğine Gelince;
Ölüm de, kulun Allah’a mülâki olabilmesi için yapılan bir yolculuk, bir hicrettir. Allah (cc), bize sormadan emânet ettiği hayatı, vakti saati gelince yine bize sormadan alacaktır.
Ölüm, irâdemizle gelmediğimiz dünyâdan yine irâdemiz dışı, âhirete açılan kabir kapısını kullanarak ebedî, ölümsüz âleme intikaldir.
Her canlı, husûsiyle insan hayata gözünü açtığı gün, ölüme bir adım atmış ve onun için ömür takviminden bir yaprak kopmuştur.
Önemli olan, dünyada az veya çok yaşamak değil; Allah’ın ve Resûlullah’ın hoşnut ve râzı olduğu bir hayat yaşamaktır. Îmanla, şehâdetle âhirete gidebilmektir.
Onun için, Rabbimiz nasıl hoşnut ve râzı olacaksa, hayatı ona göre tanzim etmek gerekmektedir. Bu da Kur’an ve Sünnet’le, Efendimiz’i (sav) ve Sahâbe-i Kiram Hazerâtını örnek alarak gerçekleşecektir.
Cenâb-ı Hak Mülk suresi 2.ayette, “Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O azîzdir, gafurdur.”
Enbiya sûresi 34 ve 35.ayetlerde de, “Senden önce hiçbir insana dünyada, ebedî hayat nasib etmedik. Sanki sen ölsen, onlar ebedî mi kalacaklar!”
“Her can ölümü tadacaktır. Biz, sizi sınamak için gâh şerle, gâh hayırla imtihan ederiz. Sonunda Bizim huzurumuza getirileceksiniz.”
Nisâ sûresi 78 ve 79.ayetlerde ise; “Nerede bulunursanız bulunun; Sağlam, yüksek kulelerde, hatta eflâke ser çeken gökteki yıldız burçlarında bile olsanız, ölüm mutlaka size yetişir. Onlara bir iyilik ulaşınca ‘Bu, Allah’tandır’ derler. Bir fenâlık gelince, ‘Bu, senin yüzündendir’ derler. De ki: ‘Hepsi de Allah tarafındandır.’ Fakat bu adamlara ne oluyor da, söz anlamaya bir türlü yanaşmıyorlar?”
“Ey insan! Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenâlık ise nefsindendir. Ey Resulüm! Seni bütün insanlara elçi gönderdik. Allah’ın buna şahit olması yeter de artar!” buyurmaktadır.
Bakara suresinin 154, 155, 156 ve 157.ayetlerinde Cenâb-ı Hak; “Allah yolunda öldürülenler hakkında ‘ölü’ demeyin. Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.”
“Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!”
“Sabırlılar o kimselerdir ki, başlarına musîbet geldiğinde, ‘Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz’ derler.”
“İşte Rab’leri tarafından bol mağfiret ve rahmete mazhar olanlar onlardır. Hidâyete erenler de ancak onlardır” buyurmaktadır.
Efendimiz (sav) de, ‘Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz!’ tavsiyesinde bulunmaktadır. (Tirmizi)
Velâdet-i Nebî (sav), 12 Rebiü’l Evvel 571’de seher vaktinde,
Hicret-i Nebeviye 12 Rebiü’l Evvel 622’de öğlen vaktinde Medine-i Münevvere’ye teşrifleri ve,
Vefât-ı Nebî (sav) 12 Rebiü’l Evvel 632’de akşam vaktinde vukû bulmuştur. Böylesine bir tevâfuk, hiç bir beşere nasip olmayan ve hiç bir zaman da tesâdüfe verilmeyecek kadar hârikadır.
“Ya Rabbî! Sen bana iktidar ve hâkimiyet verdin. Kutsal metinleri ve rüyaları yorumlama ilmini öğrettin.
Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da, âhirette de mevlam, yardımcım Sensin.
Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve beni hayırlı ve dürüst insanlar arasına dâhil eyle!” (Yusuf suresi, 101)
Hazreti Ömer (ra) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki; Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah’a ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah ve Resûlüne’dir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyâlığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” (Buhari, Müslim)
Gerçek ve mutlak hicret; imanla, şehâdetle Allah’ın dâvetine icâbet edebilmektir. Hem dünyevî hicret, hem ölümle Allah’ın huzuruna yapılacak hicret, halisâne ve O’nun rızâsını kazanma niyetiyle yapılmalıdır.