Safvet Senih / samanyoluhaber.com
“Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sâbit, dalları göklere serçekmiş bir ağaç gibidir. Rabbinin izniyle her mevsim meyve verir.” (İbrahim Suresi, 14/24-25)
Kur’an âyetleri kelime-i tayyibedirler. Her mevsim, her asır, her çağda, hatta her günde ayrı ayrı meyve verirler. Hatta her seviye insana, her an çeşit çeşit meyveleri, hatta âdeta Cennet meyveleri gibi rengi bir tadı ayrı yemişleri verirler. Üstad Bediüzzaman’ın tesbitiyle Kur’an Kelimeleri, birer melek-i nâtık gibi güzel mânâları ilham ederler… Müttekilere hidayet mânalarını ruhlarına üflerler.
Kur’an’dan, Kur’an âyetlerinden ve kelimelerinden süzülmüş ve sağılmış reşhalar olan Risale-i Nurlar ve Pırlanta Serileri de dayandıkları kaynaklar itibariyle böyle bir güzelliğe mazhardırlar. Onları uydurma kanunlarla kısıtlayamazsınız, onları zindanlara hapsedemezsiniz; onlar demirden, çelikten duvarları bile deler geçer, lem’a lem’a şua şua yayılırlar. Nur Letâfetinde cihana dağılırlar. Sıza sıza göl olur, sonra çağlayan olur akar giderler.
“(Fiil çekimlerinde olduğu gibi) Lâfız değişir, ama mânâ bâki kalır. Kabuk parçalanır, öz bâki kalır. (…) Madde dağılır, nur bâki kalır.” (Şemme Risalesi)
“Ama Hizmet ise, Allah’a hamd ve şükürler olsun, Kur’anî ve îmanî Hizmette Cenab-ı Hak rahmetiyle öyle kardeşleri bana vermiş ki; vefatım ile, o Hizmet bir merkezde yapılmasına bedel, çok merkezlerde yapılacak. Benim dilim ölüm ile susturulsa; pek çok kuvvetli diller, benim dilime bedel konuşacaklar, o Hizmeti devam ettirecekler. Hatta diyebilirim ki: nasıl ki, bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; BİR TANEYE bedel, YÜZ TANE VAZİFE BAŞINA GEÇER.” (Yirmi Dokuzuncu Mektup Altıncı Risale)
Bütün onların bu tazyik ve baskıları, istibdat ve tahakkümleri, Kur’anî Nurları ışıklandıran, gayret ve himmet ateşine atılan odun parçaları hükmüne geçiyor, tutuşturup alevlendirerek parlatıyor... Ve o tazyikleri gören ve gayretin hararetiyle genişleyip yayılan o Kur’anî Nurlar, (küçük bir nâhiye olan) Barla yerine, bu vilayeti (Isparta’yı), belki ekser memleketi (Türkiye’yi) bir medrese hükmüne getirdi. Onlar, beni bir köyde mahpus zannediyor. Zındıkların rağmına olarak bilâkis Barla, ders kürsüsü olup; Isparta gibi çok yerler, medrese hükmüne geçti. Rabbimin bu fazl ve ihsanından dolayı Allah’a hamdolsun.” (Yirmi Sekizinci Mektup, Dördüncü Risale)
M. Fethullah Gülen, “Beyan” kitabında şöyle diyor:
“Varlığın plânını Rahmet-i Sonsuz’un ilmi, mimarisini de BEYAN’ı resmetmiştir. Yaratılışla BEYAN, ‘âyân-ı sâbite’nin mahremlerden mahrem hariminde İKİZ olarak belirmiş, sonra da hâricî vücuda yürümüşlerdir. Hazret-i Rahman, insanı yaratırken, onun özünü, iç enginliklerini, varlığı, varlığın perde arkasını ifade edebilme kabiliyetini de ona yükleyerek, öylece hâricî vücud buuduna çıkarmıştır. Bu itibarla da denebilir ki; kudret kaleminin ucundan yokluğa akan mürekkebin ilk damlası BEYAN, Yaratıcıyla –yaratılan arasındaki sırlı münasebeti keşfedip ortaya koyan da yine BEYAN’dır. Yeryüzünün tozundan-toprağından, suyundan-çamurundan yoğrulup şekillendirilen insan, ilim sermayesi ve BEYAN aktivitesiyle arzın halifesi ve şu dünya mescidinde, cin ve insin hatibi olma pâyesine yükseltilmiştir. İnsan BEYAN ile Allah’a (c.c.) muhatap olmuş ve BEYAN vasıtasıyla O’na hitap edebilmiştir. İnsanoğlu konuşmaya başlayınca, durgun ve sessiz gibi görünen eşyanın da dilinin bağı çözülmüş ve her biri ‘Mele-i Â’lâ’ dan birer satır, birer paragraf olan bütün varlık ve hadiseler, talâkatli birer hatip gibi her şeyin perde arkasındaki hakikatin konuşan dili, hikmet yüklü BEYAN’ı ve fasih lisanı olmuştur. Bize göre BEYAN’ın olmadığı kabul edilen dönemde, varlık suskun, hadiseler suskun ve her şey de âdeta durgundur. Her varlık nasıl konuşur, konuşurken nasıl kendini ifade eder? Bunlar, herkesçe bilinmesi zor konular.. bu konuda bilinen bir şey varsa, o da mahiyetine yüklenen BEYAN kabiliyeti ile insanın, bütün eşya ve şuunatı istediği gibi seslendirip yorumlayabilecek kabiliyette yaratılmış olmasıdır. Doğrusu, izafî değerler dünyasında BEYAN bizim canımızdır. Biz hepimiz birer lisan, bu lisanların var oluş gayeleri de BEYAN’dır. En büyük gerçek olan hakkı itiraf edip bu konuda varlığı bir senfoni gibi seslendiren, seslendirip eşyanın yüzündeki perdeyi aralayan ve ona kendini ifade etme imkânını veren BEYAN.. düşünce hazinelerinin kapılarındaki kilitleri çözen anahtar BEYAN, geniş bir merkezi hareketin çevreyi harekete geçirmesinin düğmesi BEYAN, halife ünvanıyla varlığa müdahale etme mevkiine yükseltilmiş insanoğlunun tahtı BEYAN kalemi BEYAN, kılıcı BEYAN ve saltanatının temek kâideleri de BEYAN’dır. BEYAN’ın bayrağının dalgalandığı yerlerde en güçlü ordular bozguna uğrar dağılır; onun gürlediği meydanlarda top güllelerinin sesi arı vızıltısına dönüşür. BEYAN sancağının çekildiği burçların arkasında sadece onun davulunun, kösünün sesi duyulur; onun mehterinin gürlediği bucaklarda sultanların yürekleri ağızlarına gelir, İskenderlerin, Napolyonların çaresiz kalıp geriye döndükleri nice aşılmaz surlar vardır ki, BEYAN SULTAN’ının BEYAN kılıcıyla paramparça edilmiş ve BEYAN’ının ınkıyad, itaat meşk eden kalemine selam durulmuştur.
“KUR’AN-I KERİM surları aşan, en muannid ve ön yargılı gönüllerde dahi yankılanan böyle bir BEYAN örneğidir. Onun ele aldığı meseleleri sunuşunda öyle baş döndüren bir büyü vardır ki, duyup da tesirinde kalmamak mümkün değildir.”
Cenab-ı Hak hepimize kelime-i tayyibe ile, şehadet getire getire çene kapamak nasip etsin…