Anne ve bebek açısından ideali, bir cerrahi işlem olan sezaryenin sadece gerektiğinde yapılması. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sezaryenle doğumun yüzde 10-15 oranında olmasını ‘kabul edilebilir’ buluyor. Örgüt, yüzde 10’un üzerindeki sezaryen oranının, anne ve bebek ölüm hızını azaltmadığını söylüyor.
Hız kesmiyor
1993’te Türkiye’de sezaryenin doğumlar içindeki ortalama oranı yüzde 7’ydi. 1998’de bu oran yüzde 13,9’a ulaştı. AKP’nin iktidara geldiği yıl 2002’de oran yüzde 21’i bulmuştu. Yıllar içinde yükselişini sürdürdü, 2008’de yüzde 36,7, 2013’te ise yüzde 48’e çıktı.
Sezaryeni azaltmak için, para cezaları, normal doğuma daha fazla SUT ödemesi gibi farklı uygulamalar denedi. Ancak hiçbir ‘tedbir’ yükselişi engelleyemedi.
Başaran ülkeler var
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkelerindeki ortalama sezaryen oranı yüzde 28,9, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde daha da düşük: Yüzde 28,4.
Sezaryenin doğumlardaki oranını DSÖ’nün önerdiği sınırlarda tutmayı başaran ülkeler var. İsrail yüzde 14,8 ile en iyi orana sahip. Hollanda’da sezaryen oranı yüzde 15,2, Norveç’teyse yüzde 15,8.
Birkaç örnek daha verelim, ABD’deki oran yüzde 31,7, Birleşik Krallık’ta yüzde 31,3, Almanya’da yüzde 30,3, Fransa’da yüzde 20,1, Litvanya’da yüzde 18,7, İzlanda’da yüzde 16.
Bakanlığın kendi hastanelerinde de oran yüksek
Sezaryen oranlarındaki artış devlet, üniversite, özel hastanelerde sürüyor. Bakanlığın hastanelerinde oran 2019’da yüzde 41,8, 2020’de yüzde 42,8, 2021’de yüzde 44,6 olarak kayda geçti. Üniversite hastanelerinde oran oldukça yüksek. 2019’da yüzde 70,4, 2020’de yüzde 71,4, 2021’de ise yüzde 73,1. Sezaryenle doğumların en yüksek oranda yapıldığı hastaneler özeller. Özel hastanelerde oran 2019’da 71,8, 2020’de yüzde 74,1, 2021’de ise yüzde 75,1’i buldu.
Doğumda ağrı-sancı, doğumdan sonra ürogenital sorunlar yaşama korkusu, sezaryenin bebek için daha güvenli olduğu düşüncesi, giderek daha ileri yaşta ve az sayıda doğum yapmak, hekimlerin vajinal doğumlarda gelişebilecek komplikasyonlar nedeniyle dava edilme korkusu, anne adaylarının doğumun zamanı ve sürecini bu yolla daha kontrol edilebilir görmesi, ebelik sisteminin bulunmaması ya da geliştirilmemesi artışta ilk akla gelen faktörler.
‘Herkes sorumlu’
Konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Ateş Karateke, “Bu orandan herkes sorumlu. Yalnızca hekime, bakanlığa ya da hastalara (anneye) yüklenecek bir şey değil. Gebe istiyor, hekim baskı altında, komplikasyon istemiyor. Doğum 6-24 saatlik bir süreç. Hekim risk alsa, hasta kabul etmiyor. Devlet hekimini sahiplenmiyor. Yani ortada kalmış bir iş. Pansuman tedbirler değil, ciddi kararlar almak lazım. Yeni önlemler, güvenceler gerekiyor. Sadece bürokratlar değil, herkes masaya oturup, ortak kararlar almalı” dedi.
Karateke’nin asistanlık eğitimi aldığı (1984-88), senede 40 bin doğumun yapıldığı Ankara Zekai Tahir Burak Doğumevi’nde aynı yıllarda sezaryenle doğum oranı en fazla yüzde 7-8’lerdeymiş. Karateke “Ben hocayken oran yüzde 58’i buldu. Birçok asistanımız da bu oranla doğum eğitimi aldı. İvme kırılmazsa tüm doğumlar sezaryenle yapılacak. Gidişat bunu gösteriyor” dedi ve şöyle devam etti: “Obstetrisyen (gebelik ve doğum uzmanı) yetişmiyor. Bu ayrı bir eğitim. Ne yazık ki ne devlet üniversiteleri ne de özel tıp fakültelerinde gerektiği gibi veriliyor.”
Doğumevlerinde eğitim alan ebeler yıllarca en ücra bölgelere kadar giderek gebelik takipleri ve doğumlar yaptırdı. Ancak yıllar içinde eğitimlerine verilen değerle birlikte sayıları azaldı. Başka işlerde görevlendirildiler. Karateke saatler sürebilen vajinal doğum sürecini iyi yetişmiş ebelerin de yönetebileceğini söyledi: “Ebe yetiştirmiyoruz. İyi bir ebelik sistemi olmadığı sürece bu sorun çözülmez.”
‘Gebeler özellikle tercih edebiliyor’
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Murat Emanetoğlu gebelerin de sezaryen talep ettiğini anlattı. Emanetoğlu, kültürel düzey arttıkça, normal doğumdan daha çok imtina edildiğini söyledi: “Gebeler herkes gibi internete bakıyor. Normal doğumun kadın vücudunda yapabileceği değişiklikleri okuyor. Ailesinde idrar kaçırma, rahim ve idrar torbası sarkması gibi sorunlar yaşayanlar da varsa bunların normal doğumdan kaynakladığını düşünüyor ve sezaryene yöneliyor. Kadın doğumda da bedeniyle ilgili kararı kendi vermek istiyor. Sezaryen için hekimleri zorluyor.”
‘Malpraktis davalarının etkisi var’
Hekime yönelik şiddet ve caydırıcı cezaların gelmemesinin de bu süreçte etkisi var. Hasta ve yakınları kendilerini haklı gördükleri her konuda, sağlık çalışanlarına şiddet uygulamaktan kaçınmıyor. Emanetoğlu bunun doğumda kullanılan yöntemi de etkilediğini düşünüyor: “Hekimler bebekte ve annede sorun olmasın diye riske girmek, aile ile karşı karşıya kalmak istemiyor. Hekim uygulamaları ve tedavileriyle ilgili açılan davalarında ciddi yaptırımlar, cezalar var. Kamu çalışanları için bir takım önlemler alındı ama özelde çalışanlar için hiç yok. Hekim hukuken de korumasız. Vajinal doğum yaptırdığında, bebekte ya da annede çıkabilecek komplikasyonlardan hekim sorumlu tutuluyor. Dava açmak çok kolay. CİMER ayrı bir şikayet konusu. Hekimler o kadar yorgun ki…”
Emanetoğlu, batı ülkelerinde doğumu ebelerin takip edip yaptırdığını, sorun çıkarsa hekimin geldiğini hatırlattı. Emanetoğlu, doğumların çok uzun sürebildiğini belirterek, bazı bölgelerde tek bir uzmanın tüm gebelere yetişmesinin çok zor olduğunu da söyledi.