Sevgili okuyucular, bu bayram pazarında sizlerle 11
Şubat 2003 tarihli, ‘Kurban
Bayramı’nda
tatlılar ve acılar’ başlıklı yazımı paylaşacağım. Sakın yeni bir yazı yazmanın külfetinden kaçtığımı zannetmeyiniz. Lâkin, yaklaşık 7 yıl önce yazdığım bu yazıda anlattıklarımın nasıl değiştiğini sizlere göstermek istedim.
Artık, 7 yıl önce olduğu gibi, ‘Kurban Derisi Meydan Muharebeleri’ yapılmıyor.
Türk Hava Kurumu, demokratik ölçüler içerisinde çalışıyor. ‘Kurban
kovalamaca’ oyunları da hız kesti. Daha tam olarak yerine oturtulamadı ama artık 7 yıl öncesindeki
sokak ortası ‘vahşîleri’ de gözükmüyor.
Kim ne derse desin, ben kendi hesabıma sırf
Kurban Bayramı’nda huzuru sağladığı için dahi
AK Parti İktidarı’na müteşekkirim.
Şimdi yazımı hep beraber okuyalım:
“Çocukluğumda bayram namazlarını, rahmetli babacığım ve kardeşimle beraber ‘
Malatya Söğütlü Cami’de kılardık. Heyecandan sabaha kadar gözümüze uyku girmezdi.
Sabah namazından önce camiye gider, huşû içinde vaaz dinler,
ibadet ederdik. Çocukluğumda kıldığım namazların manevî hazzını hiç bir zaman unutamadım...
***
Sonra
kurban pazarına kurbanlık seçmeye giderdik. ‘Ağpınar Meydanı’nda ‘Şirket Han’ın önünde kurulan pazardaki kurbanlıkları tek tek incelememizi, babamın satıcının elini tutup sallayarak pazarlık edişini, kurbanlıkları öperek, severek hazırlayışımızı ve ‘tekbirler’ getirerek kurban edişimizi dün gibi hatırlıyorum.
Sizin anlayacağınız, evimizin arka bahçesinde âdeta
küçük çapta bir ‘irtica’gösterisi yapıyorduk!..
***
Kurban kesilmesi nihayete erince, bayramlıklarımızı giyinir, sırayla büyüklerimizin ellerini öper, harçlıklarımızı alırdık.
***
Daha sonra, nûr içinde yatsın ‘Emine nenemin’ büyük bir maharet ile hazırladığı ‘kavurma’yı ve babamın pişirdiği ‘ciğer kebabı’nı (bizim Gazianteplilerindeyimiyle cağırtlak kebabı) yemeye sıra gelirdi.
Yemekten sonra, kimsenin bizi suçlayacağından ve elimizden zorla alacağından korkmadan, kurban
derilerini mahallenin camiine verir; Anacığımın özenle paketlediği etleri dağıtmaya başlardık.
***
Ne yazık ki, o güzel günlerin ‘tatlı’ hatırâları, yerlerini ‘acı’ olaylara bıraktılar.
28 Şubat zulmü, aydınlık Kurban Bayramı sabahlarını ‘huzursuz’ yapmaya ve ‘karartmaya’ devam ediyor.
Kurbanınızı alıyorsunuz, kesiyorsunuz; derken ‘kurban derisi meydan muharebeleri’ başlıyor!.. Polisi, jandarması, kaymakamı, valisi, kurban derinizin peşine düşüyorlar. Bir kovalamacadır gidiyor...
‘Kardeşim, bu kurbanı ben paramla aldım, size ne?’ diye soruyorsunuz. Aldıran yok...
Bu ‘kurban derisi terörizmi’nin, saçma sapan yönetmelikler ve genelgeler dışında hiç bir kanunî dayanağı yok. Adamlar utanmasalar, Anayasa’ya bile ‘kurban derileri Türk Hava Kurumu’na bağışlanır (!)’ diye madde koyduracaklar.
***
Devletin, vatandaşın kurban derisi peşinde koşmaktan başka bir işi yok mudur? Böylesi, en katı kapalı rejimlerde, en ‘
komik diktatoryalarda’ bile görülmüş değildir.
Neymiş, kurban derileri ‘irticanın finansmanı’nda kullanılıyormuş. Camileri, cemaatleri, imam-hatip okullarını ‘irtica yuvası’ olarak gören zihniyet elbette böyle düşünecektir. Sayın baylar, sizin kurbanla, derisiyle ne ilginiz var sanki? Komşunun ikram ettiği kavurmayı meze yaparak ‘irtica nutukları’ atmaktan başka...
Sonra, benim inançlı halkım, bin türlü ‘şaibelerle’ dolu THK’nu finanse etmek için ‘zorla’ kurban derisini ne diye bağışlasınmış?
Ne yapmalı biliyor musunuz? THK’nu, başarıları ile gerçekten daima göğsümüzü kabartan
Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlamalı. Adam gibi bütçesini vermeli. Bakın, o zaman THK nasıl görevini en iyi şekilde yapar hale gelecektir.
Şimdiki THK binasını da ‘İnsan Hakları Müzesi’ yapalım ve gönderine de bir
koyun postu asalım!?..
Şaka bir yana, ‘
sivil toplumu’ kurabilmek için daha ‘bir
fırın ekmek’ yememiz lâzım...
***
‘İğneyi başkasına, çuvaldızı kendine batır’ demiş büyüklerimiz... Ya, Kurban Bayramı’ndan bir hafta öncesinden başlayan ve benzeri
İspanyol arenalarında bile görülmeyen ‘kurban kovalamaca’ komedisine ne demeli?.. Acemi ‘matadorlarımız’ ile zavallı ‘danalarımız’ arasındaki ‘trajikomik’ mücadele, ‘kurban derisi avcıları’ ile ‘deri mâlikleri’ arasındaki muharebelerden daha az bir rezalet midir?
***
Ben ‘kurbandan yana’yım. Lâkin,
kurban kesimi ameliyesinin böylesine nizamsız, intizamsız bir ‘
vahşet gösterisi’ haline getirilmesinden de büyük üzüntü duyuyorum.
Bizim medeniyetimiz bu değil... İslâm ve Türk kültüründe, sosyal hayatında; caddelerde kovalanan kurbanlıklar, acemi kasap bozuntuları, sokak ortasında kesilen hayvanlar, gelişigüzel akıtılan kanlar, pislik dolu çukurlar yoktur.
Sanki, bir nükleer savaş sonrası türeyen ‘vahşîler’, bilim kurgu filmlerindeki ‘terminatörler’ gibiyiz. Ve, 550 sene önce, başıboş hayvanlara bakılması, sokaklardaki tükürüklere kireç dökülmesi için
vakıf kuran Fatih Sultan Mehmed’in ahfâdı olmaya aslâ lâyık değiliz.
***
Bu bayram gününe ‘savaş çığlıkları’ arasında başladığımız için de hüzünlüyüz. Irak’taki, Arab’ıyla, Kürd’üyle, Türk’üyle korku içinde bekleşen masum halkı; yeni elbiseler, harçlıklar bir yana, ekmeğine katık, hastalığına ilâç bulamayan çocukları düşündükçe kahroluyoruz. Lâkin elimizden hiç bir şey gelmiyor.
Yüce Allah’ın bütün insanlığa ve Müslümanlara ‘huzur’ vermesi için yakarmaktan başka...
Bu vesile ile, aziz milletimizin ve değerli okurlarımızın
mübarek bayramlarını kutluyorum.”