Orhun abidelerinden çok daha eski tarihlere ait vesikalarımız varmış.
Asya steplerindeki cetlerimiz önemli günlerini,
kayaların üzerine resimlerle nakşetmişler. Çeşitli bilgiler hakketmişler o taştan zeminlere.
Tarih, mazinin derinliklerinde el yordamıyla bulunan
küçük parçalar üzerine bina ediliyor neticede. O el bugüne kadar bize göre Batı'dan uzandı dünyanın her tarafına. Bulduklarını yine oraya taşıdı ve tarihe dair ne varsa inşası büyük ölçüde Avrupa'da yapıldı. İlmî araştırmalar sömürgecilikle paralel yürüdüğü için de her zaman bir kuşku vardı diğer insanların içinde.
Arkeoloji, antropoloji, sosyoloji ve tarih gibi sosyal bilimlere her zaman bir 'acaba' sorusu ile yaklaşılırdı. Bunun çok haklı sebepleri de vardı.
Neticede öğrendiklerimizin çok önemli kısmı elde edilen bir vesikaya bağlanmış onlarca yorumdan ibaretti. O vesikaları bulup çıkarmak da ancak varlıklı, büyük devletlerin ve o devletlerdeki zenginlerin kurduğu vakıfların fonlarından faydalanabilen yine o ülkelerin insanlarına nasip oluyordu. São Paulo Başkonsolosluğu'muzun düzenlediği ekim ayı faaliyetlerinden birisi de işte bu taşların üzerine kazınmış tarihi ihtiva ediyordu. TRT'de çalışan meslektaşlarımızdan
Servet Somuncuoğlu, uzun süren araştırmalar sonunda birçok kaya resmine ulaşmış ve fotoğraflamış. İmaj müzesinde sergilenen fotoğrafları Servet Bey'den bizzat dinleyerek görmek gerçekten farklı duygular uyandırıyor insanın içinde. Resepsiyon akşamı öğrendiğimize göre Servet Bey'in derlediği vesikalar, Asya'nın ancak senenin bir veya iki ayında karların altından çıkma fırsatı bulabilen yüksek bölgelerinde bulunuyormuş. Aynı vesikaların benzerine Ankara'nın Güdül ilçesinde de rastlanmış. Şimdi oradaki resimler üzerinde çalışıyormuş Somuncuoğlu. Vesikalar üzerinden ulaştığı neticelere göre Türklerin dini Şamanizm, din adamları da Şaman değilmiş mesela. Kam denirmiş din adamlarına.
Orta Asya Türkleri Pagan değil, aksine tek tanrıya inanırmış ve İslamiyet'i hızla kabul etmelerinde mevcut inançlarının İslamî akideye yakınlığı müessir olmuş.
Servet Bey anlatırken tabii olarak heyecanlanıyordu. Tarihe dair bildiğimiz şeylerde önemli değişiklikler olabileceğini görmenin heyecanıydı bu. Aynı zamanda heyecana heyecan katan bir başka husus da yolunun bundan sonra Latin Amerika'dan geçme ihtimaliydi. Çünkü bir sergi için geldiği
Brezilya'da, aynı resimlerin benzerlerinin Brezilya ve Şili'de de bulunduğunu öğrenmiş ve temaslar kurmanın yollarını aramaya başlamıştı. Başkonsolosluğumuzun Brezilya'nın hatırı sayılır üniversiteleri ile teması neticesinde varılmıştı bu tür bilgilere ve o üniversitelerde kaya resimleri üzerine araştırmalar yapıldığına.
Amazon "amma da uzun"dan, Niyagara da "ne yaygara"dan gelen
Türkçe kökenli kelimelermiş derdik ve gülerdik. Şimdi gülerken biraz daha düşüneceğiz galiba.
Latin Amerika'daki
medeniyet kalıntılarının
batıda yani Ant dağları ile
Büyük Okyanus arasında bulunması düşündürüyor insanı. Eğer gerçekten bir dönem Bering boğazından Alaska'ya geçiş olduysa
Kuzey Amerika'dan güneye doğru inen insanların batı kıyısında kalması son derece anlaşılır bir şey. Dünyanın en yüksek ve en uzun sıra dağlar silsilesini, yani Ant Dağları'nı aşıp,
Güney Amerika'nın doğusuna ulaşmak bir hayli zor. Tabii şartlar buna müsaade etmeyecek kadar çetin. Kaya resimleri üzerindeki benzerlik ve tarihlerdeki yakınlık bu konuyu araştırmak lazım diyor. Servet Bey de temaslara başladı. Başkonsolos Mustafa Bey ve yardımcısı
Gökçe Hanım'ın, bir serginin böyle dallanıp budaklanacağına dair bir öngörüsü var mıydı bilemiyorum. Gerçek şu ki, gelinen nokta eğer araştırmalarla derinleştirilerek doğrulanabilirse Latin Amerika'nın sıcakkanlı insanlarına kanımız daha da ısınacak galiba.