14 ay sonra mahkemeye çıkan Alpay, Elitizmin, yani seçkinciliğin demokrasi ve hukuk devleti açısından tehlikelerini görebilmiştim ama popülizmin, yani halk dalkavukluğunun da aynı ölçüde tehlikeli olduğunu yaşayarak öğreniyoruz." ifadelerini kullandı.
Şahin Alpay'ın mektubu şu şekilde;
Dostlarımın ve okurlarımın hapisteki hayatımı merak ettikleri düşüncesiyle bu mektubu yazıyorum. 14 ay sonra mahkemeye çıkana kadar mektup yazmak veya almak gibi bir hakkımız yoktu. Bu ilk fırsat.
Öncelikle şunu belirteyim: Mahkemeye verdiğimiz ifadede okumuş olduğunuz gibi, hiçbir suçum olmadığı için, 3 kez ağırlaştırılmış müebbed artı 15 yıl hapis istemiyle yargılandığım bu davanın sonunda beraat edeceğimden en ufak bir kuşkum yok. Fakat hapisliğimin daha ne kadar devam edeceğini bilemiyorum. AKP iktidarını ülkeyi AB’ye taşıdığı sürece destekledim; tek-adam rejimine yönelince eleştirmeye başladım. İktidara muhalif yazılar yazdığım için buradayım. 1982’de gazetelerde yazmaya başlamamdan bu yana tek bir yazı veya konuşmam kovuşturmaya konu olmadı. Türkiye’de ifade özgürlüğünün Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvencesi altında olduğuna inanmıştım. Yanılmışım.
73 yaşında, bir dizi kronik hastalıkla mağdur olarak 14 aydır cezaevinde; eşim, çocuklarım, torunlarım, yakınlarım ve dostlarımdan uzak; 3 kişilik bir koğuşta tecrit hayatı yaşamak kolay değil. Daha ne kadar burada tutulacağımı bilmemek de. Tesellim, özgürlükçü demokrasi ve hukuk devleti lehine yazıp konuşmanın bir bedeli olduğu. Üzüntüm, bütün iyiniyetimle demokrasi ve hukuk devletinden yana tavır almış olduğum halde, vatandaşı olduğum devletin bana bu muameleyi reva görmüş olması. Üzüntüm, benimle birlikte onbinlerce yurttaşın hapsedilerek, işlerinden kovularak hiç hak etmedikleri mağduriyetlere uğratılmış olması. 15 Temmuz darbe girişimini lanetliyorum. Hayatım boyunca darbelere, darbe girişimlerine, askerî vesayete karşı oldum. Bu darbe girişimine kimler karışmış ise, adil bir yargılamayla cezalarını bulsunlar; ama darbe girişimiyle ilgisi olmayanların mağdur edilmeleri, Türkiye tarihinde görülmemiş bir adaletsizlik. Ülkede adalet yeniden tesis edilmeli.
Türkiye’nin en modern cezaevlerinden biri olan Silivri cezaevinin, terörizmle suçlananların kapatıldığı, yüksek güvenlikli 9. Bölümünde kalıyorum. Daha önce hiç tanımadığım, birbirlerini önceden hiç tanımayan iki tutukluyla birlikteyim. OHAL nedeniyle sadece ablam, eşim, kızım, oğlum ve torunlarımla; haftada bir gün, bir saat cam bölmenin ardından telefonla konuşabiliyorum. İki ayda bir, bir saat süreyle onlarla yüzyüze gelebiliyorum. İlk duruşmaya çıkana kadar avukatlarımla da haftada bir gün, bir saat, bir infaz memuru ve kamera önünde görüşebiliyordum.
Silivri cezaevi oldukça iyi organize. Öğle ve akşam koğuşlarımıza yemek servisi yapılıyor. Kantinden istediklerimizi satın alabiliyoruz. Kısıtlı imkânların elverdiği ölçüde revir ve doktor ziyaretinde bulunabiliyor; ilaç yazdırabiliyoruz. İdareden isteklerimizi dilekçe ile dile getiriyoruz. İnfaz memurlarının çoğu, yaşıma ve başıma saygılı davranıyor. 9. Bölüm dışına, örneğin cezaevi hastanesine götürüldüğümüzde kelepçeleniyoruz; bir veya iki jandarma eri kolumuza giriyor. İzin verilen gazeteleri satın alabiliyor, 25 civarında televizyon kanalını izleyebiliyoruz.
İlk aylarda kurum kütüphanesi dışında kitap gelmesi yasaktı, sonradan denetimli olarak serbest bırakıldı. Yapılan bağışlarla cezaevi kütüphanesi hayli zenginleşti. Ailemden de kitap isteyebiliyorum. Çok şükür kitap sıkıntısı kalmadı.
Her gün 1 saat yürüyerek, düzenli jimnastik yaparak, ilaçları sektirmeden alarak beden sağlığımı, bir düzine kronik hastalığa rağmen, korumaya çalışıyorum.
Hapiste geçen günleri değerlendiriyorum. Liseye kadar edebiyata çok meraklıydım, roman yazarı olmak idealimdi. Sonra neredeyse roman okumaktan sıkılır hale geldim. Cezaevinde edebiyatla ikinci baharı yaşıyorum. Utanılacak düzeydeki eksiklerimi gideriyorum. Ama felsefe ve sosyal bilimleri de elbette ihmal etmeden.
Elle yazmayı neredeyse unutmuş olduğumdan ve bilgisayar da yasak olduğundan yazmaya daha az vakit ayırabiliyorum. Yine de 6-7 kitap için hazırlık yaptım. Eğer serbest kalırsam, ömrüm elverirse bunları tamamlamayı umuyorum. Pek çok dost ve okurumun anılarımı beklediğini biliyorum. Ölmeden sözümü yerine getirmeyi çok istiyorum.
Bazı şeyleri hapiste daha iyi anladım. Bunlardan biri, dinin ve özellikle dindarlığın ne demek olduğu. Teorik olarak anlamıştım, ama şimdi pratikte de görüyorum. Dini inançlar, insanoğlunun karşılaştığı felaketlerle başa çıkabilmesi için vazgeçilmez. Dindar insanlar arasında yaşayarak, dindarlığın inanç kadar ibadet olduğunu da daha iyi anlıyorum.
Elitizmin, yani seçkinciliğin demokrasi ve hukuk devleti açısından tehlikelerini görebilmiştim ama popülizmin, yani halk dalkavukluğunun da aynı ölçüde tehlikeli olduğunu yaşayarak öğreniyoruz.
Biz gazeteci ve yazarların haksız yere tutuklanmamız ve hapse tıkılmamıza tepki veren, itiraz eden, bizimle dayanışma gösteren siyasilere, yerli ve yabancı meslektaşlara şükran borçluyum. Sağolsunlar! Buna karşılık, haksızlığa uğradığımızı bildikleri halde söz konusu dayanışmayı göstermekten kaçınanlara kırgınım. Ama haksızlığa uğradığımızı bilsinler, yeter.
Mektubumu, Türkiye’nin ilk liberal düşünürlerinden Halide Edip Adıvar’ın Kurtuluş Savaşı anılarını içeren Türkün Ateşle İmtihanı adlı kitabının son satırlarıyla bitiriyorum: “Hürriyet denilen şey, tıpkı aşk gibi, her gün yeniden kazanılması gereken bir şey…”
Hepinize içten sevgi ve selamlarımla.
Şahin Alpay (Tutuklu)
Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, 9. Bölüm C3 BLOK – ODA 17 Ekim 2017