“Eğer yürüdüğünüz yolda zorluk ve sıkıntı yoksa bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz!”
(Bernard Shaw)
80 yaşını aşmış emekli bir Almandı Rabenau.. Yaşlıydı ve hastaydı...
Sıklıkla hastaneye yatırılıyor, kısa süreli tedaviden sonra tekrar eve gönderiliyordu.
Kemoterapi görüyordu Rabenau, çünkü kanserdi.
Evde yatarken bir gün, yakınlarına “Birol” dedi fısıltıyla, “Birol nerede?”
Herkes şok olmuştu…
Bundan birkaç ay sonra başka bir hasta, yer hastane odası...
Yatakta 50’li yaşlarda yorgun düşmüş, bitkin bir hasta yatıyor. Şuuru kapalı...
İsmi Birol…
Beyin tümörü var..
Almanya’ya birkaç ay olmuş geleli.. Bartınlı başarılı bir iş adamı ve son dönem mazlumlarından. Zalimler, imanından başka davası olmayan bir işadamı olan Birol Dikyurt’u terörist ilan etmiş. Tutuklamaya kalkışmış. Malına mülküne çökmüş. Hayatında köpeğe bile ‘hoşt’ dememiş bir karaktere sahip Birol bey…
Tetkik, teşhis ve ameliyat…
Yapılan operasyonla tümörden kurtuluyor ama maalesef tekrar nüksediyor rahatsızlık…
Ve ağır koma durumu…
Beklenen vuslat yaklaşıyor…
Herkes üzgün…
Birol Dikyurt mütebessim bir şeyler fısıldıyor. Yorgun dudakları kımıldıyor ama anlamak çok zor…
Yaklaşıyorlar yanındakiler.
Odada sessizlik. Kuruyup, yorgun düşmüş dudaklar fısıltıyla konuşuyor:
“Rabenau nerede?”
Rabenau onun hastanedeki oda arkadaşı. Bir süre beraber kalmışlar. Alman ihtiyar, kendisine göre genç sayılan, ancak rahatsızlığı kendisininkinden çok daha ağır olan bu kişiyi ilk başlarda anlamıyor. Bir süre sonra gönül dilini çözüyor bu iki kanser hastası. Ve belki de ahirete taşınacak bir dostluğun temelini atıyorlar. Rabenau Birol’u özlüyor resmen. Bir süre ayrı kalınca, “beni hemen hastaneye götürün” diyor ve götürüyorlar.
Kimi zaman da Birol Bey’i götürüyorlar onun evine…
Ölüm döşeğinde bile İla-yı Kelimetullah’tan başka bir şey düşünmesen ve bence bu asra birkaç değil, birkaç yüz beden büyük bir şahsiyeti kaybetmenin ızdırabını mı, utancını mı yaşayayım bilemedim.
Beş kuruş için cinayet işlenen bir ülkede yaşıyoruz, birbirimizi kandırmayalım. 50 liraya adam öldürecek yaratıklar var bu memlekette.
Çoğumuza göre zengin sayılabilecek bir işadamının malına mülküne çöküyor haydutlar. Üstelik zulmediyorlar. Önce Afrika’ya, ardından Almanya’ya gidiyor.
Kader işte, fazla uzak kalmasın istiyor Rabb-i Rahim’i sanki…
Hastalık zuhur ediyor.
Kendisinden başka herkesin morali bozuluyor.
Bir tek etkilenmeyen Birol Bey’in kendisi. Bir terslik var, o herkesi teselli ediyor adeta!
Tek üzüntüsü var, rahatsızlığı dolayısıyla yeterince koşturamamak.
Bir dostu “Sanki hasta olan bizdik, iyi ve sağlıklı olan oydu” diye hayretlerini ifade ediyor hüzünle.
Aslında tüm dünyanın hasta olduğunu biliyordu rahmetli.
Üzüntüsü, elindeki reçeteyi daha fazla insana ulaştıramamanın ızdırabındandı.
Neredeyse her gün yanında olan bir dostu şöyle diyor:
“Ben Hocaefendiden Sahabelerin hayatını çok dinledim. Bayılıyorum dinlemeye.. Size yemin derecesinde söylerim ki, Birol Bey’den Sahabe hissi alıyordum, o kadar farklıydı, o kadar mümindi.”
İzlemişsinizdir hayatının son demlerinde bir arkadaşı kamera tutmuş kendisine…
Hayatının hiçbir döneminde sızlanmayan bir mümin, ölüm döşeğinde mi sızlanacak!
Tam tersi…
En umutsuz, sıkıntılı, bunalım anlarında bile yüzü tebessüm eden bir yiğit var yatakta.
“Abiler hizmete devam etsin” diyor vasiyet olarak.
Üzüntü, kendisinin bu koşturmacadan geri kalmasına.
Abiler dediğine bakmayın, 7’den 70’e tüm hizmet insanını kastediyor Bartınlı Birol.
Yiğit Birol, mütevekkil Birol…
Ona göre her hizmet insanı yaşı kaç olursa olsun ya abidir ya da abla!
Liseli öğrenciye de abi diyor, ilkokullu minicik kıza abla dediği gibi.
Bu kadar musibet, zulüm, haksızlık karşısında of bile demeden ve çatlarcasına koşan bir küheylan misali vuslatına koştu Birol Dikyurt…
Bir gurbet ülkesinde, gurbet şehrinin hastane odasında teslim etti emanetini.
Huzur içinde, kalben mutmain olarak…
Naaşı ise pazartesi öğlen namazını müteakip istirahatgâhına tevdi edilecek.
Bizi şahit yazmasını istiyoruz Rabbimizden, onun yiğitliğine..
Ahir zaman yiğitlerinden en mütevazı olanıydı belki de..
Rabbim cennetine alsın tüm sevdikleriyle..
Amin..
Seyfi Mert