Evet, güneşten daha parlak ve Cennetten daha güzel olan Kur’an ve iman hizmeti uğrunda her şey fedâ edilir. Onun için Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Hapishanede talebelerine yazdığı bir mektupta diyor ki:
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
“Diğer yerlere göre en sıkıntılı ve en soğuk olan bu hapsin zahmet ve meşakkatini çekenlerden, elbette bu hapsin sebebinde, derecesine göre bir kaçınmak meyli olacak. Fakat onun zâhiri sebebi olan Risale-i Nur’un o zahmet çekenlere kazandırdığı iman-ı tahkiki ve iman-ı tahkiki ile hüsn-i hâtime (imanla kabre girmek) ve şirket-i mânevîye ile yüzlerce insan kadar sâlih ameller kazanmak, o acı zahmeti, tatlı bir rahmete çevirdiğinden, bu iki neticenin fiyatı, sarsılmaz bir sadakat ve sebatkârlıktır. Onun için, pişman olmak ve vazgeçmek büyük bir zarardır.
“Risale-i Nur talebelerinin dünya ile alâkası olmayan veya pek az bulunanları için bu hapis daha hayırlıdır, bir cihetten hürriyet yeridir.
“Alâkası bulunan ve idaresi (geçimi) yerinde olanlara sarf edilen paraları, kat kat sadakalara ve geçirilen ömür saatleri kat kat ibadetlere çevirmesinden, şikayet yerine şükür etmeleri gerekiyor.
“Fakir ve zayıf kısmı ise zaten hapsin haricinde, faydasız şeyler, mesuliyetli meşakket verdiğinden, bu hayırlı, çok sevaplı, mesuliyetsiz ve arkadaşlarının karşılıklı tesellileriyle hafifleşen meşakkat, onlar için hamd ve şükre vesiledir.”
“Madem biz böyle sarsılmaz, en yüksek, en büyük, en ehemmiyetli, fiyat takdir edilmez derecede kıymetli ve bütün dünyası ve canı ve cânânı pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakikatın uğrunda ve yolunda çalışıyoruz; elbette bütün musibetlere, sıkıntılara ve düşmanlara tam bir metanetle mukabele etmemiz gerekir. Hem, belki karşımıza aldanmış ve aldatılmış bazı hocalar, şeyhler ve zâhirde müttakîler çıkartılır. Bunlara karşı, birliğimizi, dayanışmamızı muhafaza edip onlarla uğraşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek gerektir.”
“Bazı sebepler yüzünden, ben en ziyade Hüsrev’i, Hâfız Ali’yi, Tâhirî’yi sıkıntıda tahmin ettiğim halde, en ziyade temkin, teslim ve kalb rahatı onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyordum. ‘Acaba neden?’ der idim. Şimdi anladım ki, onlar, hakikî vazifelerini yapıyorlar, mânasız boş şeylerle meşgul olmadıklarından, kaza ve kaderin vazifelerine karışmadıklarından, enâniyetten gelen kendilerini beğendirme bulunmayıp tenkit ve telaş etmediklerinden, temkinleriyle, metanetleriyle ve tam bir kalb tatminiyle Risale-i Nur talebelerinin yüzlerini ak ettiler, dinsizliğe karşı Risale-i Nur’un mânevî kuvvetini gösterdiler. Cenab-ı Hak onlardaki nihayet tevâzu ve mahviyette tam izzet ve kahramanlık seciyesini bütün kardeşlerimize teşmil ettirsin.
“Ben bu gece Eski Said’in izzetli damarı ile, ellerimiz kelepçeli beraber süngülü askerlerle (hapisaneden mahkemeye ) sevkimizi düşündüm, şiddetli bir hiddet geldi. Birden kalbe ihtar edildi ki; hiddet değil, belki tam bir iftiharla şükür ve sevinçle bu vaziyeti karşılamak lazım. Çünkü şuur sahibi varlıklar ve haddü hesaba gelmeyen meleklerin, ruhânilerin ve insanlardan ehl-i hakikatın ve ehl-i vicdanın ve tahkîkî iman sahiplerinin nazarlarında, hak, hakikat, iman ve Kur’an yolunda bu asra meydan okuyan bir kahramanlar kâfilesi suretinde görünüyorsunuz. Bunların teveccühü ise, Allah’ın rahmetini ve İlahî kabulü gösteren bu yüksek takdir ve beğenmeye karşı mahdut bir kısım serseri, haylaz ve beyinsizlerin tahkir ederek bakmalarının hiçbir önemi olamaz. Hatta bir gün hastalık için araba ile gittiğim zaman, çok ağırlık hissettim. Sonra sizin gibi elim bağlı beraber gittiğim vakit, büyük bir inşirah ve mânevi bir ferah hissettim. Demek o hal, bu sırdan ileri gelmiş.
“Çok defa söylediğim gibi yine tekrar ediyorum ki, tarihte Risale-i Nur talebeleri gibi hak yolunda pek çok hizmet eden ve pek çok sevap kazanan ve pek az zahmet çeken görünmüyor. Biz ne kadar zahmet çeksek yine ucuzdur.” (On Üçüncü Şua)
Evet aynen öyledir…
Safvet Senih