Aksiyon Dergisi'nden Haşim Söylemez'in haberine göre; Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana'nın “
Kürt sorununu çözerse ancak
Başbakan çözer” açıklamasından sonra önemli gelişmeler yaşandı. Zana ile Başbakan
Tayyip Erdoğan bir araya geldi ve bir
diyalog süreci başlamış oldu. Ardından Zana, Başbakan ile ne konuştuğunu Meclis'teki basın toplantısında açıkladı. Kimilerine göre bu çıkış; Kürt meselesinde acılar çekmiş bir kadının sorunları dile getirmesi ve ‘barışa' ya da ‘çözüme' giden yolda atılmış önemli bir adımdı. Fakat Zana'nın mensup olduğu kanattan sert eleştiriler geldi.
Öncelikle Başbakan-Zana görüşmesinin önemli olduğunu ve asla küçümsenmemesi gerektiğini belirtmek gerekiyor. Ama görünenle perde arkasında oynanmak istenen çok farklı olabilir.
Başbakan Erdoğan, Zana ile buluşmasının içeriğine dair bir açıklama yapmadı; “
Hayırlı bir görüşme oldu” demekle yetindi.
Aslında Zana; Öcalan ve Kandil'in, dolayısıyla BDP'nin talepleri dışında bir şey istemedi. Sadece talebi ‘
Türkçe' kelimelerle ve daha yumuşak ses tonuyla Başbakan'a aktardı: “
Oslo görüşmeleri bir milat, kaldığı yerden devam etsin. Devlet kendi
halkına karşı işlediği suçlardan ve hatalardan dolayı özür dilesin.
İdam tabusunu yıkan bu
ülke Öcalan'ı pekâlâ
ev hapsine alabilir, bu çok hayati. Seçmeli
ders (
Kürtçe) olumlu ama
Kürtlerin taleplerini karşılamaktan uzak. ‘Silahları bırakın, operasyonlar durur' söylemi gerçekçi değil; halklarımıza artık söylem ve söz yetmiyor,
silahların bırakılması için somut adımlar atılsın.”
Zana'nın 6 maddede özetlediği görüşme içeriğinin bir de dile getirilmeyen noktaları vardı. Mesela, KCK
tutuklularının serbest bırakılması, Kürtlerin
siyaset dili ve
politika biçimine dokunulmaması, Demokratik Toplum Kongresi'nin ilan ettiği özerklik uygulamalarına geçilmesi, polislerin görev alanı ve sınırlarının
bölgede sınırlandırılması, özel
yetkili savcıların merkezî bir noktadan yönetilmesi bunlardan bazısı. Kandil'den bir barış ekibinin
Türkiye'ye yargısız ve şartsız gelmelerine izin verilmesi de Zana'nın Başbakan'a ilettiği taleplerden biri.
Görüşmenin ne anlama geldiğine bakmadan önce süreci hatırlamakta yarar var. Önce gazeteci
Avni Özgürel ile görüşen Murat
Karayılan “Başbakan Tayyip Erdoğan muktedir adam, bu işi çözebilir.” çıkışını yaptı. Bu açıklamadan kısa süre önce Avrupa'da bulunan
PKK'lı Adem Uzun'a verilmiş bir
mektup Kandil'e ulaştı. Mesajı alan Karayılan söz konusu açıklamayı yaptı. Ne var ki açıklama üzerine
Dağlıca baskını oldu ve şehit haberleriyle Karayılan'ın sözleri çelişti. Buna rağmen Başbakan Erdoğan, Zana ile görüştü. PKK'nın içindeki liderlik savaşında Karayılan her ne kadar devre dışı kalmış olsa da eylemlerin danışıklı yapıldığı anlaşılıyor. Nitekim Karayılan daha sonra bunu
itiraf etti: “Biz
karakol basmayız demedim.” Kandil'de başlayan istihbarat savaşları ve liderlik kavgası Zana'ya verilen tepkilere de yansıdı. İlk tepki PKK'dan geldi. Bütün liderler, Zana'nın çıkışını anlamsız buldu ve onu siyaseten kızağa çekme tehdidinde bulundu. Aslında Zana cephesinde bir değişiklik yoktu. Zana, “PKK Kürt'tür, Kürt silahtır” minvallinde cümleler kullanabildiği gibi, barışa dair “Artık kan dökülmesin, acılar dinsin” diyebilen bir siyasetçi. Ama gelgitli söylemleri bile Kürtler nezdinde makes buluyor ve Zana'yı bir fenomene dönüştürüyor. Zana ilk çıkışını 2004'te cezaevinden çıktıktan sonra yaptı, bir nevi liderlik turları attı, gittiği her yerde en çok ilgi gören kişi o oldu. ‘Yeni lider' söylemleri bile başladı; ama bu serüven kısa sürdü. Önce Kandil'den, ardından Öcalan'dan uyarı aldı. Sonra ortalardan kayboldu. 2004
Nevruz'unda ortaya çıktı ve Öcalan'ın ablası Fatma Öcalan'ın elini öperek barıştığı mesajını verdi. Zana yine kayboldu, ta 2007'deki Diyarbakır Nevruz kutlamalarına kadar.
O tarihte Barzani ve Talabani ile birlikte Öcalan'ı Kürtlerin üçüncü lideri ilan etti ve ağzından bir cümle kaçırdı: “Öcalan bir yıl sonra aranızda olacak.” Son seçimde meydanlara çıkan Zana, sessiz bir hayat sürerken birden Başbakan'a yönelik açıklama yaptı ve Erdoğan ile buluşarak gündeme oturdu.
Leyla Zana'nın Başbakan ile buluşması, Kandil'i kızdırdı, BDP'yi küstürdü, bir kısım Kürtleri ise sevindirdi. Türkiye, bu zamana kadar muhatap aldığı Öcalan'ı bırakıp yüzünü Kandil'e çevirmişti. Fakat Kandil'in karışık ve esintili havası ve
Habur vakasından sonra rota yeniden, yöntemi farklı olmak kaydıyla
İmralı'ya çevrildi. İddiaya göre, devlet Kandil'i devre dışı bırakmadan Öcalan ile irtibata geçmek istedi. Bu adım Kandil'i ziyadesiyle öfkelendirdi. Dağdan ‘devlet ile anlaşıyor' mesajı yayılarak sembolik liderliği dışında Öcalan tamamen gözden çıkarıldı. Hatta ilk defa PKK yanlısı yayınlarda Öcalan eleştirildi.
PKK'nın bildiği tek yol
Zana'nın son çıkışı dengeleri epey sarstı. Kandil'de Zana'nın taleplerine ‘
evet' diyen rütbesiz militanlar ile ‘hayır' diyen liderler arasında bir kopukluk başladı. Kamplardan ‘biz dururken Zana kim oluyor' itirazları yankılanıyor. Oysa Zana'nın Başbakan'a ilettiği talepler Kandil'in istediklerinden farklı değil ve KCK sözleşmesi ile birebir örtüşüyor. Ama liderler arsındaki sorun, bazı yöneticilerin devre dışı kalması ve görüşmelere göre dağdan indirilecek militanlar dışında bırakılmaları öfkenin ana sebebini oluşturuyor. Çünkü bu yöneticiler (175 kişi) şartlar ne olursa olsun Kandil'den inemeyecek. Kandil'de “Biz yıllarca dağda mücadele verirken, karar merciinde bir kadının olması kabul edilebilir değil” düşüncesi de hâkim. BDP ise hâlâ Zana sendromunu üzerinden atabilmiş değil.
Basına yansıdığı gibi Öcalan, BDP ve
avukatlarıyla irtibatını koparmış durumda. Adalet Bakanlığı'na yazdığı mektupta avukatlar için ‘beni kandırıyorlar' diye ağır bir ithamda bulunuyor ve onlarla görüşmek istemediğini anlatıyor. Bakanlık mektubu doğruluyor. Öcalan ile resmî yoldan görüşen son kişi kardeşi
Mehmet Öcalan da “Bu işi Başbakan çözer.” dedi. BDP
Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Zana'ya öfkesini “Hayırlı olsun!” diyerek ifade etti. Kandil'den Duran
Kalkan ise “
Askerî çözüm sürecindeyiz.” sözüyle eylemlere devam edeceklerini ilan etti. Gerçekten de PKK'nın eylemleri devam ediyor, illere taşınan patlayıcılar ele geçiriliyor ya da patlatılıyor. Yani PKK bildiği tek yol çatışmayı devam ettiriyor.
Peki, Leyla Zana Başbakan Tayyip Erdoğan görüşmesinin arkasından bazı yorumcuların söylediği gibi ‘barış' mı geliyor? Zana sanıldığı gibi duygusal yönünü öne çıkarıp vicdanı ile konuşmuş değil. Sadece barışı bazı şartlara bağlayarak Başbakan'a sunmuş oldu. Bir nevi devletin şartları olgunlaştırması ve büyük tavizler vermesini talep etti. Zana'nın Öcalan ile görüşüp görüşmediği de bu süreçte çok konuşuldu. Aldığımız bilgiye göre görüşme gerçekleşti. Önce
Mesud Barzani ile Öcalan arasında
iletişim kuruldu. Ardından Zana-Öcalan teması sağlandı. Son olarak 25-26 Haziran tarihlerind
e devletin resmî görevlileri Öcalan ile görüşerek yapılacakları derinlemesine masaya yatırdı.
Görüşmenin bilinmeyenleri
Aslında sıradan gibi görünen Başbakan-Zana görüşmesi tarihî bir nitelik taşıyor. Tarihî olan Zana'nın kabul edilmesinden ziyade, görüşmede konuşulan konular.
İddiaya göre, gündeme gelen konular arasında hem Oslo'da hem de KCK sözleşmesinde dile getirilen noktalar da vardı. İşte konuşlan o maddeler ve perde arkası.
OSLO GÖRÜŞMELERİ: Leyla Zana, Başbakan'a bu görüşmelerin bir milat olduğunu ve devam etmesi gerektiğini söyledi.
Oslo görüşmeleri KCK/PKK taleplerinin en iyi sıralandığı bir görüşme. Burada alınan kararlar çok önemli. Türkiye'nin taviz vermesi gibi görünen süreç iyi işletilirse PKK'yı bitirebilir. Oslo artık bir sürecin adı ve kavramsal bir terminolojiye dönüştürüldü. Yani Oslo'da karara bağlanan maddeler değişik platformlarda konuşulmaya ve uygulanmaya devam ediyor. Devlet, Oslo'dan sonra da PKK ile (Kandil'de) görüşmeler yaptı. Fakat görüşmeler KCK/PKK'nın eylemleri yüzünden sık sık kesintiye uğradı. Zana-Başbakan görüşmesi kesilen Oslo sürecinin devamı niteliğinde oldu.
ÖZÜR: Zana'nın dile getirdiği “Devlet halkına karşı işlediği suçlardan ve hatalardan dolayı özür dilesin” talebine Başbakan “Devletin geçmişteki hatalarını kısa sürede telafi etmek kolay değil, faili meçhullerle mücadele ediyoruz.” cevabını verdi. Ayrıca atılan adımların geçmişe dönük bir özür olduğunu aktardı.
ÖCALAN'A EV HAPSİ: Bu yeni dillendirilen bir talep değil. Konu Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye getirilmesinden beri gündemde. Hatta gazeteci
Cengiz Kapmaz adıyla çıkan ve KCK iddianamesine yansıdığı şekliye Takashi Katoda tarafından redaksiyonu yapıldığı ileri sürülen “Öcalan'ın İmralı Günleri” isimli kitapta uzun uzun anlatılıyor. (Katoda'nın gerçek adı Deniz ve bu kişi Ege Bölgesi'nde resmî görevli olarak çalışıyor.) Kitapta Öcalan'ın ev hapsi olayı şöyle aktarılıyor: “Öcalan İmralı Adası'na ulaştığında onu Hasan
Atilla Uğur isimli bir albay karşıladı.
Albay'ın çok özel bir misyonu vardı.
Genelkurmay Başkanı
Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafından temsilci olarak gönderildiğini söylüyor; Öcalan'a çok büyük bir hüsnüniyet gösteriyordu. Albay'ın Öcalan'a ilk sözü, ‘Ortada bir oyun var. Bu oyunu birlikte bozalım' oldu. (Öcalan'ın ağzından) İlk geldiğimde Genelkurmay temsilcisi beni karşıladı. ‘Sana büyük işler düşüyor. Aflar falan gündeme gelebilir' dedi. ‘Sizinkiler ne biçim savaşıyor, onları engelle. Ben de ‘bu konuda üstüme düşeni yaparım' dedim. Söylemleri mantıklı geliyordu. Benim dışarıdayken yapmayı düşündüklerime denk düşüyordu. Genelkurmay temsilcisi başta ‘kardeşlik' lafını kullandı. Olumlu buldum. Temsilci önemli biriydi hatta bana ‘Sen içeride bile uzun kalmazsın' demişti. ‘Sorumlu devlet bir şeyler düşünüyor' dedim. ‘Tamam,
isyan etmeyelim, kardeşçe çözelim' dedim.” (27
Ağustos 2002 tarihli görüşme)
Öcalan'a ev hapsi meselesi bu tarihten sonra sık dillendirilmeye başlandı ve çözümün temel şartı olarak ortaya kondu. 2012 için de gerçekleştirilmesi planlanmış ve bunun için toplumsal zemini hazırlanmaya başlamıştı. Ama ardı ardına gelen PKK saldırıları planın hayata geçmesini mümkün kılmıyor.
KÜRTÇE EĞİTİM: Zana'nın “
Seçmeli ders olumlu ama Kürtlerin ana dilinde eğitim taleplerini karşılamaktan uzak” cümlesine Başbakan'ın “Bu konuda ciddi adımlarımız oldu, bunları yok saymak haksızlık olur.” dediği belirtiliyor. Başbakan'ın ayrıca Kürtçe televizyon, seçmeli ders ve üniversitelerde açılan Kürtçe bölümleri hatırlatarak bu adımların süreci pekiştirdiğini söylediği vurgulanıyor. Zana'nın ise “Bazı kavramlar sorun oluşturuyor, seçmeli ile eğitim dili olarak serbestlik ayrı konular.” şeklinde görüşlerini paylaştığı ileri sürülüyor.
SİLAHLARI BIRAKMA: Zana, “Silahları bırakın, operasyonlar dursun.” söyleminin halk tarafından gerçekçi bulunmadığını, ancak silahlı güçlerin bir kısmı bölgeden çekilirse inandırıcı olacağını ifade ediyor. Hatta bir ilave daha yapıyor. PKK'nın artık
kontrol edilemediğinden şikâyet ediyor.
Başbakan ise silahlar susmadan operasyonların bitmeyeceğini kesin dille Zana'ya aktarıyor. Zana silah bırakılması için somut adımların atılmasını Başbakan'dan talep ederken, Başbakan, “Gereken adımlar atılıyor ama karşılığı bize
karakol saldırısı ve şehir eylemleri olarak dönüyor.” şeklinde
cevap veriyor.
KCK: Zana'nın açıktan söylemediği görüşme maddelerinden birinin KCK tutuklularının serbest bırakılması olduğu iddia ediliyor. Zana'nın bunun için yeni bir
düzenleme yapılmasını
teklif ettiği de söyleniyor.
POLİS VE SAVCILARIN YETKİLERİNİN KISITLANMASI: İddiaya göre, Zana bölgede görev yapan polis ve diğer kolluk kuvvetlerinin bazı yetkilerinin kısıtlanmasını istedi.
Polisin
KCK operasyonlarında yetkisini aştığını iddia etti. Ayrıca savcıların yetki konusu da görüşmede gündeme geldi.
Zaten ÖYM'lerin kaldırılmasıyla bu sorun otomatik olarak çözülmüş oldu.
2. HABUR: Zana, barışın ve atılan adımların somutlaştığını halk nezdinde göstermek için Kandil'den bir grubun şartsız ve hiçbir mahkemeye veya
teknik takibe tabi tutulmadan Türkiye'ye geçişlerine izin verilmesini istedi. “Bu barışın yeni adımı olsun.” diyen Zana, bir anlamda ikinci Habur talebini seslendirmiş oldu.
DEMOKRATİK ÖZERKLİK: Görüşmenin ana temasını bu madde oluşturdu. Zana, özerkliğin Türkiye'nin yararına olacağını söyledi.
Eyalet sitemine geçilip 8 ilin özerkliğe dâhil edilmesiyle sorunun daha kolay çözüleceğini savundu. Başbakan ise
demokratik özerklik için Türkiye'nin şartlarının daha önde olduğunu ve devletin planladığı şekilde bir özerkliğin ancak mümkün olabileceğini ifade etti. Ancak Erdoğan'ın bütün bunların olabilmesi için PKK'nın tamamen silah bırakması gerektiği şartını koştuğu belirtiliyor.
Peki, Türkiye özerklik olayına nasıl bakıyor? Aslında Türkiye bu konuda Barzani başkanlığında Kürt Bölgesel Yönetimi üzerinden bir hamle yapmak istiyor. Geçmişte Barzani Kerkük'ü ortak yönetme şartıyla Türkiye'nin kendisine hamilik yapmasını ve bağımsızlığını ilan etmek istediğini belirtmişti. (Konu 23
Nisan 2012 tarihinde ‘Barzani inisiyatif alıyor' başlıklı haberimizde yer almıştı.) Son görüşmelerde Barzani-Öcalan yakınlaşmasının masaya yatırıldığı ve meselenin üzerinde çalışılmaya karar verildiği belirtiliyor. Ancak Barzani'nin, kurulu düzenin bozulmasından korktuğunu ilettiği belirtiliyor. Çünkü Kürt yönetimi Türkiye'nin siyasi himayesinde olacak, özerklik ise ‘
Kürdistan'ın bir parçası şeklinde olacak. Bu formülün Amerika'da kabul gördüğü ve üzerinde çalışmalar yapıldığı belirtiliyor. Öcalan bu şartı kabul etmiş durumda. Ama PKK bu konudan son derece rahatsız.
Bu arada hesapta olmayan yeni aktörler de özerklik konusunda ortaya çıkmaya başladı. Celal Talabani de, Barzani'nin ‘Kürtlerin lideri' olarak lanse edilmesinden ve ‘Kürdistan' adına karar vermesinden rahatsız. Talabani'nin, Kandil ile iletişime geçtiği ileri sürülüyor. İddiaya göre
Cemil Bayık üzerinden bağlantıya geçen Talabani, Türkiye Kürtlerine kendi kaderlerini çizmelerini salık verdi ve bu konuda yardımcı olmak istediğini belirtti. Talabani daha önce Cemil Bayık'ın lider olmasını istemişti. Bu talebi Osman Öcalan'a mektup göndererek ifade etmişti. Ancak mektup PKK Konseyi'nin eline geçince Bayık'ın liderlik hayali suya düştü. Talabani burada hem Barzani'yi dengelemek hem de bu hareketlilikte rol kapmak istiyor. Geçen hafta Selahattin Demirtaş'ın Talabani yönetimi ile görüşmesinin tam bu sırada gerçekleşmesi manidar. Aynı tarihlerde Talabani bölgesinin yeni aktörü Goran Hareketi lideri Neşirvan Mustafa ise İran'a gidip burada temaslarda bulundu. Bu, meselenin çok bilinmeyenli bir denkleme dönüştüğünün göstergesi.
Bu sırada mayıs ayında bazı Kürtlerle temas kuran Amerikalı yetkililerin ‘demokratik özerklik' alternatifine sıcak durmasını kayıtlara geçirmek gerekiyor.
KCK sözleşmesi ve Oslo notları
Oslo görüşmelerinde
örgütün talep listesi, KCK yapılanmasının nüvesini oluşturuyor. Aslında Oslo görüşmelerinin muhtevası zaman zaman BDP'li yöneticiler, PKK ve Öcalan'ın avukat görüşmelerinde açıklandı. Bunun için Öcalan'ın avukat görüşmelerine bakmak yeterli. Buradan hareketle KCK/PKK'nın masada hangi pazarlıkları yaptığını kestirebiliriz. İşte o pazarlık maddelerinden bazısı: “Öcalan'a ev hapsi, Kürtlere kültürel haklarının verilmesi, özerkliğin ilan edilmesi, Hakikatleri
Araştırma Komisyonu'nun kurulması, tutuklu örgüt mensuplarının serbest bırakılması, dağdaki militanların şartsız olarak geri dönmesinin sağlanması ve gelenlere kolluk kuvveti olarak özerk bölgede görev verilmesi, özerk bölge valisinin devlet temsilcisi olması, polis ve askerlerin bölgeden çekilmesi, KCK operasyonları yapan bütün kolluk kuvvetlerinin yargılanmaya tabi tutulması; suçlu bulunanların cezalandırılması.
Asıl madde ise bütün bu şartlar yerine getirilmediği takdirde BM'nin olaya müdahale etme hakkının bulunması.
AKSİYON