Kendi ifadesi ile “
Yüksekova’da bir çete çıkarmıştım. İşte hayatım bundan sonra tamamen değişmişti” diyen
Oğuz, kitabında hala sır perdesi aralanmayan bir dizi cinayeti gündeme taşıyor. Korucu, asker, itirafçılardan oluşan Yüksekova
Çetesi’inin hala tüm yönleri ile soruşturulmadığı görüşünde olan
Hüseyin Oğuz “Yüksekova çözülseydi,
Susurluk olmazdı” iddiasında. Eski
Özel Harekât Polisi Ayhan Çarkın’ın açıklamaları ile
mezar yeri yeniden gündeme gelen eski MİT’çi
Tarık Ümit’in
Marmaris’de defnedildiğini iddia eden Oğuz,
Yeşil lakaplı Mahmut
Yıldırım ile ilgili de bir dizi bilgiye kitabında yer veriyor. Oğuz’un Paraf Yayınları’nda önceki gün çıkan kitabında öne çıkan konu başlıkları şöyle:
YEŞİL’İ FALAKAYA YATIRDILAR
“Yeşil kim? Devletin manevi şahsiyetine hakaretten ve görevli polis memuruna hakaretten kayıtlı olan, kimliğiyle beraber
Bingöl Solhan’ın köyünden olduğunu ilk olarak
Meclis Susurluk komisyonunda açıklayan kişiydim. Yeşil 1978 yılında kime hainlik etmişti. Ayaklarının altı
demirle neden yanmıştı? Herkes Yeşil’i
ülkücü olarak biliyordu. Ben de ülkücülere yaptığı o hainliği kaleme alayım. 1978 yılında Muş
Ülkü Ocakları Başkanı,
Sakık Ailesi tarafından öldürülür. Ülkücü hareket o il başkanının kanını yerde bırakmaz. O şahsı Muş merkezinde misilleme yaparak
infaz etmelerinin ardından,
genç,
Elazığ ülkü ocakları başkanlığına sığınmak zorunda kalır."
"Polis bu şahsı arar. Neticede Elazığ’da olduğunun tespit edilmesinden sonra Elazığ ülkü ocakları başkanlığı abluka altına alınarak, ülkü ocaklarının aranmak istenmesi üzerine zanlı polise teslim edilmek mecburiyetinde kalınır. Ülkücü camia içerideki köstebekleri arar ve bulur.
Köstebek Ahmet Demir takma adını kullanan
Mahmut Yıldırım’dır. Mahmut Yıldırım sorguya alınır. Ne kadar inkara çalışsa da kendisinin ispiyonculuğu ortaya çıkar. Ülkücü hareket bunu hazmedemez. Yeşil falakaya yatırılarak ayakları kızgın demirle yakılmıştır. Yeşil’in Sakıklar ile tanışması ve samimiyeti bu yıllara dayanır."
PAPAZA KASET İÇİN ÖDENEK
"
Malatya alayında
İstihbarat Şube Müdürü İrfan Yarbay vardı. Sürekli olarak yanına esmer biri geliyor, yalan yanlış bir şeyler anlatıp gidiyordu. Bu Papaz, İrfan Yarbay’ı kandırıyordu. Ben bundan çok şüphelenmiştim. Bölgede ne kadar hatırşinas insan varsa onları
PKK’cı olarak ispiyon ettiğini ve bunlardan para sızdırdığını tespit ettim ama sırası var diyordum. Bu Papaz’ın gerçek kimliğini ve köyünü tespit etmek için arkadaşlarımı PKK’cı olarak onun evine gönderdim."
"O da arkadaşlarımı PKK’cı zannederek bizimle ilgili tüm bilgileri aktarmış ve arkadaşlarım bunu öğrenip bana
rapor verdiler. Bu Papaz Arguvanlı Hasan Hüseyin Çıplak’tı. Papaz evlidir ama etrafa kendini
JİTEM’ci olarak tanıtır. Hatta ikinci bir kız kaçırır. Kızın anne ve babası üzerine gidemez. Papaz
kaset çıkaracağım diyerek istihbarat ödeneğinden para alır. Benim artık Papaz’ın kafasını koparma zamanım gelmişti. Papaz bana yanaşmaya çalıştı. Benim kendisinin bu işlerini öğrendiğimin farkında değil. Beni aptal zannediyordu."
BİTLİS’İN EKİBİ TASFİYE EDİLDİ
"Rahmetli Eşref
Bitlis ekibini oluşturmuştu. Bu
ekipte;
Tuğgeneral Bahtiyar Aydın,
Diyarbakır bölge komutanı iken Lice’de, Tuğgeneral
Temel Cingöz Adana’da, Jandarma
Albay Rıdvan Özden Mardin’de, Kazım
Çillioğlu Tunceli’de şehit oldu. Bu güzel insanlar sırasıyla birileri tarafından yok edildi. 20
Eylül 1996 tarihinde kamuoyunda Yüksekova çetesinin ortaya çıkmasında Havar kod adlı
Kahraman Bilgiç şunu ifade etmişti: “
Eşref Bitlis ve Bahtiyar Aydın’ı biz öldürdük.” Bu sözün üzerine gidilmeliydi. Üzerine gitmeye çalıştım. Başıma gelen kalmadı ama yine de yılmadım."
"Rahmetli Eşref Bitlis bu derin yapının sistemini kanıtlayan güçlü bilgileri içeren bir
dosya hazırlamıştı. Çözüm için Diyarbakır’a gidecekti. O gün ekibinde olup da annesi
hasta olan
Kazım Çillioğlu Diyarbakır uçağına son anda binememişti. Eşref Paşa’nın Diyarbakır’a gideceğini
karargah personeli haricinde bilen olmazdı. Onun için kara
havacılık okulunda hazırlanan uçağa binişinden bir saat sonra
uçak düşmüştü. Tüm ekip şehit olmuştu. Olay basında uçak
buzlanma neticesinde düştü denildi. Oysaki 18
Şubat 1997 tarihinde Meclis Susurluk komisyonunda ben şu ifadeyi kullanmıştım: 'Bu bir
kaza değil, suikasttır. C-4 ile suikast gerçekleştirilmiştir. Hangarda
nöbetçi olan er Tahir,
pilot elbisesi ile C-4’ü yerleştiren kişiyi gördü' demiştim."
BİNBAŞI ÖZEN AVUKAT ÖZER’İ UÇURACAKTI
"Gelelim 1992’ye… Niçin 1992? Çünkü suikast eylemleri planlı eylemlerdir. O yıllarda Aytekin Özen binbaşı olarak Diyarbakır JİTEM’de görevlidir. Kamuoyunda varlığı çok tartışıldı. Neden yok dendi? Çünkü amacının dışına çıkmıştı. Artık
kontrol edilemiyordu. 1992 yılında Amerikalı, bir ayağı topal
emekli bir albay,
siyah bir çanta dolusu C-4 ile geldi. Bu çanta dolusu C-4’ü Aytekin Özen ve Yeşil’e verdiği tüm istihbarat birimlerince biliniyordu. Aytekin Özen bu işin uzmanı olarak onu Diyarbakır JİTEM’de iken denedi. Örneğin Avukat Mustaf Özer olayında denendi. Niçin Eşref Bitlis ve ekibi hedefti? Çünkü
jandarma JİTEM sayesinde kirletilmişti. JİTEM’de kimin ne yaptığı bilinmiyordu."
TARIK ÜMİT BAŞKA İSİM ALTINDA GÖMÜLDÜ
"Elazığlı
Eyüp Tuncay arkadaşım, yalnız kaldığımızda, emekli olacağını ama çok önemli bir olaya
tanık olduğunu ve onu da benimle paylaşacağını söyledi ve ben de olur dedim. Ama telefonla görüşeceğimiz zaman, gömlekçi olarak beni arayacağını söyledi. Ben emekli oldum. Eyüp de emekli olmuştu. Onun da benim gibi hiçbir birikimi yoktu. Ben çobanlık yapıyordum. Eyüp bana ısrarla Tarık Ümit olayının evrakları bende var dedi. ‘Beni güveneceğim birisiyle tanıştır’ diyordu. Eyüp arkadaşım da aynı benim gibi düşünüyordu. Bana
Muğla İl Jandarma Komutanlığı’nda 1995 yılında karşılaştığı olayı şöyle anlatıyordu. Yeşil’den bahsediyordu. Gerçi ben gerçek kimliğini biliyordum ama o bilinmeyenleri anlatıyordu."
"Mahmut Yıldırım’ın Kod Adları: 1.Ahmet Demir (Bu kimliğin Jandarma Genel Komutanlığı’nda kaydı var) 2.Moruk, 3. Sakallı 4.
Hacı, 5. Yeşil...En son kullandığı kod adını ben de bilmiyordum. Diyordu ki; 4
Mart 1995’te Mahmut Yıldırım’ın Muğla İli Jandarma Komutanlığı’nın yanında Hadi Özcan ile beraber görüldüğünü anlatıyordu. Hatta 5 Mart 1995 tarihinde Muğla Marmaris bölgesinde kimliği meçhul bir cesetle karşılaştığını ve karşılaştığı kişinin Tarık Ümit olduğunu üstüne basa basa ifade ediyordu. Hatta
olay yeri incelemesinde Tarık Ümit’in kot
takım elbisesindeki düğmelerinin olmadığını ve ayaklarının içinde
marka yazan bezlerin dahi çıkarıldığını yazıyordu. Arkadaşım bu şekilde
soruşturma evraklarını hazırlıyor. Daha sonra o zamanki şube müdürü kendisini çağırıyor. İyi bir fırça atıyor. Başka bir ekip göndererek aklıselim olmayan Hüseyin Özer adına işlem yaptırıyor."
ŞEHİT TABUTU İLE EROİN KAÇIRDILAR
"Yüksekova olayında şehit tabutu ile eroin götürme olayını öğrendim, o zaman kanım durmuştu. Kısacık bahsedeyim. Bir
operasyon sırasında
Binbaşı Mehmet
Emin Yurdakul ve Kahraman Bilgiç 13 kilogram eroini kümeste ele geçirdikten sonra Astsubay Ali Kartoğlu bunları İzmir’de satarken yakaladılar. Bunlara tanık olursanız herhalde siz de feryat edersiniz."
"Bununla beraber Mehmet Emin Yurdakul adında bir binbaşı, Yüksekova’da Abdullah Canan adında bir vatandaşı öldürüp oğlundan yedi bin beş yüz mark aldı.
İtirafçı Kahraman Bilgiç’i sorgulamaya başladım. Önce
Necip Baskın’ın kaçırılması olayını şöyle anlatmaya başladı. Ben Komiser Fatih, Korucu Başı M. Emin Ergen beraber şöyle karar aldık. Necip Baskın’ın ailesinin zengin olduğunu, sıkıştırılınca tehditle para alınabileceği istihbaratını
korucunun verdiğini, bu konuyu en ince detayına kadar korucunun evinde konuştuklarını, kimin nerede ne şekilde görev alacağının kararlaştırıldığını,
yasa dışı PKK süsü vererek Necip Baskın’ı evinden Komiser Fatih’in kırmızı arabasıyla alarak
özel harekatçı polislerin kaldığı yere, arka kapıdan
mescit olarak kullanılan yere götürdüklerini, şahsın orada olduğunu anladık.. Yüksekova’nın bir köyünde 12 kg eroini ben Komiser Fatih, Mehmet Emin Yurdakul’un komutasında bir operasyonda kendisinin bulduğu bu eroinle beraber 4 adet tabanca yakalandığını, vatandaşı Mehmet Emin Yurdakul’un para karşılığında bıraktığını anlattı."
"Kahraman Bilgiç,
Dağlıca bölgesinde bir operasyon sırasında
yaşlı bir çobanı öldürdüklerini, buna çok ama çok üzüldüğünü, çünkü bu yaşlı “beni öldürecekseniz namazımı kılayım” der ama Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul öldürülmesini ister. Neden mi? Bu çobana gelmeden, yani karşılaşılmadan önce iki çobanın öldürüldüğünü görmüş olabileceğini, olayın tanığı olmamasını söyler ve öldürülür. Dört silahtan birini Ali
İhsan Zeydan’a
hediye ettiğini, belediye başkanı seçilmesi halinde avantamı isterim diyerek verdiğini, devam ediyordu; Kahraman Abdullah Canan diye bir vatandaşın Yüksekova Komadno Taburu’nda Mehmet Emin Yurdakul tarafından öldürüldüğünü, öldürülmeden önce
Hakkari merkezinde, Abdullah Canan’ın yeğeni Esat Canan ile görüştüğünü, Abdullah Canan ile ilgili bilgi vermesi halinde Esat Canan’dan mark karşılığında para aldığını, bu aldığı paranın bir kısmını
Hamdi Poyraz’a ve Kemal Ölmez’e verdiğini anlatınca, Abdullah Canan olayı çözülmeye başlamıştı."
VELİ KÜÇÜK’TE 124 KASET VARDI
"Bir gün Anıttepe Jandarma misafirhanesine geldim. Orada dışarıda otururken 1978 yılında
mezun olan Jandarma Astsubay Sedat Tatar beni tanıyordu ki yanıma yanaşarak cep defterime eliyle 0532 31560.. numaralı telefonunu yazdı. Yazmadan önce sen beni önce bulsaydın çok önemli bilgiler verirdim, dedi. Bu bilgi ne idi diye sordum. Kendisi Gebze’de görevli iken
Korkut Eken ile Yeşil’den bahsediyordu."
"Bu şahısların
İzmit’te polisle bir çatışmaya girdiğini, bu açığa çıkmaması için İzmit alayına
Veli Küçük’ün yanına uğradıklarını, kendisinin bunlara tanık olduğunu, güvenilir bir milletvekili ile tanışması halinde
Veli Küçük ile ilgili açıklama yapacağını anlatıyordu. Sen bunları açıkla dedim. Kendisi emekli olunca açıklayacağını söyledi. Peki neden bana anlatma gereğini duymuştu. Demek ki rahatsızlığı vardı. Anlatımına devam ediyordu. Veli Küçük’te 124 adet
küçük kaset var diyordu. Bunları da
şantaj olarak kullanıyor diyordu. Beni güvendiğin birileriyle tanıştır diyordu."