Dönemin
tanıkları, yaşadıkları ve şahit oldukları
akıl almaz işkenceleri ayrıntılarıyla anlatıyor. Kimisi 6 ay işkence altında sorgulandığını kayda geçiriyor, kimisi günlerce elektrik verilip insan pisliği yedirildiğini. Sorguda kafasına çivi çakıldığı için ölenler bile olmuş.
12
Eylül iddianamesinde, bireysel hak ve özgürlüklerin '
sanal ve dokunulmaz bir devlet anlayışına feda edildiği' belirtiliyor. Toplumun kaosa sürüklenmesi için düzenlenen provokatif olaylar tek tek sıralanıyor. Cuntacıların, müdahale için 'şartların oluşmasını beklediği' kaydediliyor.
12 Eylül darbesinin ardından cezaevlerinde yaşanan işkencelere de değiniliyor. Şöyle deniliyor: "Cezaevleri ve
gözaltı merkezlerinde insanlık dışı uygulamaların sonucunda ölümler meydana geldi. Darbe ile yönetimin şeklen de olsa
sivillere devredildiği 1983'e kadar gözaltı ve cezaevinde ölenlerin toplam sayısı 191 kişiydi." İddianamede, o dönemde yaşanan işkenceler de tek tek aktarılmış.
İşkenceyi yaşayan ve şahit olanların ağzından ayrıntılı olarak aktarılıyor. İşte o ifadeler:
Hamile kadın, karnındaki bebeği için
yalvardı: N'olur elektrik vermeyin
İbrahim
Ünal: "Sorgum 75 gün sürdü... Kabadayak,
kulak memesi, cinsel
organ, dil, diş ve parmaktan her gün elektrik veriyorlardı...
Adli Tıp'a girdik, ayaklarım patlamış, ayakta duramıyorum. Doktorun cümlesini asla unutmam: 'Evet ayakların şişmiş ama çok yürüdüğüm zaman benimkiler de şişiyor... Yaşadığım işkence sürecinde, en çok canımı acıtan olay, hamile bir kadının, '
Elektrik vermeyin, karnımda çocuğum var, ne yaparsanız yapın, bana elektrik vermeyin' feryadı oldu.
Cezaevinde acayip fareler vardı, kedi kadar büyüktüler... Mecburen, farelerin de içtiği sudan içiyorduk. Kaldığımız hücrenin tuvaleti lağımla dolmuştu. 'Size
banyo yaptıracağız' diye, lağıma batırıp çıkarıyorlardı. Koğuşlarda kimilerine fare yedirildi. O.Ç. isimli bir
arkadaş maruz kaldığı işkenceyi
dava dosyasında şöyle anlatıyordu: (
Dayaktan altımıza pislemek zorunda kalınca, pisliğinizi elindeki sopayla yemeye zorlanıyorsunuz, kısaca yiyorsunuz.) Tırnakları çekilen arkadaşlarımız vardı. 17 yaşındaki Bekir Bağ günlerce ağır işkencelere tabi tutuldu. Bir gün askerler telaş içinde koşuşturmaya başladılar... Bazı
ülkücü gençleri hücrelerinden çıkardılar, Bekir Bağ'ın hücresinin yanına götürdüler: 'Arkadaşınız kendisini astı.' dediler. Herkes anında neler olduğunu anlamıştı."
Nimet Tanrıkulu: "1981'in 4 Mayıs'ı, sabaha karşı geldiler. Çok kalabalıklardı. Annem ve kız kardeşlerim ağlıyordu. Sonra beni bir polis merkezine götürdüler. Gözlerimi bağlamadan önce oradaki kalasları, ipleri, manyetoyu gördüm. Beni askıya bağlayıp, yukarıya doğru çektiler. Bu
Filistin askısıymış. Hiç ilgimin olmadığı şeyleri soruyorlardı. Askıdayken elektrik verdiler. Beş saat sürekli dayak yediğimi hatırlıyorum, artık baygın yatıyorsunuz... Ölümüne tanık olduğum insanlar oldu orada. Nurettin Yedigöl bunlardan biri. Sonradan öğrendiğime göre cesedini yok etmişler. Bugün adı 'kayıplar listesi'nde. Sorguda kafasına çivi çakılarak öldürüldü. Sonra Metris Cezaevi'ne götürüldüm. İşkencenin süresi de dayanıklılığa göre değişiyordu. Dayanıklılık gösterenlerin, 30-40 gün işkenceye tabi tutuldukları bile oluyordu."
Oğuzhan Müftüoğlu (DEV-YOL
İstanbul sorumlusuydu): "12 Eylül'den dört ay sonra İstanbul'da yakalandım. 80 gün Devrimci Yol'un bir numaralı sorumlusu olarak sorgulandım. Hemen herkese uygulanan rutin işkence yöntemleri bana da uygulandı... Sonra Mamak Cezaevi'ne götürdüler. Bana işkence yapan polisten davacı oldum. İşkence, doktor raporlarıyla sabitti. Teşhis, tanıklık hepsi tamdı. Karar günü
mahkeme hâkimi başka yere
tayin edildi. Yerine getirdikleri hâkim, polis hakkında
beraat kararı verdi. Avukatımız o mahkeme dosyasına işkenceci polis tarafından
savunma delili olarak bir
belge sunulduğunu tespit etmişti. Kenan
Evren tarafından 'Üstün
hizmet belgesi' verilmiş bir takdirname!"
ASLINDA BİZ HEPİMİZ ÖLÜYÜZ,
GARDİYANLAR DA ZEBANİLER!
Selim Dindar (
Diyarbakır Cezaevi'nde): "Yaşadıklarımızın gerçekliğinden kuşkuya düşebiliyorduk. Mesela Mehmet
Salih Besen olayında gerçeklik duygumu ben tamamen yitirdim. Elli yaşlarındaydı. Kendisini ve bizleri ölü zannediyordu. 'Biz ölüyüz, şu anda kabirdeyiz.' diyordu. Mesela cuma günleri görüşme günümüzdü. Bize soruyordu. 'Bizi ziyarete gelenlere biz dokunabiliyor muyuz?
Hayır. Bize uzaktan bakıyorlar, ağlıyorlar ve gidiyorlar. Çünkü onlar bizim kabrimizi ziyaret ediyorlar.' diyordu. Gardiyanların da zebani olduğunu söylüyordu. Bir gün mazgal açıldı ve 'Mehmet Salih Besen hazırlansın,
tahliye oluyor' dendi. şehadet getirdim. Dedim ki, 'Biz yaşıyoruz!...' Salih Amca ise 'Seyidim, sen beni gönderme, şimdi tek başıma mahşere
hesap vermeye gidiyorum' diye ağladı. Sonradan onunla birlikte tahliye olan gençten öğrendik ki, onları Siirt'teki sivil cezaevine götürmüşler. 'Eğer beni hanımımla, çocuklarımla konuşturursan ölmediğime inanırım' demiş. Cezaevi müdürü de
telefon etmelerine izin vermiş. Genç, Salih amcanın evini aramış, karşısına hanımı çıkmış. Telefonu Salih amcaya vermiş. Salih amca, hanımına 'Ben sağ mıyım, ölmedim mi?' diye sormuş ve ahize yere düşmüş, Salih amca içerideki vahşeti görünce, oradan sağ kurtulacağına inanamadı. Sağ kurtulduğuna inandığına ise kalbi dayanamadı."
Başsavcı, Ahmet Yesevi'nin de yakalanıp getirilmesini istedi!
Namık Kemal Zeybek: "Mamak'ta bir kafes vardı. Oraya gelen, ilk bu kafese konurdu. Altı gün orada bağdaş kurarak oturdum. Akıllarına estikçe çağırır, ellerimi uzattırır copla vururlardı. Sorgum 6 ay kadar sürdü. (...) Komik olaylar da oluyordu. Mesela, MHP davası Başsavcısı Nurettin Soyer, ülkücülere 'Sizi kim eğitti?' diye sormuş. Çocuklar da beni söylemişler. 'Peki ne anlatıyordu?' diye sormuş, bizimkiler, 'Ahmet Yesevi'yi anlatırdı' demişler. Bunun üzerine
Savcı, 'İkisini de, Zeybek'i de Yesevi'yi de tutuklayın' demiş. Koğuşun karşısında solcu kızları yere yatırdılar. Ülkücü kız azdı. Ama solcu kız baya vardı. Sonra üzerlerinde postallarıyla yürüdüler. O görüntüyü unutamam, çok dokunmuştu bana, onlar için şiir yazmıştım."
Siyasîlere uyarı mektubunda 'İç Hizmet Kanunu' hatırlatılmış
12 Eylül'ün mimarları tarafından dönemin
cumhurbaşkanı ve siyasi parti liderlerine gönderilen 'uyarı' mektubunda sert ifadeler kullanılıyor, İç Hizmet Kanunu ve TSK'nın görevi hatırlatılıyor. İddianamede, darbeyle TBMM'ye,
Cumhuriyet Senatosu'na ve cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el konulduğu ifade ediliyor.
Askerî müdahale fikrinin 1979 Temmuz ayında ordunun üst kademelerince konuşulmaya başlandığı,
Kenan Evren'in
kuvvet komutanlarıyla görüşmeler yaptığı anlatılıyor. Evren'in yaptığı görüşmelerde
Genelkurmay 2. Başkanı
Orgeneral Haydar Saltık'tan bir çalışma grubu kurmasını istediği ifade ediliyor. 21
Aralık 1979'da, Kenan Evren'in kuvvet komutanları,
Harp Akademileri komutanı, ordu ve kolordu komutanlarının katılımlarıyla toplantılar yaptığı, 26 Aralık 1979'da hükümetteki parti liderleriyle, diğer siyasi parti liderlerine 'uyarı mektubu' verilmesinin kararlaştırıldığı ifade ediliyor. Kenan Evren'in, 27 Aralık 1979'da TSK'nın görüşünü içeren bir 'uyarı mektubunu', Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e verdiği belirtiliyor. İddianamede, Korutürk'ün de 2 Ocak 1980'de
Başbakan ve Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman
Demirel ile
CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i,
Çankaya Köşkü'ne davet ederek, bu mektubun örneğini iki lidere verdiği kaydediliyor.
Söz konusu mektupta, "TSK,
ülkemizin siyasi,
ekonomik ve sosyal sorunlarına bir çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden boyutlara varmasını önleyemeyen (...) siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir. Bölgemizdeki gelişmeler Ortadoğu'da her an sıcak bir çatışmaya dönüşebilecek durumdadır. İçte anarşist ve bölücüler
yurt sathında genel bir ayaklanmanın provalarını yapmaktadırlar.(...) Türk Silahlı
Kuvvetleri, İç Hizmet Yasası ile kendisine verilen görev ve sorumluluğun idraki içinde ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce milli menfaatlerimizi ön plana alarak, Anayasa'mızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi,
terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir." görüşlerine yer veriliyor. İddianamede, "
Türk Silahlı Kuvvetleri ve onun komuta kademesinin, içerisinde bağlı oldukları başbakanın da bulunduğu siyasi parti liderlerine göndermiş olduğu mektupta, 'Türk Silahlı Kuvvetleri; ... uzlaşmaz tutumlarını sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir' ifadesini kullanması, Cumhuriyet tarihimiz boyunca askerî darbe gerekçesi olarak kullanılan İç Hizmet Kanunu'nu da hatırlatarak uyarması demokratik rejim açısından tehdittir." deniliyor.
zaman