18 Temmuz'da
Suriye Ulusal Güvenlik binasına düzenlenen
bombalı saldırı Beşar Esed üzerine oynanan ‘bahisleri' tersyüz etti. Tek saldırıyla rejimin
beyin takımını (
Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı,
Genelkurmay Başkan Yardımcısı, Muhaberat'ın Tahkikat Bölümü Başkanı) kaybeden Esed ve
Baas rejimi ağır yara aldı.
Saldırıdan birkaç gün sonra
muhaliflerin başkent Şam'ın yanında
Halep,
Humus, Deraa, Deyr el Zor gibi önemli kentlerdeki varlığını artırması,
Türkiye ve
Irak'a açılan 5 sınır kapısında kontrolü ele alması Esed'e biçilen
iktidar ömrünü haftalara indirdi.
‘Müdahale olursa kimyasal silahları kullanırız' tehdidi ile elindeki son kartı da oynayan Şam'ın ne denli köşeye sıkışmış olduğu tüm dünyaya yansıdı. 17 aydır
halkının taleplerine kurşunla
cevap veren Esed ve rejimi için artık geri sayımın başladığı söylenebilir…
Beşar Esed'in sarsılması çatışmaların başladığı günden bu yana (
Mart 2011) Şam'daki Baas rejimine
destek veren
Rusya-Çin-
İran eksenini de hareketlendirdi.
Rusya Esed'siz Baas formüllerine yeşil ışık yakarken, Çin'de kaybedilmişlik havası oluşmaya başladı. Her iki ülke katıksız Esed savunuculuğundan ‘Esed bırakabilir' noktasına geldi. Hamilerdeki bu tavır değişikliği Esed'in kaybetme kuşağına girdiğini gösteriyor.
Gidişatı sadece İran kabullenmek istemiyor. Tahran'a göre, Suriye'de durum son derece normal!
İran karşı dursa da gerek muhalifler gerekse Şam rejimini destekleyen aktörler Esed'in gideceğini kabul etmiş durumda. Artık sürecin nasıl seyir izleyeceği, geçiş döneminin nasıl kurulacağı konuşuluyor. Esed'in fazla alternatifi bulunmuyor.
Ya en son Rusya'nın dile getirdiği, Türkiye'nin desteklediği gibi iktidarı devredip, üçüncü bir ülkeye geçecek ya da Libya lideri Muammer Kaddafi'nin akıbetini paylaşacak. Ankara, Esed ile üçüncü bir ülkeye geçişine yardımcı olabileceğini iletti. Ancak Şam'dan gelen sinyaller Esed'in direnme yolunu
tercih edeceğini gösteriyor.
Esed kısa vadede direnecek
Esed'in oynadığı son iki hamle Suriye'de işlerin yakın vadede durulmayacağını, aksine şiddetleneceğini gösterdi. Adımlardan biri,
Kuzey'deki
Kürt bölgesi
Kamışlı ve civarındaki 3 kasabayı
PKK'ya bırakmasıydı. Bu yolla
Kürtlere ‘otonomluk'
vaat edip muhalifleri böldü. Ayrıca PKK kartını hem Türkiye hem de muhalifler karşısında güçlendirmiş oldu.
İstihbarat kaynaklarına göre, Esed son dönemde
Kuzey Irak'tan Suriye'ye geçen binlerce militanı ağır silahlarla donattı. Attığı ikinci adım,
Nusayrilerin yoğun olduğu Lazkiye çevresindeki Sünni köyleri kanlı hava ve kara operasyonlarıyla boşaltıp, ülkenin geri kalan bölgelerindeki Nusayrileri buraya sevk etmeye başlamasıydı. Buradaki amacı iktidarda kalamaması durumda Lazkiye çevresinde bağımsız bir Nusayri devleti kurmak. Esed'in
Akdeniz'de çizmeye çalıştığı Nusayri devletinin sınırları, I. Dünya
Savaşı'ndan sonra
Fransızların çizdiği sınırlarla örtüşüyor. Fransız mandası Suriye'yi mezhep temelinde
küçük devletlere bölmeyi planlamıştı. Bunun yanında Halep gibi muhaliflerin eline geçen önemli kentlere tank ve savaş uçaklarıyla operasyon düzenlemesi
Esed'in koltuğunu şimdilik bırakma niyetinde olmadığını gösteriyor.
Ancak sahadan yansıyan bilgiler,
Esed'in gerek PKK gerekse Nusayri devleti planının tutmayacağı yönünde. Zira ne Lazkiye bölgesi ne de Kuzey'deki Kürt bölgesi homojen. Her iki bölgede ciddi oranda Sünni nüfus var. Özellikle Kürt bölgesi olarak lanse edilen kuzeyde, nitelikli oranda Arap,
Türkmen ve Çerkez var. Ayrıca Suriyeli Kürtlerin PKK ve Suriye uzantısı PYD'ye (Demokratik Birlik Partisi) ciddi antipatisi var. Bunda PKK'nın geçmişte bölgenin sevilen Kürt lideri Misal Tumlu'yu öldürmesi yatıyor. Dolayısıyla
yönetim boşluğu ve Esed'in desteğiyle kuzeyde çekilen PKK bayraklarının uzun ömürlü olamayacağı söylenebilir. Kürtler üniter Suriye içerisinde bölgesel otonomi isteseler dahi bu PKK şemsiyesi
altında olmayacak.
Bağımsızlık ise şimdilik sadece söylem bazında kalıyor. Zira bağımsız bir Kürt devleti için ne Suriyeli Kürtlerde birikim ne de Türkiye, İran gibi bölgesel aktörlerin onayı var. Orta vadede Kuzey Irak gibi özerk bir Kürt bölgesi ise muhtemel.
İsrail ve ABD'nin bu tür bir oluşuma sıcak baktığı görülüyor.
Zirve Üniversitesi Orta
doğu Stratejik
Araştırmalar Merkezi (OSAM) Direktörü Doç. Dr.
Gökhan Bacık, bölünme senaryolarına
prim vermese de Kuzey'de bir Kürt otonom bölgesinin kurulmasını ihtimal dışı görmüyor. Ancak kurulsa dahi orta vadede ‘Irak Kürdistanı' gibi etkili olacağını düşünmüyor: “Suriye'nin bölünebilmesi için komşu ülkelerin bunu kabul etmesi lazım. Irak 20 yıldır sınırlarını korumuyor ancak eski düşmanı İran dâhil kimse Irak'tan bir avuç
toprak almak istemiyor. Günümüz
Ortadoğusu'nda etnik gruplar istese bile bölgesel aktörler istemeden bölünme gerçekçi değil.
Ancak bölünmeye rahmet okutturacak bölgesel otonomi talepleri yaşanabilir. Zira otonom bölge için sosyal ve siyasi potansiyel var. Bu noktada Suriyeli Kürtleri Iraklı Kürtlerle karıştırmamak lazım. Iraklı Kürtler 1970'lerden bu yana özerlik için çalıştı. Suriyelilerin bu yönde kazanımı ve birikimi yok. Yeni dönemde verilen zayıf bir özerklik bile onları tatmin eder.”
Bölünme senaryolarının bizatihi
Esed rejimi tarafından çıkarıldığı dikkate alındığında,
Şam'ın ‘Esed giderse Suriye ile birlikte tüm bölge karışır' mesajı verip, zaman kazanmaya çalıştığı anlaşılıyor. Esed'in gidişinin uzaması ve dış müdahaleden kaçınılmasının arkasındaki sebeplerden biri de bu endişe. Irak'ın istikrarsızlığının yanında Suriye'nin ‘Iraklaşması' sadece Ortadoğu'yu değil bütün dünyayı etkileme potansiyeline sahip.
Uludağ Üniversitesi'nden Ortadoğu Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ferhat Pirinççi, Esed sonrası ülkenin bölünme ihtimalini zor görüyor; ama tamamen göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyor: “Eğer bölgede etkili aktörler -başta Türkiye- süreci iyi yönetebilirse, bölünme ihtimali ortadan kalkar. Ancak bölgesel aktörler gelişmelere
seyirci kalırsa, bölge dışı güçlerin ve İsrail'in Suriye coğrafyasında meşruiyet sağlamak için sürekli dış desteğe ihtiyaç duyan küçük birimleri tercih edeceği de açık.
Pirinççi de Bacık gibi Kuzey'de bir Kürt otonomu için yeterli kapasitenin bulunmadığını söylüyor: “Buradaki yanılgı, Suriye'nin Irak'la karıştırılmasından kaynaklanıyor. Suriyeli Kürtler, Kuzey Irak örneğinde olduğu gibi demografik olarak belirli merkezlerde yoğun değil. Ayrıca siyasal ve askerî açıdan
örgütlenme tecrübeleri yok. Otonom söylemi Esed rejiminin bilinçli politikası. Zira rejim, Hür Suriye Ordusu'nun etkili olduğu stratejik bölgelerde saldırılarını aralıksız sürdürmekteyken, söz konusu bölgelerde PKK ile ilişkili örgütlenmelerin rahatça hareket etmesine göz yumuyor. Fakat Esed rejimi devrildikten sonra hem kuzeydeki Kürt bölgesinde hem de Lazkiye'de yeniden istikrar tesis edilecektir. Bu noktada
Barzani, Suriyeli Kürtleri organize edebilecek meşru temsilcilerden birisi olarak
lojistik ve örgütsel destek veriyor. Son dönem gelişmeler dikkate alındığında
Barzani'nin angajmanı olmazsa, bu boşluğun PKK tarafından doldurulma ihtimali var ki, PKK bu yönde girişimlere çoktan başladı.”
PKK'ya altın fırsat!
Esed'in PKK'ya giderayak sunduğu altın fırsat Türkiye'yi teyakkuza geçirdi. Başbakan Tayyip Erdoğan, hükümetin bu noktadaki duruşunu çok net ifade etti. Suriye'nin kuzeyinde muhtemel bir PKK oluşumunu
terör yapılanması olarak değerlendireceklerini, gerektiğinde Kuzey Irak'ta olduğu gibi
sınır ötesi müdahalede bulunacaklarını söyledi. Ankara bu yöndeki tutumunu
Suriye Ulusal Konseyi'ne (SUK) de iletti.
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu Ankara'da görüştüğü SUK lideri Abdülbasid Seyda'ya PKK-PYD yapılanmasına izin verilmemesi gerektiğini söyledi. SUK söz konusu görüşmenin hemen ardından PYD'ye ültimatom vererek, dikilen PKK bayraklarının indirilmesini isteyip, Esed desteğinin sürmesi halinde PYD'yi de
hedef alacaklarını bildirdi.
Ankara'nın Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı
Mesud Barzani ile yakın
işbirliği neticesinde köşeye sıkışan PKK açısından Esed'in uzattığı el altın değerinde. Örgüt, Suriye'yi yeni bir toparlanma kampı olarak görüyor. Özellikle PKK içindeki ‘Suriye kanadı' eve dönmenin rahatlığını yaşıyor. Buna karşın Ankara, Suriye sınırına takviye askerî güç sevk ederek, PKK'nın Irak'tan Suriye'ye kayıp, burada konuşlanmasına izin vermeyeceğini gösteriyor.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Barzani ile bu gündemi konuşmak üzere Kuzey Irak'a gitmesi Ankara'nın meseleye verdiği ehemmiyeti gösteriyor.
Barzani'nin son dönemde İran ve Bağdat'taki uzantısı
Nuri El Maliki hükümeti ile yaşadığı sorunlar Ankara ve Kuzey Irak'ı birbirine yaklaştırdı. Bölgesel Kürt Yönetimi'nin PKK'yı silahsızlandırma ve teröre karşı ortak mücadele konusunda Türkiye'ye söz vermesi ilişkileri geliştirdi. Ankara Barzani'nin Suriye Kürtleri üzerinde hâkim olmasından da rahatsız değil. Zira oluşan boşluğu Barzani'nin doldurmaması halinde PKK'nın doldurmaya çalışacağını
hesaplıyor. Bu pencereden bakıldığında PKK konusunda geçmişte zikzakları bulunan Barzani ile Suriye'de zoraki işbirliğine gidilme ihtimali beliriyor.
Bölünme senaryoları ülkede yakın gelecekte yaşanacak iktidar mücadelesine dair önemli ipuçları veriyor. Henüz Esed gitmeden Kürtler, Nusayri ve Araplar arasında iktidar mücadelesi başladı bile. Dahası her grup içinde de iç çatışmalar var. Kürtler PKK, Barzani ve Suriye arasında bölünmüş durumda. Türkmenlerin bazısı Türkiye'ye bakıyor, bazısı da Araplaşmış durumda. Hıristiyanların bir kısmı Rum Ortodoks, bir kısmı Rus Ortodoks kilisesi ile irtibatlı. Nusayri denilen kitlenin bir kısmı Şiileşmiş ve yönünü İran'a dönmüş durumda. Esed de ülkeyi ayrışmaya sürükleyerek etnik ve mezhebî kutuplaşmayı körüklüyor. Kuzey'de Kürtlerle Arapların, Batı Akdeniz şeridinde Sünnilerle Nusayrilerin kanlı nüfuz mücadelesine girişmesi kuvvetle muhtemel. ABD işgali sonrasında Kürtlerin Irak'ta elde ettiği iktidar gücü gerek Kürtlerin gerekse Nusayrilerin iştihanı kabartıyor. Onlar da Iraklı Kürtler gibi yeni dönemde iktidarın ortağı olmayı hedefliyor.
Nüfus oranı bakımından ağırlıkta olan, muhalif cephenin bel kemiği konumundaki Sünni Arapları çetin iktidar savaşları bekliyor.
Burada kilit soru şu; Esed gidecek, Baas kalacak mı? Zira 2003'te Irak'ı işgal eden ABD, Irak lideri
Saddam Hüseyin'in yanında Baas rejimini de dağıtmış, dolayısıyla tüm devlet mekanizmaları çökmüştü.
Küresel inisiyatif, kötü Irak örneğinden hareketle Suriye'de kana bulaşmamış Baas figürlerinin siyasette var olmalarından yana. Çünkü Baas'ın yönetiminde Nusayri
azınlık olsa da partinin içinde Hıristiyanlarla Sünni Araplar var. Yeniden devlet kurma külfetine girmemek için hem
batı hem de muhalifler ılımlı Baas figürü altında geçiş dönemine yeşil ışık yakıyor. Türkiye'de ülkenin bütünlüğünün korunması ve akan kanın durdurulup, kaybolan devlet otoritesinin yeniden sağlanması için bu plana destek veriyor. Bir nevi Yemen'de 33 yıllık iktidarını yardımcısı Abdurrabu Mansur El Hadi'ye devredip çekilen Ali Abdullah
Salih gibi Esed'ın koltuğunu terk etmesi isteniyor. Ancak bu plan suça bulaşmış Baascıların affedileceği anlamına gelmiyor.
Uluslararası İlişkiler Uzmanı
Kerim Balcı, elli yıldır zulüm görmüş Suriyelilerin Baasla hesaplaşma yoluna gideceğini, eli kana bulaşanları cezalandırmaya çalışacaklarını düşünüyor: “Esed sonrası Suriye'de kanlı bir iktidar mücadelesi başlayacak. Elli yıldır zulümden nasiplenmiş olanlar da -buna isterseniz Beyaz Suriyeliler diyebilirsiniz- iktidarlarını, ihtiraslarını bırakmak istemeyecek. Bu mücadele bürokrasinin her katmanında, yerel yönetimlerin her katmanında, hatta diyebilirim ki okul
aile birliklerinin,
apartman yönetimlerinin yeni baştan şekillenmesinde yaşanacak. Ama biz daha ziyade eski yönetimi sembolize eden askerle, yeni yönetimi sembolize eden Suriye Ulusal Konseyi arasındaki güç mücadelesinin haberlerini okuyacağız. Bunun yanında
Baas rejiminden nemalanmış ‘Suriye Ergenekoncuları' yeni dönemde derin ittifaklarını devam ettirmeye çabalayacak. Bu kademede, rejim karşıtı mücadeleye karışmamış oldukları için hem Baasçılar, hem de Baas karşıtları nezdinde kredileri sağlam olan Emevi Camii ulemasının önemli bir görev üstlenebileceğini düşünüyorum. Suriye ya parçalanır, ya da Emevi Camii'nin etrafında birleşir.”
Yeni iktidar 17 aydır
iç savaş halindeki ülkenin
ekonomik sorunlarıyla da yüzleşecek.
Mısır veya Libya'dan farklı olarak Şam'ın rejim değişikliği sonrasında hemen devreye sokabileceği petrol ve doğalgaz kaynakları yok. Yıllardır İran'ın desteğiyle ayakta durmayı başaran rejim el değiştirdiğinde, derin ekonomik
kriz yaşanacak. Bir taraftan yıkılmış olan altyapıların inşası, diğer yandan zarar görmüş sosyal ilişkilerin (üstyapının) tedavisi hayli zor olacak.
Sonu Kaddafi gibi olmasın
Üst düzey bir Türk yetkiliye Ankara'nın dağılma sürecine giren Suriye karşısındaki tutumunu sorduk. Verdiği bilgiler şöyle: “Ulusal Güvenlik Binası'na yönelik bombalı saldırının ardından Esed'in gidiş süreci hızlandı. Artık haftalardan bahsediyoruz. Kabul etmesi halinde onu üçüncü bir ülkeye taşımaya hazırız. Buna, ülkede akan kanın durması ve Esed sonrası geçiş sürecinin biran önce başlaması için talibiz. Kimse kanlı bir değişimi arzulamıyor. Ankara geçen hafta Suriyeli muhaliflere, ülkenin demokratik anayasa çerçevesinde toprak bütünlüğü korunarak kalmasının ne kadar hayati olduğunu bir kez daha anlattı. Türkiye Suriye'de düzenin yeniden tesisi için uluslararası camianın birlikte hareket etmesi gerektiğini ısrarla vurguluyor.”
Aynı yetkiliye Esed'in güncellediği PKK kartını, sınırdaki yeni oluşum sinyallerini hatırlattığımızda cevabı şöyle oldu: “Suriye'de çatışmalar daha bu boyuta ulaşmadan,
Esed'in zor durumda kaldığında PKK kartını oynayacağını biliyorduk. Esed Türkiye'yi, Türk halkını kızdırıp, sıcak çatışma ortamına çekmek için yapıyor bunu. Muhaliflerin bu oyuna gelmemesi gerekiyor, açık şekilde kendilerine ilettik. Bu bağlamda Türkiye'nin önceliği Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması. Ancak Suriyeli Kürtlerin ülkenin kuzeyinde Kuzey Irak benzeri bir yönetim beklentisi olursa, buna Suriye halkı ile karar verecek. Bizim açımızdan bu oluşum ancak üniter Suriye içinde düşünülebilir.” Türk yetkili ‘hazırız' dese de Başbakan Tayyip
Erdoğan'ın ‘gerekirse Suriye'ye gireriz' çıkışı Ankara'nın PKK ve Kürt otonom planlarına hazırlıksız yakalandığını hissettiriyor.
Uluslararası ilişkilerin ana kaidelerinden biri; ‘Devletler en iyi ihtimali konuşur, en kötü ihtimale hazırlanır'. Ancak bu Suriye'de işletilemedi. Kendine has küresel çıkar ağlarıyla çevrili Esed rejiminin geçen 1,5 yılda 18 binden fazla sivili katletmesine göz yumuldu. Esed iktidarıyla birlikte ülkeyi de yok olma sürecine doğru taşırken, bölgesel-küresel aktörler hâlâ sonuç odaklı adımlardan kaçınıyor. Bir bakıma Ortadoğu'nun ateş çemberine dönüşüne ‘bilinçli' kayıtsız kalınıyor. Bu zaviyeden bakıldığında Suriye krizinin iki karşıt tarafı konumundaki Rusya ile Batı'nın, Esed sonrası geçiş dönemiyle ilgili neden bir anlaşmaya varamadığı anlaşılıyor. Rusya ve Çin'in yanında ABD, İsrail ile İran'ın Esed sonrası iktidara gelme ihtimali yüksek olan Sünnilerle ilgili çekinceleri olduğu görülüyor. Kısa zamanda aşılması beklenmeyen bu angajman, Suriye'nin yanında tüm bölgeyi ciddi kırılmalara taşıyabilir.
Bunun yanında muhaliflerle onları destekleyen ülkelerin üzerinde anlaştığı bir geçiş planı yok. Rusya'nın Baas önderliğindeki geçiş süreci önerisi SUK tarafından kabullenilse de Esed'in gitmesi Baas'ın kalması durumunda ülkenin yeni bir döneme geçemeyeceği ortada. Yeni dönemde iktidarı hedefleyen Suriye İhvanının da Mısır İhvanından farklı olarak yeterince birikimli, donanımlı ve planlı olmadığı görülüyor.
Peki, Türkiye, sınırında yaşanan, gelecek 10 yıllara etkisi olacak yeni döneme, yansımalarına ne kadar hazır?
Konuştuğumuz yetkili, Ankara'da güvenlik ve İstihbarat birimlerinin katılımıyla yapılan geniş kapsamlı toplantılarda, Esed sonrasına dönük senaryoların çalışıldığını aktarıyor. Suriye'de hissedilen PKK yapılanması başta, yeni dönemde artması beklenen mülteci akınına dönük bazı güvenlik tedbirlerinin uygulamaya sokulduğunu söylüyor: “Türkiye olarak, Suriye'deki krizin çok boyutlu olası yansımalarını da göz önünde bulunduruyoruz. Suriye'deki krizin daha vahim boyutlar kazanmasına mahal vermeden sona erdirilmesine yönelik çabalarımızı ilgili tüm bölgesel ve uluslararası aktörlerle işbirliği ve eşgüdüm halinde sürdürüyoruz.”
Aynı soruyu yönelttiğimiz uzmanlar, o kadar pozitif konuşmuyor. Mesela Doç. Dr. Gökhan Bacık, Türkiye'nin yeni dönemde kazanıp-kaybetmesini Ankara'nın atacağı adımlara bağlıyor: “Bölgede yeni fırsatlarla birlikte riskler oluşacak.
Türkiye'yi bekleyen en büyük tehdit, kendi içindeki demokratik eğilimi riske edecek siyasi karmaşadır. Türkiye'nin iki büyük sermayesi var;
demokrasi ve ekonomik gücü. Bu ikisini etkisiz kılacak her şey Türkiye'yi zora sokar. Bunlar güçlü oldukça Ortadoğu'daki krizler bile Türkiye tarafından müspet kullanılabilir. Türkiye, Suriyeli Kürtlerin otonomi talebini iyi okursa, bölgede yeni yükselen aktörleri-grupları iyi
analiz ederse büyük fırsat alanları elde eder.
Sınırları dahilindeki Kürt sorununda da güçlü bir inisiyatif kazanır. Ankara Irak'tan sonra Suriye'de bölgesel bir Kürt yönetimiyle sorun yaşamak istemiyorsa önce kendi Kürt sorununu çözmeli.”
‘İş adamlarımız hazır olmalı'
Kerim Balcı,
yeni dönemde Türkiye'ye dönük PKK tehdidinin artacağını, kitlesel mülteci göçüne maruz kalınacağını öngörüyor. Bununla birlikte Türk işadamlarının Suriye'den gelecek taleplere hazırlanması gerektiğini ifade ediyor: “Türkiye, kötü ihtimalle yüz binlerce insanın öleceği, milyonu aşkın insanın sınırlarına göçmen olarak yığılacağı, Baas rejiminin kimyasal silahlarının PKK ve diğer terör örgütlerinin eline geçtiği bir felaket senaryosuyla karşılaşabilir. İyi ihtimal ise yoğun
gıda, ilaç, inşaat malzemesi ihtiyacı patlaması yaşanır. Bu ihtiyaca hızla cevap verebilen ülke Suriye'nin geleceğinin mimarı olur. Yeni Suriye'nin dostu olabilmek için Eski Suriye'yle ilişkileri kesmiş olmak yetmez. Verilen sözleri yerine getirebilmek, talep edilen kredileri sağlayabilmek, Türk iş adamlarının -Antep-
Maraş-
Malatya üçgenine büyük rol düşüyor- Suriye'ye erişimini hızlandırabilmek,
ihale takibini yapabilmek, hızla
banka şubeleri açabilmek, okullar kurmak, hastaneler açmak da gerekiyor.”
Yrd. Doç. Dr. Ferhat Pirinççi de, Türk kamuoyuna yönelik dezenformasyonların artacağını, hükümetin halk desteğini kaybetmemek için bilgi kirliliğini önlemesi gerektiğini belirtiyor.
Esed sonrasında Suriye'nin toparlanmasının en iyi tahminle 5-10 yılı bulacağını, o süreçte Türkiye'nin tahriklere kapılmaması gerektiğini vurguluyor: “Kamuoyu,
Arap Baharı süreciyle devrilen otoriter rejimlerin bir gecede demokrasiye geçmesini bekliyor. Oysa demokrasi kültürü bir birikim, eski rejimin izlerinin silinmesi ve normalleşmenin sağlanması için belirli bir zaman gerekiyor. Bu noktada özellikle vurgulanması gereken husus, yeni dönemde sistemin işlemesinde bazı aksaklıkların olması doğaldır. Bu aksaklıkları ‘Suriye'deki gelişmeler Esed dönemini arattı' şeklinde değerlendirmemek gerekiyor. Süreç ne kadar kısa olursa Suriye ve bölge için o kadar iyi olacak.”
Resmin geneline bakıldığında, Suriye krizinin salt Baas-Esed sorunu olmadığı, bölgesel ve küresel güçlerin Şam üzerinden nüfuz mücadelesi yürüttüğü görülüyor. Bu açıdan yeni Suriye bir bakıma yeni Ortadoğu'nun bir bakıma da Doğu Akdeniz'de yeni devasa enerji havzasının anahtarı konumunda.
Ankara Esed sonrasında Suriye'de beliren pastanın büyüklüğünün farkına varıp, oyunu ona göre oynamalı. Aksi halde yanı başında yükselecek yeni Suriye'yi kaybetme ihtimali var.
ABD, gizli operasyona soyundu
Türkiye'nin ısrarlı tutumuna rağmen son günlere kadar Suriye krizine mesafeli duran ABD yönetimi, Esed'in güç kaybetmesine paralel olarak soruna taraf olmaya başladı. Kaynaklara göre,
Washington yönetimi Esed'in düşüşünü hızlandırmak için biz dizi gizli operasyon yürütüyor. Aynı kaynaklar
Amerikan predatörlerin Suriye üzerinde uçarak istihbarat topladığını ve bilgilerin muhaliflere verildiğini belirtiyor. CIA,
Dışişleri Bakanlığı,
Hazine Bakanlığı ve ABD ordusunun koordinasyonunda istihbarat elemanlarıyla yürütülen gizli operasyonda İran'ın Şam'a yönelik silah ve petrol sevkiyatının önlenmeye çalışıldığı aktarılıyor. ABD'nin bu çerçevede Bağdat'a
baskı kurup, Irak hava sahasını Tahran-Şam arasında uçan İran uçaklarına kapattığı biliniyor. ABD ayrıca Esed'e silah, petrol taşıdığı tespit edilen gemilerin Süveyş Kanalı'ndan geçişini engelliyor. Buna karşın Amerika son ana kadar askerini Suriye'ye sokmak istemiyor. Zira Başkan
Barack Obama kasımdaki
başkanlık seçimleri öncesinde
Amerikan askerlerini Esed'e destek için Suriye'ye geçen
Hizbullah ve İran
Devrim Muhafızları'na yem etmek istemiyor. ABD yönetiminin en son isteyeceği şey kendilerinin veya İsrail'in Suriye'ye müdahil olmak zorunda kalacakları bu tür bir saldırı. ABD'nin sınırlı da olsa Suriye meselesinde taraf olması Esed'in gidişini hızlandırması açısından önemli.
İsrail kargaşa istiyor
Esed'in Müslümanlara dönük giriştiği kitlesel katliamlara ses çıkarmayan, gerektiği takdirde Nusayrilere Şam'dan savaşarak aldığı
Golan Tepeleri'ni açacağını söyleyen İsrail yönetimi, Baas'ın gidişine pek sevinmiyor. Zira
Tel Aviv açısından zayıflamış Esed-Baas rejimi ‘ehven-i şer'di. Suriye'de düşük düzeyli bir yönetim krizinin yaşanması bölgesel çıkarlarıyla örtüşüyor. Aynı kargaşanın sürmesini istiyor. Bu sayede Suriye'nin İran ile ilişkilerinin zayıflayacağını; Lübnan'daki Hizbullah'ın hayat damarının kuruyacağını hesap ediyor. Şam'da sağlam bir idare ve iradenin oluşması durumunda Suriye'nin
Golan Tepeleri ile alakalı talepleri canlanabileceğini görüyor. Diğer taraftan İsrail üçüncü devletler üzerinden yeni yönetime ülkedeki bütün kimyasal silahların yok edilmesini dayatacak. Büyük ölçekli bir Suriye iç savaşı İsrail'in işine gelmiyor. Zira bu sınırlara yığılan
göçmenler anlamına gelecek. Yeni dönemde idareyi ele geçirmek isteyenler retorik boyutuyla İsrail karşıtlığını kullanacak. Suriye rejimi her zaman
Filistin Davası'nın hamiliği söylemi ile kendi varlığını meşrulaştırdı. İktidarın yeni taliplilerinin de bu yolu izleyecek olması İsrail'i rahatsız ediyor. İsrail'in Suriye'deki Kürt otonomu ile Lazkiye'deki Nusayri oluşumunu, yani ülkenin bölünmesini bölgedeki nüfuzunu güçlendireceği için sessizce desteklediği görülüyor.
Fransa'ya dikkat!
Libya krizine son anda müdahil olup, Muammer Kaddafi'yi devirerek yeni iktidarın güvenini kazanan Fransa benzer stratejiyi Suriye'de yürütüyor. Ülkede geçen 16 ayda yaşanan katliamlar karşısında sessizliğini koruyan Fransa hükümeti, Esed rejiminin sallanmasıyla muhalifler üzerinden soruna müdahil olmaya başladı.
Paris, Suriye
Cumhuriyet Muhafız Birliği'nden ayrılarak Türkiye üzerinden Fransa'ya sığınan
Tuğgeneral Menaf Tlas'ı Esed sonrası iktidar figürü olarak sunmaya çalışıyor. Sünni olan Tlas, eski Savunma Bakanı Mustafa Abdulkadir Tlas'ın oğlu. Tlas ailesi, Esed'e yakın birkaç Sünni aileden biri. Tuğgeneral Tlas'ın ülkeden temmuz ayında çıktığı, ağabeyi ile babasının ise aylar önce Fransa'ya yerleştiği belirtiliyor.
MESUT ÇEVİKALP - AKSİYON