Çok yumuşak güç olma riski
"Suriye'nin hava sahasında dolaşan herhangi bir İsrail uçağına karşı böyle bir tutum izleyebildiğini söyleyebilirler mi?"
Bu ifade,
AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik'e ait.
Bu sorunun, Suriye konusunun tartışıldığı bütün ortamlarda sorulduğunu, milyonlarca insanın zihninden geçtiğini tahmin etmek zor değil.
Bu sorunun bir sonraki adımında ise
"İsrail uçaklarını vuramayan Suriye'nin neden Türkiye uçağını vurma küstahlığını (bu ifade de Hillary Clinton'a ait) gösterdiği" sorusu vardır.
Yani bir kıyaslama yapılıyor, İsrail'in güç kullanımının oluşturduğu risk algısı ile Türkiye'nin oluşturduğu risk algısına ilişkin... Sözün satır arasında,
Suriye'nin, İsrail'e yönelik risk algısının Türkiye'den daha büyük olduğu yaklaşımı da var.
İnsanlar, bu tür kıyaslamaları, "Gücümüz varsa bu hissedilsin" gibi bir beklenti ile de yapıyorlar. Yani, tamam savaş olmasın ama ibret-i müessire olacak bir şeyler de olsun istediğimiz açık. Değilse "karizma" çiziliyor.
Hangi tür güç?
"Yumuşak güç" falandık,
test edilinceye kadar. Yani "güç" idik. Bunun "yumuşak" olması da bir avantajdı, bizi emperyalist görünümlerden koruyor, bölgede barışın inşası gibi bir role layık gösteriyordu. Ama
iki defadır, "çok yumuşak güç" muamelesine maruz kalıyoruz. Bu da bizi güç olmaktan çıkarma riski taşıyor, dolayısıyla bölgede sınandıkça güçsüz olduğu anlaşılan bir
ülke konumuna sürüklüyor.
Evet, iki defadır:
Mavi Marmara'nın vurulması ve 9 vatandaşımızın alçakça öldürülmesinden sonra ne yaptık sorusu ortada duruyor, bir.
Ve şimdi,
Suriye, bütün fırçalamalarımızdan sonra, bir
keşif uçağımızı düşürerek bizi silkeliyor, iki.
Bütün yetkililerimizin açıklamaları ortada bir "kasıt" unsuru bulunduğunu gösteriyor. Silahsız bir Türk
keşif uçağı olduğu bilinmesine rağmen, herhangi bir uyarı olmaksızın, kasti hava sahası ihlali bulunmadığı halde vurmak... Yani kötü niyet! Bir
Türk uçağı vurulurken, bundan Şam'ın haberdar olmaması mümkün değil. Yani saldırı merkezden... Yani muhtemel riskleri
hesap edilerek...
Bazı sorular
Soru şu:
- Acaba Şam
yönetimi Türkiye'nin nasıl bir tepki vereceğini dikkate almış ve kendisini onu karşılamaya hazır mı görmüştür?
Mavi Marmara'ya saldırı için de böyle bir soru sorulabilir:
- Acaba İsrail, Mavi Marmara'ya saldırır ve orada insanların üzerine öldürücü ateş açarken, Türkiye'nin nasıl bir tepki vereceğini ve bunu kendisinin nasıl göğüsleyeceğini düşünmüştür?
Şu soruyu da sormamız gerekiyor:
- Acaba şu an
Ortadoğu'da Türkiye'nin parlayan bir
yıldız olduğu duygusuna varan
toplumlarda nasıl bir beklenti vardır ve
Türkiye, Suriye'ye ibret-i müessire olacak bir cevap veremediği takdirde bu duygular nasıl etkilenir?
Savaş olmasın tabii. Kim savaş ister!
Acaba Suriye ve onun arkasında Ortadoğu oyununu sürdüren güçler, Türkiye'nin "Savaş olmasın" duygularını da dikkate alarak,
"Bu iş nasıl olsa, BM'nin, NATO'nun, AB'nin koridorlarında sürüncemede kalır. Bu arada da Türkiye'nin imajı büyük yara almış olur" gibi mi düşünmüşlerdir?
Başbakan bugün grupta konuşacak. Ne yapılacağını söyleyeceği bildiriliyor. Toplumun, "Hah işte bu" diyeceği şeyler olması beklenir. Toplum, sözlerin darasını düşecek, mesela sadece Suriye'ye öfkelenmeyi, orada ne kadar kötü bir yönetim olduğunu anlatmayı sözün brütü olarak değerlendirecektir.
Sözün neti, darası düşülmüş olanı ise, Şam'ın algılayacağı gerçek Türkiye algısı olacak. Yumuşak olsun, ama "Güç" olsun. Güç algısı versin. Şam zalimlerinin canını acıtsın. Beklenen bu.
AHMET TAŞGETİREN - BUGÜN