Son zamanlarda
PKK'dan çok
KCK ismini duyar olduk. KCK'nın ne olduğu kamuoyu tarafından muammasını koruyor. PKK'dan daha üst bir yapı mı yoksa PKK'yı
tasfiye eden
sivil bir
örgütlenme mi? KCK konusu "KCK-Demokrasi Kılıfında Terör" kitabının yazarı
Önder Deligöz ile masaya yatırıldı. İşte o
röportaj...
KCK'nın mahiyeti, anlamı kamuoyunca yeterince anlaşılıyor mu?
Yeterince anlaşıldığını düşünmüyorum. Çünkü bilinçli bir karartmayla karşı karşıyayız. KCK ilk etapta karşımıza sivil
toplum hareketi ya da BDP'nin yanında
Kürt siyasetinin yeni bir adımı olarak çıktı. Ardından ‘PKK'nın şehir yapılanması' tanımıyla karşılaştık. İşte bu dönemden sonra 2004'ten itibaren hayata geçirilen yeni stratejinin Kürt sorununa siyaseten çözüm aramadığı gerçeğiyle karşılaştık. PKK'yı da içine alan
çatı bir yapı karşımıza çıktı. Fakat bu gerçekle yüzleşmemizin önüne geçmek isteyen KCK kamuoyunu gazeteciler, aydınlar, yazarlar üzerinden inanılmaz bir manipülasyona tabi tuttu. Bu insanların bir çoğu KCK'ya bağlılıklarından değil Kürt meselesinde hassas olduklarından kandırıldılar.
Kandırıldılar derken?
Geçtiğimiz sene Silvan'da
13 şehit verdiğimiz gün DTK tarafından açıklanan özerklik metninin nasıl bir
hazırlık sürecinden geçtiğine bakmak yeterli. Bu metnin KCK yöneticileri tarafından konuşulduğu toplantının
teknik takip kayıtları, ünlü akademisyenlerin nasıl kandırıldığını ortaya koyuyor. Toplantı kayıtlarına göre KCK yöneticileri, Öcalan'ın “Yeni Çağ Değerlendirmesi” yazısı üzerinde kısaltmalar ve değişiklikler yaparak bir metin ortaya çıkarıyorlar. Hatta ‘dikkatli
bakan Öcalan'ın değerlendirmesi olduğunu anlar' itirafında bulunuyorlar. Ardından bu metni
insan hakları çalışması adı altında
Türkiye'nin tanınan yedi akademisyenine katkı yapmaları için ‘Belediyeden arıyoruz' diyerek gönderiyorlar. Akademisyenler, insanî hassasiyetlerle
taslak metne katkıda bulunuyor ve bilmeyerek bu oyuna âlet oluyor. Bu katkılarla Öcalan'ın yazısı harmanlanıp karşımıza özerklik metni çıkıyor.
Devlet KCK'nın PKK'dan daha organize bir yapı olduğunu görmüyor mu?
Muhakkak görüyor.
Bu yapının kendisini ve özelliklerini niye kamuoyuyla açıkça paylaşmıyor?
12
Eylül sonrası oluşmuş yapı ve teamüllerden midir bilinmez istihbarat birimlerimiz kapalı kutu olmayı
tercih ediyorlar. Ne yapacaksak gizli yapalım anlayışı hakim. Halbuki Batıda istihbarat birimlerinin basın sözcüleri gerekli açıklamaları ve bilgilendirmeleri yaparlar. KCK ile ilgili ne MİT'ten, ne Emniyetten doyurucu anlamda resmî açıklama duymadık.
Kamuoyunun kafasında KCK ile ilgili sorular hâlâ giderilmiş değil. Bugün KCK
Irak,
İran ve Türkiye topraklarında konfederal
Kürdistan kurmayı hedefleyen, yasama-yürütme-yargı mekanizmalarıyla bir devlet yapılanması olarak karşımızda duruyor.
PKK'yı KCK'nın silâhlı yapılanması olarak mı değerlendiriyorsunuz?
PKK-KCK ilişkisi en önemli mesele.
Yargıtay bildiğiniz üzere KCK'yı
terör örgütü olarak tanımladı. Bu tanımı yok saysak bile KCK sözleşmesinde PKK içindeki HPG, önderliğin koruyucusu olarak konumlandırılmış durumda. Yani silâhlı kanat. Buranın merkezi ise
Kandil. Öbür taraftan PKK'nın lideri
Karayılan KCK Yürütme Konseyi başkanı.
Şu an devlet organları gibi projelendirilmiş bu organlar icraat yapıyor mu?
Bu yapılanmalar kurulması düşünülen özerk
bölgede görev alacak yapılanmalar olarak konumlandırılıyor. Meselâ KCK sisteminde Öz Savunma Birlikleri olarak tanımlanan PKK bünyesindeki silâhlı güçler, kurulması muhtemel özerk bölge ya da devletin polis gücü olarak konumlandırılıyor. KCK'nın hem Türkiye'de, hem de Irak'ın kuzeyinde faal durumda mahkemeleri var. İnsanlar yargılanıyor.
İstanbul da bile bu tür yargılamalar var. Kitapta
Diyarbakır'da çözülemeyen bir sözde dâvânın Kandil'deki üst mahkemeye gönderildiğine dair
mektup var. Yasama faaliyetleri de bir o kadar etkin. Kontrol altına alınan siyaset ve belediyecilik faaliyetleri üzerinden bölge
halkının hayatı kurallara boğuluyor.
BDP yasama faaliyetlerinin neresinde?
KCK son dönemde içindeki BDP kadrolarından inanılmaz rahatsız. Hatta İstanbul'da gerçekleştirilen
operasyonlar sırasında ortaya çıkan teknik takip kayıtları, KCK içindeki BDP kadrolarının yüzde 80'den yüzde 40'a düşürülmesi kararı alındığı bilgisini veriyor. Çünkü KCK, meselenin siyasî yollardan çözülmesini istemediği gibi etnik milliyetçiliğe dayanan ulusalcı-totaliter bir devlet kurmak istiyor. Dolayısıyla demokratik adımların atılmasını da istemiyor. Bu sebeple de BDP hiçbir zaman tek başına bırakılmadı, KCK ve PKK'nın boyunduruğu altında tutuldu. Bunun yanında BDP'ye alternatif başka Kürt hareketinin çıkması da istenmiyor. Kısacası kurumsal şemada BDP'nin temsil ettiği bir yer yok. Ancak BDP kadrolarının bir kısmı KCK üyesi. Anlaşılacağı üzere bölge belediyeleri de KCK'nın hegemonyası altında!
Bölge belediyelerinin hizmet konusunda yetersiz olmasıyla bu konu arasında bir bağlantı var mı?
KCK'nın belediye üzerinde
kontrol sağlama isteği halka hizmet değil sadece para getirisi. Devlet tarafından belediyeye aktarılan paraların yanı sıra vatandaştan elde edilen gelirler belediyenin
ihale verdiği özel şirketler üzerinden örgüte aktarılıyor. Örneğin,
Urfa büyükşehir belediyesi olmamasına v
e devletten fazla
yardım almamasına rağmen Diyarbakır'dan daha hızla gelişiyor. Bölge halkı bu durumdan rahatsız. Bölgenin ileri gelenleriyle görüştüğümüzde “Keşke Diyarbakır'daki operasyonlar, KCK adı altında değil de yolsuzluk operasyonu olarak yapılsaydı” diyorlar. BDP, PKK-KCK boyunduruğundan kurtulmadığı sürece
Kürtlerin siyasî, vatandaşlık haklarını savunamaz, hizmet götüremez.
Bu yorumlardan sonra PKK ya da KCK'nın zayıfladığını söylemek doğru olur mu?
Dağa
eleman çıkarma noktasında zayıfladığı belki söylenebilir. Ama “PKK bitti üç beş çapulcuydu” gibi kavramlar bu meselenin üstünü örtmekten başka bir işe yaramaz.
Halk da bu yorumlara kapılarak “Devlet yıllardır üç beş çapulcuyla mücadele ediyor” diyor. Burada bir tuhaflık yok mu?
Bu bakış açısı ve söylem PKK'nın ilk kurulduğu günden itibaren devam ediyor. Senin karşında silâhlı gücüyle gerilla savaşı yapan bir oluşum var. PKK gerçeği saklandıktan sonra örgüt 1990'lardan sonra uluslar arası
suç örgütüne dönüşmeye başladı. Artık KCK-PKK'yı
terör örgütü olarak değil uluslar arası suç örgütü olarak tanımlamak gerekiyor.
Uyuşturucu kaçakçılığından, insan kaçakçılığına, kültür merkezlerinden,
spor kulüplerine, medyasına; hatta holdinglerine kadar bir çok yapılanmaya sahip. Eğer 90'larda bu yapı gözden kaçırılmasaydı belki bu kadar büyüyemezdi. Bugün bu fırsatı yakalamalıyız. İnsanlarımızı öldürebilecek, şehirlere
bomba koyacak kişilere operasyonlar düzenlenmeli bununla birlikte demokratik adımlar atılmalı! Halen anadilde eğitim tartışılıyor olması zulüm gibi!
Devletin ve örgütün yapısı aynı devam ederse KCK'dan yüzlerce insan tutuklanmaya devam mı edecek?
Önce rakamlar konusundaki manipülasyonu bertaraf etmek gerek. 6-7 bin kişiden bahsediliyor, yok böyle bir şey. Geçtiğimiz
Ekim ayında Adalet Bakanlığının AB'ye verdiği bilgide
tutuklu sayısının 605 olduğu bildirildi. Ancak yine KCK dâvâsında serbest bırakılanları düşünürsek sayının gerilediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ergenekon dâvâsında ise yüzlerce kişi tutuklu sanılıyor. Yargılanan 415 kişiden 90'ı tutuklu. Eğer alacağı ceza tutukluluk süresini aşıyorsa Oda TV dâvâsında olduğu gibi
tahliye ediliyorlar. Dolayısıyla kamuoyunu yanıltma konusunda bazı gazeteci-yazar-aydın kesimi oldukça mahir.
KCK'da Türkiye'nin tanıdığı akademisyenlerin tutuklanması büyük tepki çekti. Görüşünüz nedir?
Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı'nın neden tutuklandığına ilişkin
iddianame yakında açıklanacaktır. KCK'nın bir devlet yapılanmasını öngördüğünü söylemiştik. Bunun içinde akademiler de var. Şu ana kadar elde ettiğimiz bilgiler ve teknik takip kayıtları, Kandil'de verilen eğitimle siyaset akademilerinde verilen eğitimin tamamen aynı olduğunu gösteriyor.
Akademide suç olabilecek ne tür eğitimler veriliyor?
KCK'nın amacı Devrimci Halk Savaşını başlatmak, özerklik ve ardından konfederal Kürdistan'ı kurmak. Son bir-iki yıldır sokaklarda yaşanan şiddet eylemlerin azalmasının nedeni KCK liderlerinin içeri alınması ve siyaset akademilerinin bertaraf edilmesi. Siyaset akademisinde halk savaşının nasıl yapılacağı, gençlerin ve kadınların nasıl eylemlere sürükleneceği anlatılıyorsa buralara tabiî ki operasyon yapılır. Siyaset akademilerinde
Arap Baharı örnek alınarak “İstanbul ve Diyarbakır nasıl tahrir yapılır?” sorusuna kafa yoruluyordu.
MİT-KCK ya da PKK görüşmelerini nasıl yorumluyorsunuz?
Toplumun huzuru açısından MİT bu tür görüşmeleri yapabilir. Ancak görüşmenin içeriğinde sıkıntılı noktalar var.
Oslo görüşmelerinde
Afet Güneş, PKK'lılara şehirlere bomba yerleştirdiklerinden haberdar olduklarını söylüyor. Peki bu bombalarla ilgili bir işlem yapıldı mı? MİT mensupları arasında örgütün içine girmiş hatta
yönetim kadrosunda insanlar olduğu söyleniyor. Eğer bu başarılmışsa
tebrik etmek lâzım. Fakat bu insanların bugüne kadar hangi eylemleri engellediği ya da engellemediğinin de bilinmesi gerek.
Savcı, basına yansıyan kimi açıklamalardan öğrendiğimiz kadarıyla ciddî suçlamalarla MİT görevlilerini ifadeye çağırdı. Ancak kamuoyunda oluşturulan manipülasyonla
soruşturmanın başbakana yönelik olduğu söylendi. Hatta, ‘MİT görevlilerini ifadeye çağırmak için
Başbakan'ın hastaneye yatmasını, yani zayıf anını beklediler' gibi haddini aşan kokan yorumlar yapıldı. Savcıya, bir hukukçuya yapılmayacak şey yapıldı ve “Arkanda kim var?” denildi. Bu soruyu soranların ömrü boyunca sırtını bir yere dayamadan yaşayamayanlar, hukuka inanmayanlar ve fitne değirmenine su taşıyanlar olduğuna inanıyorum. Savcının hukukun gereği olarak soruşturma kapsamında elde ettiği ciddî bilgi ve
belgeler doğrultusunda bu adımı attığı ihtimali nedense göz ardı ediliyor. Velev ki bir yere dayandığını varsayalım eğer elinde bilgi ve belge yoksa ifadeye çağırıldıktan sonra ortaya çıkacaktı. Bu tür sorgulamaları hukuka bırakmamak hukuka ve
demokrasiye
hakaret!
Oslo görüşmeleri konusunda Müsteşarı görevlendiren Başbakan değil mi? Savcının da Oslo görüşmeleri konusunda müsteşarı çağırdığı ifade edildi…
Bildiğimiz kadarıyla Oslo görüşmeleri MİT görevlilerine yöneltilen suçlamalar arasında önemli yer tutmuyor. Bunun dışındaki bazı farklı noktaların daha etkili olduğu belirtiliyor. Ancak kraldan çok kralcılar var! Bu iddialar eninde sonunda ortaya çıkacaktır. Önemli olan soru MİT'in 30 senedir ne yaptığı? Bu süre zarfında birçok insanımız öldü, şehitler verdik,
bombalama olayları gerçekleşti. Bugüne kadar MİT'i ciddî mânâda tartışmadık. Emniyet tartışıldı, asker iğdiş edildi. Fakat MİT konusunda kamuoyunun vicdanı rahat değil.
Yani siz MİT'in kapalı kutu olarak kalmasını demokratik ve hukuk devletine yakıştırmıyor musunuz?
Devletin bütün kurumlarının arka odasına girildi. Büyük oranda da
temizlik sağlandı. Terör örgütüyle karanlık odalarda ilişkiye girenler deşifre oldu. Bu temizlik harekâtı terörle mücadelenin de önünü açtı. Son dönemde Jandarma
Özel Harekât birimlerinin
imza attığı başarılı operasyonlar bunun en güzel örneğidir. Hatta son operasyonlar, terör örgütü elemanlarının canlı yakalanmasını önceler oldu. Bu prensip karşılık buldu. Son beş ayda yaklaşık 150 örgüt mensubu teslim oldu. Bu başarının arkasında ordu-PKK-Ergenekon ilişkilerinin deşifre edilmesi var. MİT'te ne var ne yok onu henüz bilmiyoruz.
MİT'in sanki daha özel bir hafızası var. Ne dersiniz?
Türkiye
darbe dönemlerinden tutun, faili meçhullere, terörün
tavan yaptığı günlere kadar pek çok karanlık gün geçirdi. Burada MİT'in belleği önemli. MİT'in içinde karanlık ilişkiler yok diyemeyiz. Halbuki savcının çağrısı MİT'in demokratik şeffaflığına vesile olabilirdi. Başbakan belki de ileri ki günlerde soruşturmaya izin verebilir. Fakat Başbakan'ın “Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” söylemi ilginç. Çünkü
Hakan Fidan seçilmiş biri değil. Atanmıştır ve gerektiğinde
hesap verebilir olmalıdır. Eğer seçilmişten kasıt hükümetse hiçbir demokratik-hukuk devletinde ciddî manada
delil varsa kimse yargılanamaz soruşturmaya çağrılamaz değildir. Bu tartışmalarda biliniyor ki kimi gruplar fitne değirmenine su taşımıştır. Şunu belirtmeliyim ki kimileri hukuku bir kenara itip savcıların ifadesine başvurmak istediği MİT mensuplarının hatasız olduğu hükmünü vermişlerdir. Fakat biz bilmiyoruz, hata var mı yok mu? Kamu vicdanı rahat değil bu konuda. Bu çatışma ortamında hukukun işlemesine engel olmak isteyenler de var.
Balyoz, Ergenekon gibi dâvâlarda yargılanan insanlar da bu haklardan yararlanmak için ellerinden geleni yapacaktır.
KCK'ya dönersek demokratik adım atılmazsa soruşturmalar nereye gider?
Eğer demokratik adımlar atılmazsa KCK tutuklamalarının hiçbir anlamı kalmayacak. Daha aleyhte bir durum ortaya çıkacaktır. Tutuklananların yerine örgüt zaten yenilerini yetiştiriyor. Bir an önce bahsedilen demokratik
açılım paketlerinin uygulamaya sokulması gerekir.
Sizce hükümet bu konuda neden adım atmıyor?
Hükümet on yılını geride bıraktı ve yarın
seçim olsa kazanma ihtimali var. Eğer böyle güçlü bir iktidarınız varsa cesurca bu adımların atılması gerekir. Anlaşılan o ki Ak Parti'de cesaret eksikliği var! Toplumsal taleplerin karşılanması konusunda inanılmaz derecede korkak davranıyor. Kürtlerin haklı talepleri karşılanarak PKK'nın savunduğu argümanlar boşa çıkarılmalı. Bu sayede Kürtlerin devletle barışı sağlanabilir. Bunun başında da anadilde eğitim geliyor. Örgütün şu anda en çok kullandığı argüman bu. Vatandaşına hakkını verirsen PKK'nın zehrine panzehir olur. Bu mesele, TRT Şeş'le karşılanacak kadar basit bir toplumsal talep değil. Demokratik hakların karşılanmasıyla Kürtler, devletin yanında olduğunu hissederek örgüte karşı durabilir, kendine güvenebilir. KCK'nın korktuğu şey de bu. Demokratik adımların ciddî manada atılması, KCK'nın kurmak istediği totaliter-
diktatör devletin engellemesidir.
Totaliter demişken KCK kendi yapılanması içinde infaz gerçekleştiriyor mu?
İç infazlar devam ediyor. PKK'nın kuruluşundan bu yana örgütü sorgulayacak sözler infaz sebebi olmuştur. Bu infazların sayısı 17 bini bulmuştur. PKK bu açıdan Avrupa'da, Türkiye'de ve özellikle Irak'ın Kuzeyindeki kamplarında iç infazlara imza atmıştır. Araştırmalara göre dağa çıkanların ortalama ömürleri 7-8 yıl. Ya çatışmada ya infazla ya da hastalıktan ölüyorlar. Tabiî üst düzey yöneticiler hayatta kalabiliyor! Bölge insanının birçoğu, ölmesine rağmen çocuklarını dağda sanıyor. Sonuçta bu insanlar bizim insanımız.
H. Hüseyin Kemal - Yeni
Asya