Balyoz Davası kararının açıklanmasının ardından 'Balyoz'da yargılama mı yapılmıştı ki?' başlığıyla kaleme aldığı yazıda "Silivri Cezaevi'nin önünde elleri titreyerek ağlayan eşler ve çocuklar mideme oturdu" diyen Radikal yazarı Ezgi Başaran'a sordu: "O “Balyoz” inseydi, tutuklanacak 250 bin kişiyle birlikte yüreği yanacak, feryatları göğe yükselecek milyonlarca kişinin acısı midesine oturacak mıydı?" İşte Star Gazetesi yazarı Elif Çakır'ın yazısı...
Teşebbüsün fazlası var eksiği yok
BİZLER... Cumhuriyetin kurulmasından bu yana “had bildirenlerin” hüküm sürdüğü bu ülkenin “ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİĞİ”yle büyüyen nesilleriyiz.
Yüz yıllık bir hikayemiz var bizim. Bu ülkede analar hep ağladı, babalar ağladı, çocuklar ağladı, konu komşu dostumuz atalarımız ağladı, herdaim anamızı ağlattılar velhasılı kelam...
Devrim dediler ağlattılar darbe dediler ağlattılar, yaptıkları zulümler yapacakları zalimliklerin garantisi olsun, iyice belleyelim unutmayalım diye zulümlerine isimler verdiler, imzalarını attılar göstere göstere.... Öldürmeye, işkenceye, sahipleri oldukları ülkeyi beğenmiyorsak kovmalara doyamadılar. Onlar hiç ölmeyeceklerine, yaptıklarını bedelini ödemeyeceklerine inanırken bizleri de buna inandırdılar.
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİĞİMİZ kaderimiz oldu. Yediğimiz tokatlarla yüzlerimiz nasır bağladı, vurula vurula sırtımız kamburlaştı; adım atamaz, düşünemez olduk. Ama onlar vurmaktan, iteklemekten yorulmadılar. Üç günlük dünyayı kendilerine
cennet bizlere
cehennem ettiler. Ne yalan söyleyelim, bizler yine de “öğrenilmiş çaresizliğimize” rağmen bir gün bu ülkeye de bir Molla Kasım'ın geleceği umudunu hiç eksik etmedik burkulmuş yüreklerimizden.
***
Tarih 2012. Yine bir
Cuma günü ve akşamı.
Bakmayın siz “kararı değersizleştirmek” için toplumu hipnotize edercesine tekrarladıkları “bir rövanş almanın zevki için, bir karar vermişlerdi, uygulanacaktı. Davanın başından beri, gerçek bir savcı, gerçek bir mahkeme yoktu” sözlerine. Türkiye tarihinde ilk kez savcılar ve hakimler, bu ülkenin
masum halkına indirmek istedikleri balyozu zalimlerin elinden alıp, onlara “durun bakalım” diyen bir mahkumiyet kararı verdiler. Dokunulmaz kişilere dokundular ve Türk siyasi tarihinde ilk kez “darbeye teşebbüs”ün hesabını sorabildiler. Elbette ki, TSK'nın imajını zedeleyecek kadar ordu mensubunun “
darbeci” olarak yargı önüne çıkıyor olması ve mahkum olması hepimiz açısından içler acısı ve üzücü bir durum.
Özgürlükçü fikirlerine hayran olduğum bir meslektaşımız her zamanki gibi “modüs operandi” yaparak, “
Balyoz davasının sonuçları beni şaşırtmadı. Fakat Silivri Cezaevi'nin önünde elleri titreyerek ağlayan eşler ve çocuklar mideme oturdu” diyor. Sorarım kendisine.
O “Balyoz” inseydi, tutuklanacak 250 bin kişiyle birlikte yüreği yanacak, feryatları göğe yükselecek milyonlarca kişinin acısı midesine oturacak mıydı?
Cezaevinin önünde ağlayan kadınlara bakarken, biri dört aylık iki
küçük çocuğun annesi olan Cihan Uzun'un,
kocasının tabutuna sarılmış “Bugünün bütün gazetelerini toplayıp saklayacağım, iki oğlun da senin yolunda, savcı oldukları gün bugünün gazetelerini vereceğim Muradım” derken döktüğü gözyaşları da midesine oturdu mu? Çok değil, hatırlamamasına imkan yok,
28 Şubat sürecinde ordudan atılan subayların, eşlerinin ve çocuklarının gözyaşları, çaresizlikleri midesine oturmuş mudur?
Okulları önünde yerlerde sürüklenen gencecik İmam Hatipli kızların, üniversitelerin kapısından çevrilenlerin gözyaşları için midesinde yer var mıdır, merak ediyorum? İş adamları itiraf ediyorlar, siyasetçiler itiraf ediyorlar, medyanın ağır topları
itiraf ediyorlar artık geçtiğimiz yirmi yılda neler yaşandığını... Bütün bunların failleri, aktörleri şimdi yaptıklarının bedelini ödüyorlar ve ödeyecekler. Eşleri, çocukları ağlıyor diye “yaptıklarının bedellerini” ödemesinler mi?
Eminim ki sadece “göstermelik” bir biçimde “mideme oturdu” diyen, gerçekte “
gözyaşı” dökmemiştir bile. Ancak o görüntüleri izleyince, yüreğimin parçalandığını ve sahiden ağladığımı yüreğim kaldırmadığını söyleyeyim.
Şimdi “rövanşist” diye bağıracaklara: Rövanşist değilim, vicdanımı yitirmedim.
Keşke bu ülkeyi bu hale getirmeselerdi... Ancak herkes yaptığının bedelini ödemeli.
Bakın, avukatların okuduğu bildiride
mahkumlar hâlâ tehdit etmeye devam ediyorlar.
“Ortada gerçek savcı, gerçek mahkeme yoktu” diyeceğinize, “yarın güç bizim elimize geçtiğinde” diyerek aba altından sopa gösterenleri tartışalım. Ben o
sanık avukatlarının okuduğu bildiriyi dinleyince
“sen ölürsen çocuklarından senin hesabını soracağız” diye mail atanları hatırlayıp ürktüm. Bilmem anlatabiliyor muyum?