MİT krizindeki şok plan!

Bugün Gazetesi yazarı Adem Yavuz Arslan, MİT elemanlarının ifade krizindeki şoke eden planı deşifre etti.

MİT krizindeki şok plan!

MİT’çilerin ifade krizini devlet krizine dönüştürmek isteyen Ergenekon gibi odaklar hemen harekete geçti. Arınma sürecini baltalamak için devreye girdi. Türkiye geçtiğimiz salı akşamından bu yana 'MİT'çilerin ifade krizi' ile yatıp kalkıyor. Görevden almalar, yeniden atamalar, üçlü-dörtlü zirveler ve 'karşılıklı restleşmelerle' geçen 5 günün sonunda krizin bittiğini söylemek için henüz erken. Çünkü daha TBMM safhası var. Gelinen nokta o kadar gürültülü patırtılı hale geldi ki iki adım geriye durup büyük resmi görmek ve adım adım analiz yapmakta fayda var. Temel doğrular genel yanlışlar MİT'çilerin ifadeye çağrılması olayı birçok noktadan 'turnusol' işlevi gördü. Herkes bir anda eteklerindekileri döktü. Ergenekon süreci başladığından bu yana 'her şeyi cemaate bağlayan cephe' 'Koşun hükümetle cemaat kavgaya tutuştu' diyerek 'ne olduğunu anlamak yerine' buradan 'nasıl bir fırsat sağlarız'ın peşine düştü. Hatta bunun için iddialara bile bakmadan 'Bu operasyonun hedefi Başbakan' diyerek işi 'şahsileştirme' derdindeler. Düne kadar Başbakan'a ve Hakan Fidan'a demediğini bırakmayanların bir anda 'Erdoğan'ın şahsi karizmasını koruma derdine düşmeleri' de ilginç bir nokta. Fakat hem Türkiye'nin siyasi dinamiklerini hem Başbakan Erdoğan'ı hem de 'cemaati' az buçuk analiz etseler söylemlerinin temenniden öteye geçmediğini görürlerdi. Çünkü, Gülen cemaatinin temel dinamiği eğitim. Üstelik, sadece Türkiye'de değil dünyanın her yerinde. Hareketin hedefi insanlığa faydalı, iyi ve güzel ahlaklı nesiller yetiştirmek. Çerçeve bu kadar geniş olunca 'cemaat' de o kadar genişliyor. Yani, siyasetle ayrı zeminlerde Gülen hareketi. Ayrıca iktidar mücadelesi içine girmek isteseler, siyaset yaparlardı. Eğer iddia ettikleri gibi cemaat, hükümete cephe alacak olsaydı hem 12 Eylül referandumunda hem de genel seçimlerde bu kadar açıktan destek olmazdı. Gülen, geçmişinde hiç yapmadığı bir şeyi yapıp ilk kez siyasi tercihini açıktan ilan etti. Yetmedi, istikrar için herkesin üzerine düşen vazifeler olduğunu söyledi. Ayrıca, cemaat bugüne kadar ne Başbakan ne de hükümete karşı hiçbir hareketin içinde olmadı. Hatta açıktan destek verdiği hükümetten 'hiçbir beklentisi olmadığını' da birinci elden ilan etti. Yani hükümet ile cemaat arasında kavga söylemi tespitten çok temenni. Oslo perdesi KCK gerçeğini örtüyor İfade krizi boyunca manşetlere taşınan bir başka yanlış da MİT'çilerin Oslo görüşmeleri için çağrıldığıydı. Oysa, savcılık söz konusu MİT'çileri Oslo görüşmeleri nedeniyle değil geçtiğimiz ocak ayında İstanbul ve Diyarbakır'da yapılan KCK operasyonlarında ele geçirilen bilgi ve belgeleri sormak için çağırmıştı. Üstelik de bunu, sızmaması için telefonla ve nezaketle yapmıştı. Fakat tuhaf bir şekilde haber hemen sızdı. Gerçi MİT Müsteşarı'nın ifadeye çağrılması öncesinde olmasa bile sonrasında mutlaka sızardı ama bu kadar çabuk sızması da dikkatlerden kaçmadı. Peki savcılık ne soracaktı? Bugüne kadar edinilen bilgilere göre tablo pek parlak değil. Çünkü eldeki veriler MİT mensuplarının istihbarat toplama ve bilgi edinme görevinin ötesine geçtiği yönünde. Ayrıca Diyarbakır'da elde edilen 12 CD'nin içeriğinin de 'yenir yutulur türden olmadığı' konuşuluyor. Oslo Mutabakatı denen metnin de sorunlu bölümleri olduğu bir başka gerçek. Bununla birlikte sadece İstanbul'da 50 ayrı olayda 'MİT muhbirlerinin' öncü olduğu bilgisi de var. Hatay'daki skandal ise bütün bunların üzerine tüy dikti. Düşünebiliyor musunuz? Başbakan, Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı ortak bir politika belirliyor. Muhaliflerin kilit ismine kapı açıyor. Fakat MİT'in bir yöneticisi mafyatik gruplarla işbirliği yapıp Suriyeli Albay'ı Esed'e satıyor. Esed de önce psikolojik harp için albayı kameraya konuşturup sonra idam ettiriyor. Bu olayın neden olduğu diplomatik krizin ne kadar çok baş ağrıttığı sır değil. MİT'in üzerine düşeni yapıp hemen gereğini yapması gerekiyordu. Gecikmeli de olsa yaptı ve geçen hafta çarşamba günü kurumdan atıldı. VELEV Kİ SAVCI USUL HATASI YAPTI... Özetle savcılığın MİT'çilere sorması gereken çok sayıda sorunun olduğu açık. Velev ki savcı usul hatası yaptı... Bu noktada temel sorulardan birisi de şu: MİT Müsteşarı ifadeye çağrılır mı? İşin hukuki boyutu bir yana psikolojik açıdan 'şık olmayan' bir durumun olduğu ortada. Tıpkı Genelkurmay eski Başkanı Özkök'te olduğu gibi savcıların gidip bilgisine başvurması daha iyi bir yöntem olurdu. Velev ki savcı usul hatası yaptı? Görünen de o yönde. Fakat savcı usul hatası yaptı diye daha önceki HSYK döneminde yapılan yanlış müdahaleleri yapmak ne kadar mantıklı? Savcıyı, neredeyse 5 yıldır KCK operasyonunu sürdüren ve başarıları nedeniyle bizzat Başbakan'ın takdirlerini almış emniyet ekibini tarumar etmenin mantıklı bir izahı yok. Bu olay zaten zor şartlarda ve büyük özveriyle çalışan güvenlik bürokrasisinde ciddi moral bozukluğuna yol açar. Nitekim açtı bile. Kim şahin kim diyalogcu? İfade krizini devlet krizine dönüştürmek isteyenlerin de öne çıkan bir tezi var. Bir tarafta MİT ve hükümet diğer tarafta ise yargı ve emniyet. Bu görüşe göre MİT ve Başbakanlık 'uzlaşmacı, diyalogcu'; yargı ve emniyet ise 'şahin, silahlı çözüm taraftarı.' Geçmişte "diyalogcu" diye yaftalanan bir cemaatin şimdi tersiyle suçlanması da yaftacılığın vardığı boyutu gösteriyor. Gülen'in daha iki ay önce Kürtçe'nin okullarda seçmeli ders olarak okutulmasını önerdiğini, Anayasa sürecinin yavaş ilerlediğini söylemesini unutup "şahin" diye yaftalamak vicdan sahiplerine yakışır mı? Gazeteciliğin temeli fikri takiptir. Fakat yapılmadığı için burada da temenni tespit gibi sunuluyor. Hafızaları tazeleyelim: 14 Temmuz'daki Silvan saldırısı sonrası PKK ile mücadele stratejisini değiştiren ve KCK operasyonlarına daha da ağırlık verilmesini sağlayan talimat kimden geldi? Başbakan Erdoğan'dan. Başbakan her fırsatta KCK operasyonlarının arkasında ve destek veriyor. Peki o operasyonları kim gerçekleştiriyor? Emniyet. Açılım sürecini başlatan da AK Parti Hükümeti'dir bundan beklenen sonucu almadığı için vazgeçip güvenlik politikalarına ağırlık veren de AK Parti Hükümeti'dir. MİT'in arkasında hükümet ve Başbakan var gibi söylemler krizi çözmez, daha da derinleştirir. Üstelik bu söylemler kurumlar arasında çatışma riskini de beraberinde taşır. Çünkü terörle mücadele sadece MİT eliyle yapılmıyor. Tüm güvenlik birimleriyle bütüncül bir anlayışla gerçekleştiriliyor. Emniyete TSK'ya talimatı başka bir ülke mi veriyor? Yargı, KCK operasyonu kapsamında ele geçirilen bilgi ve deliller ışığında soruşturmayı genişletiyor. Bulgular soruşturulmayacak mı? Susurluk sonrası emniyet içerisinde, Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları sonrası TSK içerisindeki çürük yapılar tasfiye edildi, ediliyor. MİT içerisinde de bu tür yapıların eğer varsa soruşturma sonrası tasfiye edilmesi gerekmez mi? Hedef Fidan mı? Hakan Fidan, AK Parti'nin yetiştirdiği önemli bürokratlardan. Bu köşede defalarca vizyonu ve yapmak istedikleriyle ilgili pozitif yazılar çıktı. Hatta bu yüzden, Fidan'a sahip çıkanlar tarafından eleştirilmiştim de. Fakat Fidan'ı tanıyor olmak, kişiliği ve projelerine güveniyor olmak MİT'i de pirüpak bir kurum haline getirmez. Üstelik bu ülkenin en gizli kapaklı, en kirli kurumlarının başında MİT gelir. Geçmişe dönüp baktığımızda karıştığı ama asla hesap vermediği olayları sıralasak sayfalar tutar. MİT'in Başbakan ve bakanları bile düşürüp siyaseti dizayn ettiği günler çok eskide değil. O yüzden soruşturma çağrısının hedefinde Hakan Fidan'ın olduğunu iddia etmek çok gerçekçi değil. Daha düne kadar Fidan'a her türlü 'ci-cu' yakıştırmalarını yapanların bugün koro halinde 'Fidan iyi cemaat kötü' şarkısını söylemeleri de not edilmeli. Cemaate hakaret eden saldıran, demediğini bırakmayan Ergenekoncular, Balyozcular, PKK yöneticileri ve BDP'den oluşan koroya bir de AK Parti'nin katılması ne kadar doğru. Mesela daha göreve gelmeden yıpratmaya yönelik haberlere başlayan Odatv ve Aydınlık, cansiperane 'MİT'e dokunma' kampanyası yapıyor. Aydınlık'ın "KCK içindeki 1000 MİT'çi deşifre olacak" haberi bu açıdan iyi bir örnek. Koruma yasası Ergenekon'a zırh olur mu? Başbakan Erdoğan'ın (tekrar geçmiş olsun diyelim) ifade çağrısını kendisine operasyon olarak algılayıp hem görevden almaları hem de yasal düzenlemeleri istediği başkentte çok konuşuldu. Fakat Fidan'ı korumak için apar topar yapılan düzenleme çok riskli olabilir. Kılıçdaroğlu'nun 'Bu yasa devleti çeteleştirmektir' söylemini yabana atmamak lazım. Çünkü her şeyi Başbakan'ın iznine bağlamak bütün riskleri Başbakan'ın kapısının önüne yığmaktır. Düşünelim; PKK ile yürütülen ve siyaseten taşınamayacak işler yaptığı ortaya çıkan bir MİT bürokratı için savcılık soruşturma istese ne olacak? Başbakan izin vermese bir dert, izin verse başka bir dert. Ayrıca, bu koruma kalkanının diğer güvenlik birimlerinde de sıkıntıya yol açacağı açık. Üstelik de Meclis kulislerinde, bu düzenlemenin genişletilerek bakanları, generalleri ve üst düzey bürokratları da kapsayacağı konuşuluyor. Böyle bir durumun hukuk devleti açısından doğuracağı riskler saymakla bitmez. Yani "MİT'tir, ne yapsa yeridir" diyerek illegaliteye yasal kılıf getirmek en başta AK Parti'nin varlık sebebiyle çelişmesi olur. Savcının yaptığı usul hatası varsa, bunu usulüne uygun düzeltip Başbakan Erdoğan'ın sık sık vurguladığı 'arınma süreci'ni tamamlayabilmek için hukuktan demokrasiden, istikrardan ve en önemlisi şeffaflıktan taviz vermemek şart. HABER ANALİZ: ADEM YAVUZ ARSLAN/ BUGÜN GAZETESİ
<< Önceki Haber MİT krizindeki şok plan! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER