İslam Dünyası neden sessiz?

Araştırmacı Yazar Mehmet Ünal, Suriye'deki katliama karşı, özellikle İslam ülkelerinden niye ses-seda çıkmadığını sordu?

İslam Dünyası neden sessiz?

Araştırmacı Yazar Mehmet Ünal, "Devam eden bu katliama karşı, özellikle İslam ülkelerinden niye ses-seda çıkmadığını sordu? Suriye’deki Vahşet ve Âlem-i İslam’a Sesleniş Uzun süreden beri Suriye’de akan Müslüman kanı bir türlü durmak bilmemekte ve bu maalesef hem “medeni” Avrupa’nın hem de “kardeş” İslam ülkelerinin veya Ümmet-i Muhammed’in gözleri önünde cereyan etmektedir. Dini, Nusayrilik olan ve azınlık bir zümre olmasına rağmen iktidarı ve gücü elinde bulunduran zalim Esed rejimi tarafından sürdürülen bu vahşet, durmak şöyle dursun, günden güne artarak devam eden bir vahamette sergilenmektedir. Bu vahşeti sergileyen zümrenin esasen İslamiyetle ve Müslümanlıkla uzaktan-yakından, gerek ameli gerekse itikadi manada, kesinlikle alakası yoktur ve zaten hunharca katledilen halkın çoğunluğunu da Müslümanlar oluşturmaktadır. Şimdi, bu vahşeti sergileyen rejimin dünya görüş ve dini inançlarını daha yakından tanımaya çalışalım: Her şeyden önce onların kutsal kitap olarak kabul ettikleri kitap, Nusayri Liderlerinden Hüseyin b. Hamdan el- Hasibi’nin (358/969) Kitabu’l-Mecmu isimli yazdığı kitabıdır. (Mehmet Saffet Sarıkaya, İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler, Rağbet Yayınları- İstanbul 2009) Kutsal kitaplarına göre şehadetleri ise şöyledir: “Ali b. Ebi Talib’ten başka ilah olmadığına, Seyyid Muhammed el-Mahmud’dan başka Hicab olmadığına ve Selman Farisi’den başka Bab olmadığına şehadet ederim.” (Süleymen el-Azeni, el-Bakutaru’s-Süleymaniyye fi Keşfi Esrari’d-Diyaneti’n-Nusraniyye, Beyrut, (1862) Onların inançlarına göre “Tanrı” yedi defa yeryüzüne hulul etmiştir ve en kâmil tecellisi de Ali şeklinde olmuştur. Nusayri ruhları yaptıkları iyiliklerle tekâmül edip beden kıskacından kurtulduktan sonra, kurtulan ruh için yaratılan bir yıldızda ikamet etmek üzere nurlar âlemine gider. Namaz onlar için bir duadan ibarettir ve namazı, “Ey yüce, büyük ve arıların efendisi, bize merhamet et” diyerek bitirirler. (Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, 188-189) 1920’den sonra Fransız mandasına geçmişlerdir. 2. Dünya savaşından sonra Suriye’de 1970’de Hafız Esed liderliğinde iktidarı ele geçirmişlerdir.(M. Gökçin-C. Doğan, “Suriye Nusayriler Orduyu Nasıl Ele Geçirdi” Zaman Gazetesi, 18-22. 12. 1995) Nusayrilerin Fransız mandasına girdiği 1920’den itibaren şer’i Alevi mahkemelerinin kurulmasına ve Oniki İmam Şiiliğine göre hüküm vermesi kararlaştırılmıştır. Bu karar ilerleyen yıllarda Nusayrilerin Oniki İmam Şiiliğiyle ilgili bazı motifleri ve inançları benimsemelerini beraberinde getirmiştir. (Türkiye’de Aleviler Bektaşiler, 203-204. (İ. Üzüm’ün Müzakeresi) Yukarıdaki bilgiler ışığında, günümüz İran Rejiminin de, Esed’in çoğunlukla Sünni Müslümanlara yaptığı bu kadar insan katliamına destek vermesi daha kolaylıkla anlaşılabilir. Hâsılı, kısaca izah etmeye çalıştığımız şekliyle bir inanışa sahip olan Nusayri Esed Rejiminin Müslüman kanı dökmeyi bırakmasını ya da, kendi halkı bile olsa, onlara merhamet etmesini beklemek beyhude bir hayalden öteye geçmeyecektir. Müslümanlar olarak bizler bu hayallerle meşgul iken, bu rejim her geçen gün daha fazla insanı, kendi iktidarının bekası uğruna katletmeye de devam edecektir. Peki, devam eden bu katliama karşı, özellikle İslam ülkelerinden niye ses-seda çıkmamaktadır. Bu ne biçim bir Müslümanlıktır ki, Allah-u Teâlâ’nın “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz” (Hucurat / 10.) buyruğuyla kardeş ilan ettiği koca bir İslam âlemi, bırakın sadece müslümanlığı, vicdanı olan her insanın içini parçalayan o vahşet görüntüleri karşısında, hala daha sessizliğini, beklemesini sürdürmekte ve zevk-i sefasına devam etmektedir? Hiç mi hamiyet-i din, izzet-i İslam ve Uhuvvet-i İman kalmamıştır ki, Allah Resulü (s.a.v) “Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman, Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslümana, kardeşinin kanı da, malı da helâl olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır” (Kütüb-i Site: 2/303) buyurduğu halde, O’nun (s.a.v) Muazzez ve Mualla Ruhu’nun sızlamasına rağmen hala daha, aslında Ümmet-i Muhammed’in İslam Kardeşliği içerisinde çözmesi gereken bu büyük sorun, maalesef acizlik ve vurdumduymazlıkla başkalarına havale edilmeye çalışılmaktadır. Sen kendi kardeşinin sorununu çözmezsen başkaları onu neylesin. Yine Allah-u Teâlâ’nın Mukaddes Beyanlarıyla “…Ve onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir” (Haşr, 59/9)şeklinde tarif edilen ve gerçek Müslümanların yaşadıkları dönemde böyle tatbik edilmiş olan İslam Kardeşliği bugün nerededir ve neden yerlerde sürünmektedir? Allah-ı Teâlâ müminlerin vasıflarını şöyle beyan eder: "Mü'minler ancak o kimselerdir ki; Allah ve Rasûlünü tasdik eder ve sonra da hiçbir şüpheye düşmezler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücadele ederler, işte imanına bağlı, gerçek mü'minler bunlardır." (Hucurât sûresi, 49/15} Günümüzün, gücü ve zenginliği elinde bulunduran, servetleriyle göz kamaştıran, dünyanın en yüksek burçlarında yaşayan, altından uçaklarla seyahatler yapan Müslüman Liderler, Müslümanların, neredeyse burunlarının dibinde katledilmesi karşısında bu Beyan-ı Sübhaniye’nin acaba hangi kısmında yer almaktadırlar? Bu İlahi Kıstaslar’ın hiçbirinde yer alamadıktan sonra müslümanım diyerek gezmenin ne anlamı vardır? İlahi Kıstaslar’a uymadıktan sonra, zenginliğin, şatafatın ve iktidarın ne kıymeti olabilir Hakk ve halk katında? Ne kadar servetin ve iktidarın olursa olsun, sonunda Yüce Allah’ın Huzuru’na gidilmeyecek midir? Gidilirken de, kurtuluş akçesi olarak sadece Allah’a yakınlık veya Takva götürülmeyecek midir? Allah Resulü (s.a.v) Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arab'ın, Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerinde üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır.” İşte, ey mü'minler! Ehl-i iman’a karşı saldırı vaziyetini almış ne kadar düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı dayanışma içerisinde, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecburken, onların hücumunu kolaylaştırmak, onların, İslam’ın Haremi’ne girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan taassubla taraf olmak veya sessiz kalmak, hiçbir şekilde ehl-i imana yakışır mı? Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhınız ve siperiniz ve kaleniz, İslam Kardeşliği olmalıdır. Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: "Âhir zamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek müthiş zararlı şahısları, İslâmın ve beşerin hırs ve ihtilafından istifade ederek, az bir kuvvetle insanlığı darmadağın eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır." Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “Müminler ancak kardeştirler” kutsal ve muhkem kalesi içine giriniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.(Bediüzzaman Said Nursi, 22. Mektup/1. Mebhas) Evet, bugün hem Müslüman olduğunu söyleyip hem de yanı başlarında büyük bir vahşetle akıtılan Müslüman kanı karşısında sessiz kalan ve üzerine düşen vecibeleri yerine getirmeyen İslam Dünyası'nın debdebeli sultanları veya kralları, acaba bir gün aynı vahşetlerin kendi başlarına gelmeyeceğinden ve kendi hayat ve hukuklarını muhafaza ve müdafaa edebileceklerinden nasıl emin olabilirler? Bu sessizliklerinden dolayı, Adalet-i İlahi’nin bir gün onları da yakalayacağını hiç mi hesaba katmazlar? Hâlbuki Allah-u Teâlâ, mazlumların ahlarını yerde bırakmaz, dualarını geri çevirmez ve sadece mühlet verir ama hiç mi hiç ihmal etmez: “Rabbin, zulme dalıp gitmiş ülkeleri kıskıvrak yakaladığı zaman işte böyle yakalar. O’nun derdest edip yakalaması pek acıdır, çok çetindir.” (Hud/ 102) Mehmet Ünal Araştırmacı Yazar [email protected]
<< Önceki Haber İslam Dünyası neden sessiz? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER