Hükümete vurulan asıl darbe!

Gündemdeki sıcaklığını koruyan "MİT krizini", bazı söylemlerin asıl amacını ve bundan sonra yaşanabilecekleri bakın nasıl yorumladılar...

Hükümete vurulan asıl darbe!

Bugün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt, "Cemaat" yalanı ve hükümete asıl darbe..." başlıklı köşe yazısında; "İçişleri Bakanı'na 'marangoz hatası' diyebilecek kadar taraf bazı isimlerin, 'Hükümet ile cemaat arasında ittifak bitti' diyecek kadar işi ileri götürdüğünü, '250 ve 251'inci madde de değişmeli' diyerek krizden yeni krizler üretmeye çalışan bazı kesimlerin ise Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarını baltalayarak tutuklu isimlerin serbest kalmasını hedeflediğini" ifade etti. "Kanaatimce işin kırılma noktası 'MİT yöneticilerinin KCK terör örgütüne ilişkin ifadeye çağrılmaları, Başbakan'ı hedefler' deyip, bu konuda siyasileri inandıranlardır. Yargı önünde iddiaları çürüterek hükümeti rahatlatmak yerine, 'sivil darbe' var deyip 'koruma yasası' çıkarttıranlar aslında hükümete gerçek 'darbe'yi vuranlardır" diyen Başyurt, bu yanlış yönlendirmenin hükümete yönelik nasıl bir güven erozyonuna neden olduğunu beş madde altında sıraladı: "Birincisi, AK Parti'nin demokratikleşme ve arınma süreçleri sayesinde kamuoyunda kazandığı güven ve itibara darbe vurdular. İkincisi, yargı reformuna imza atan ve hukukun üstünlüğüne önem veren AK Parti'yi, yargı mensuplarıyla karşı karşıya getirdiler. Hükümeti devirme çalışması yapanları tek tek deşifre eden özel yetkili savcıları, 'Hükümete sivil darbe' yapmakla suçladılar. Üçüncüsü, terör örgütüne karşı başarılı operasyonlar yürüten hükümeti, sanki perde gerisinde terör örgütü ile gizli müzakereler yapıp sözler veren, hatta KCK yapılanmasını bizzat organize eden ve bunun da ortaya çıkmaması için koruma yasasının arkasına sığınan bir duruma soktular. Dördüncüsü, hükümetin 9 yıllık iktidarında derin yapıları deşifre eden emniyet güvenlik birimlerine, 'Bir öneminiz yok, istediğimiz zaman süreriz...' mesajı verip gönül kırdılar. Aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri'ne de 'MİT'i korur, ancak sizi korumayız' demiş oldular. Böylece yüz binlerin görev yaptığı güvenlik birimleriyle hükümet arasına 'fitne' soktular. Beşincisi, AK Parti'yi kendi tabanı ile karşı karşıya getirdiler. Cemaati 'sivil darbe'nin taraftarı gibi gösterip, hükümetin yetkilerini 'paralel devlet' ile paylaşmayacağı iftirasını ortaya attılar. Hükümeti, cemaatleri sandıktan sandığa hatırlayan, sonra da onların elemanlarını tasfiye eden, hatta varlıklarından rahatsız olan bir konuma düşürdüler. Koskoca bir 'camiaya' paçavra muamelesi yaptılar. 'Muhafazakâr demokrat' AK Parti ile kitleler arasına 'fitne' soktular." "MİT yöneticilerinin ifade daveti, hükümete oynanan bu oyunun yanında solda sıfır kalır" diyen Başyurt, "etkileri zaman içerisinde daha fazla hissedilecek bu 'fitne'nin siyasi faturasını en aza indirmek ve bir kez daha aynı hataya düşmemek için, hükümetin yargı süreciyle ilgili kendisine operasyon yapanları ve manipülasyon uygulayanları bir an önce ortaya çıkarması gerektiğini" vurguladı. Köşesinde "MİT krizi"ne yer veren bir diğer isim olan Bugün Gazetesi Gültekin Avcı ise, "Esas sancı iddianame yazılınca" başlığını verdiği yazısında "Bu süreçte özel savcıların haklılık taşımayan ithamlarla zan altında bırakılmasına gönlüm razı değil" dedi ve kamuoyunda çokça konuşulan iddiaları hukuk kuralları çerçevesinde tek tek cevapladı. 1- Savcı özel kanunu açıkça görmedi iddiası Özel bir kanun olan YÖK Kanunu, özel bir kanun olan Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu ve özel bir kanun olan Jandarma Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'da, ilgili kurum personellerinin görev sebebiyle işlediği suçlarda, adli soruşturma izne tabi tutulmuş. MİT Kanunu da değişmeden önce benzer özel kanunlardan birisiydi. Özel savcıların soruşturmalarında MİT Kanunu dahil hiçbir özel kanun işlemedi. İşlememesi gerekiyordu zira özel yetkili savcılığın en önemli özelliği, devletin güvenliğine ve anayasal düzene karşı işlenen suçları hiçbir kişi veya kurumun iznine takılmadan doğrudan soruşturabilmesidir. Yoksa zannedildiği gibi ayrı bir özel savcılık teşkilatı veya özel görevli mahkeme yapılanması zaten yok. Özel savcıların soruşturma tarzına dayanak teşkil eden CMK 251'in kritik manası, özel kanundaki soruşturma iznini bertaraf etmesidir. İşte bu sebeple Ergenekon, KCK ve örgütsel görünüm içeren diğer soruşturmalarda akademisyenler, jandarma mensupları, polisler kimseden izin alınmadan soruşturuldu. Savcıların yürüttükleri soruşturmalarda başbakanla görüşme yapmaları da mümkün değil. 2- Başsavcı Vekili Fikret Seçen'in basına bilgi notu vermesi C. Başsavcılıkları soruşturmanın gizliliğine zarar vermeyecek şekilde yazılı açıklama yapma yetkisine sahiptirler. Daha önce Oda soruşturmasında Zekeriya Öz'ün basın açıklamalarını, Ankara Başsavcılığı'nın YGS soruşturmasında yaptığı açıklamayı hatırlayın. 2007'de İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'in bizzat kameralar önünde Ergenekon soruşturmasıyla ilgili basın açıklamasını hatırlayın. Başsavcı vekiliyken Turan Çolakkadı'nın açıklamalarını hatırlayın. 3- Sivil darbe ve siyasete yargının müdahalesi nitelemeleri Türkiye'de siyaseti açıkça yargılayan tek kurum var, o da Anayasa Mahkemesi. Anayasa yargısının teknik bir yargı süreci değil tamamen siyasal bir yorum faaliyeti yaptığını açıkça belirtmek gerekir. Siyaseti soruşturan tek kurum var. Yargıtay C. Başsavcılığı. Özel savcılığın siyaseti değil terör ve darbe faaliyetlerini soruşturduğunu neden göz ardı ediyoruz? KCK faaliyeti yürüten BDP siyasetçileri-milletvekilleri tutuklu. KCK savcıları siyasete müdahale etti diyebilir miyiz? Bugün MHP Milletvekili Engin Alan'ın, CHP milletvekilleri Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay'ın tutuklulukları devam ediyor. CHP ve MHP tutukluluk halinin devam kararlarına ateş püskürürken, savcıların MHP ve CHP siyasetine müdahale ettiğini söyleyemeyiz. Özel savcılığın işleyişini düzenleyen CMK 250 ve 251. maddeler, sivil bir darbe yetkisi veriyorsa bugüne kadar neden görmedik? Darbecileri yargı önüne taşıyan bu kanun maddeleri ne zamandan beri sivil darbe maddeleri oldu? 4- Savcı MİT unsurlarını deşifre etti iddiası MİT unsurları suç işlerken veya molotof atarken polisçe yakalandığında kim kimi deşifre etmiş olur? Polis suç işleyen kişileri yakalamasın, savcı peşine düşmesin diyebiliyorsak, evet savcılık MİT unsurlarını deşifre etti diyebiliriz. Ama suç işleyen bir kişiyi yakaladığınızda, o kişi "ben MİT'e çalışıyorum" diyerek kendini tanıtıyorsa ve MİT devreye giriyorsa, deşifrasyon bizzat söyleyenden kaynaklanır. Deşifre olmak istemeyen ajan, yakalanmayan ajandır. Ülke ve millet aleyhine suç işlerken yakalanan bir kişinin, deşifre edildiğinden bahsetmek mümkün değil. 5- Polisler savcıyı yönlendirdi iddiası Adli kolluk polisleri, savcının emrinde ve gözetiminde çalışırlar. Savcılar uzman soruşturma amirleridir. Bu itibarla polisin savcı emri olmadan operasyon, arama veya el koyma yetkisi olmadığı gibi, polisin savcıların emri ve bilgisi olmadan birtakım bilgi ve belge hakkında işlem yapabilmeleri de mümkün değildir. Polisin veya jandarmanın savcıya bildirdiği ihbarlar veya suç izleri, savcı ikna olmadıkça ve emir vermedikçe operasyona dönüşmez. 6- Savcı Sarıkaya'nın Başsavcı Çolakkadı'ya bilgi vermediği iddiası Yürütülen soruşturmada başsavcıya bilgi verilmesi gibi bir kanuni zorunluluk yoktur. CMK'da belirtilen adli soruşturma usulünde böyle bir madde bulunmamaktadır. Başsavcıya veya vekiline bilgi verme mükellefiyeti, savcılık teşkilatının kendi içinde yaptığı protokolden kaynaklanır. Hakikatte başsavcının veya başsavcı vekilinin, soruşturma savcısını herhangi bir kişi hakkında yapacağı işlemlerde yönlendirme veya engelleme gibi bir yetkisi de yoktur. Böyle bir kanuni ihlal olsaydı, HSYK bu sebeple savcı hakkında soruşturma başlatırdı. Ama böyle bir soruşturma yok. Kaldı ki Başsavcı Vekili Fikret Seçen'in bilgisi dâhilinde yürüyen bir soruşturmadan bahsediyoruz. Yani hiçbir sorun yok." Bundan sonraki süreçte, Başbakan'ın soruşturma izni vermemesi halinde MİT yöneticileri hakkında ek takipsizlik kararı çıkacağını fakat savcıların yakalanan diğer şüpheliler için iddianameyi yazacaklarını belirten Avcı, "MİT-KCK ilişkisi ve MİT elemanı olduğunu söyleyen kişilerin karıştığı olaylar etraflı bir şekilde belgelerle anlatılınca, krizin sancısının daha derin bir şekilde hissedileceğini" ifade etti. Demokrasi bloğu dağılmamalı başlıklı yazısında MİT krizi üzerinden özel yetkili mahkemeleri değerlendiren Star Gazetesi yazarı Sedat Laçiner ise, "Özel yetkili savcılar, hâkimler ve onlara hizmet eden kolluk güçlerinin bazen hayatlarını da riske atarak çok kutsal bir görevi yerine getirdiğini" yazdı. "27 Mayıs'ta, 12 Eylül’de ve 28 Şubat'ta cesur savcılar, hâkimler ve emniyet görevlilerini göremedik. Adam öldürmeler, işkenceler, sindirmeler hatta katliamlar savcıların ve hâkimlerin gözleri önünde yaşandı da seslerini çıkaramadılar. 'Burada neler oluyor' diyecek olsalar onların da evlerinin önünde bombalar patladı, 'oyunun kuralı'nı kısa sürede öğrendiler. Zoru gördüğünde şapkasını alıp kaçanlar 28 Şubat örneğinde görüldüğü üzere sivil iradeyi boğmada işbirlikçi oldular. İşte, şu an devam eden Ergenekon ve Balyoz gibi davaları yürüten kişiler böylesine büyük bir korku imparatorluğunda ortaya çıkan birkaç iyi adamdır. Ve onlara sahip çıkan, her şeye rağmen şapkasını alıp kaçmayan, dimdik arkasında duran siyasiler de 27 Mayıs’tan bu yana görüp görebileceğimiz en namuslu ve en cesur insanlardır" diyen Laçiner bir de uyarıda bulundu: "Fakat süreç sona ermiş değildir. Adeta suçu korumak, hatta suç işle(t)mek için kurulmuş olan yasal ve siyasi yapı tüm aktörleri ile hala güçlüdür. Bu nedenle kişisel ve dönemsel hatalar, hangi büyüklükte olursa olsun yasal/siyasal krizler demokrasi bloğunda çatlamalara neden olmamalıdır. Unutmayalım ki onlarca yılda oluşmuş vesayet birkaç yılda yıkılmaz. Polise olmadık sıfatlar takmak, ülkenin yargısını hükümetine düşman göstermek, iktidar partisini oluşturan unsurları ona hasım diye lanse etmek işin başından beri sergilenen ucuz ve pis bir oyundur. Bu oyunlara gelmek en önce Türkiyemizin demokratikleşmesini geciktirir."
<< Önceki Haber Hükümete vurulan asıl darbe! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER