Hangi Adalet Mülkün Temelidir?
Adalet, neyin doğru, neyin yanlış (ya da haklı veya haksız) olduğunu karara bağlamak olarak adlandırılır. Bu, ya haksızlığa uğrayanın (
mağdur) zararını telafi etmek, ya da haksızlık yapanı cezalandırmak suretiyle yeri¬ne getirilir. Geniş kapsamlı bir kavram olan
adaletin zıttı zulüm ve insafsızlıktır.
İslam'da adalet kavramı
Arapça bir kelime olan, “adi” kökünden türemiş olup bir şeyi
yerli yerine koymak demektir. Adalet, zulmün karşıtı bir kelime olarak çoğunlukla "hak" ile eşanlamlı biçimde kullanılır. Yine İslam'a göre kişiyi veya grupları adaletten saptıran ana faktör, kişi veya grubun kendi istek ve tutkusunu, toplumun veya hakkın önüne geçirmesidir (Kur’an/Nisa; 135). Yine Kur’an’da adalet ile hükmetmek emredilmeden önce, emanetlerin de ehil kişilere teslim edilmesi emredilir: "
Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (en-Nisa, 4/58).
Hz. Peygamber (s.a.s.) de adalet ve adaletle hükmedenler hakkında birçok hadîs buyurmuşlardır:
"Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır." (Müslim, İmâre,18).
"
Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah'ın yüce lûtfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir." (Buhârî, Edep, 36).
Eğer adalet haksızlığa uğrayanın zararını telafi etmek ve haksızlık yapanı da cezalandırmak ise acaba son zamanlarda yaşanan
terör olaylarında haksızlığa uğrayan kim ya da kimler olmuştur?
Yoksa Silvan’da, Çukurca’da, Uludere’de ve en son Cudi’de şehit olan kahraman ve fedakâr vatan evlatları mı haksızlık yapmışlardır acaba? Bu hususlarda adaletin bir an önce yerini bulması için daha ne kadar beklenecektir? 28 Şubat’ın yargılanmasıyla alakalı, ucu nereye kadar gidecekse gitsin, denildiği halde, zikrettiğimiz ve yine 27
Nisan e-muhtırası,
Kamu İhale Kurumları (KİK) yolsuzlukları soruşturması gibi olaylarla alakalı aynı kararlılık niye gösteril(e)memektedir?
Hz. Ömer’in şu sözünü herkes bilir değil mi?
“Dicle’nin kenarında bir kurt kapsa kuzuyu
Adl-i İlahi gelir, Ömer’den sorar onu”
Ülkemizde gerçek adaletin tesis edilmesini
ümit ederken daha kaç tane kınalı kuzumuzu salya sümük kurtlar kapacak acaba?
Bu arada KİK demişken,
ihalelerle alakalı yargı her ne karar verirse versin nihai kararın bakanlar kurulunun olduğu, yasasının kabul edilmesinin hangi hikmete dayandığını gerçekten merak eden var mı acaba?
Kişiyi veya grupları adaletten saptıran ana faktör, kişi veya grubun ken¬di istek ve tutkusunu, toplumun veya hakkın önüne geçirmesidir. Yani, sadece kendi menfaatini düşünmektir.
Yine kişilere göre değişen adaletin kendisi zulümdür aslında.
Mensubu olmakla övündüğümüz İslam’da, eğer "zulüm" yapan, "hal çiğneyen" insan, kim olursa ya da hangi konumda bulunursa bulunsun o asla savunulmamış ve kimsenin koruyucu kanatları altına hiç alınmamıştır.
Bilirsiniz... Bir "
hırsızlık" olayında, "güçlü" ve "itibarı yüksek" bir kabileye mensup "bir kadının kolunun kesilmesine" karar verilince, "kadını kurtarmak" isteyen güçlü, itibarlı ve nüfuzlu kabile mensupları, Hz.
Muhammed (sav)'e gelirler...
Gelenlere, Peygamber
Efendimiz (sav)'in verdiği
cevap, tarihî niteliktedir:
"Nefsi kudret elinde olan Allah (c.c.)'a yemin ederim ki; hırsızlık yapan, kızım Fatıma da olsa, yine elini keserim!"
(Buradan hırsızlık yapanın hemen elinin kesileceği anlaşılmasın. Bunun İslam hukukunda birçok ön şartları vardır. Anlatılmak istenen, adaletin, herkesin karşısında eşitçe uygulanması düsturudur.)
Yine, sadece Allah Rasulü dönemi değil, O’ndan sonra da
Müslüman idareciler hep aynı yolu izlemişler ve adaletin önünden kimseyi kayırmamışlardır.
İslam Tarihinde, Hz. Ali’nin bir Mecusi ile aynı
mahkemede,
sanık sandalyesinde, Kadı Şurayh’ın önününde yargılandığı ve mahkemeye şahit olarak oğlunu gösteren Hz. Ali’nin, bu şahidinin, yakınlık sebebiyle mahkemece kabul edilmediği ve Hz. Ali’nin mahkemeyi
delil yetersizliğinden dolayı, kaybettiği de vardır.
Yine,
Fatih Sultan Mehmet bir cami yaptırıyordu.
Caminin mimarı İpsilanti Efendi isimli bir Rumdu. Fatih'in emrine karşı geldi. Camide kullanılacak
mermer sütunlardan birazını kesti.
Bunu duyan Fatih İpsilanti Efendinin elini kestirdi. Rum mimar kadıya gitti. Zamanının
İstanbul kadısı Sarı Hızır Çelebi durumu inceledi. Padişahı çağırdı. Padişah mahkemeye geldi. Oturmak üzere iken kadı şöyle gürledi:
"Hasmınla mürafaa-i şer-i olunacaksın (yüzleştirileceksin), ayağa kalk!"
Mimar İpsilanti Efendi şikâyetçiydi. Fatih ise mimarın elini kestirdiğini kabul ediyordu. Şahitler dinlendikten sonra Kadı Hızır Çelebi, kararını bildirdi:
"Mimarın elini kestirenin eli kesilecektir. Kısasa kısas yapılacaktır."
Fatih sessizdi. Mimar İpsilanti Efendi ise ağlıyordu. Yere diz çöktü."Davamdan vazgeçtim" dedi. "Bu adalet karşısında da Müslüman oldum. Padişahın eli kesilmesin. Bu cihangire kıyılmasın."
Kadı, bunun üzerine kararını değiştirdi. Padişah, mimar İpsilanti Efendi ve ailesini geçindirecekti. İyi bir ev verecek masraflarını kendi kesesinden karşılayacaktı. İş böylece tatlıya bağlanmış oluyordu. Herkes mahkeme salonunu terk etti. Kadı ile Padişah yalnız kaldılar. O zaman Fatih Sultan Mehmet kılıcını göstererek şöyle söyledi:
"Eğer benim padişahlığımdan korkup iltimas geçseydin, haksız bir karar verseydin, billahi şu kılıçla başını uçururdum."
Kadı Hızır Çelebi oturduğu minderi kaldırdı. Altında
demir bir
topuz vardı. Padişaha gösterdi:
"Hünkârım, sen de padişahlığından gururlanıp şeriat mahkemesine saygısızlık etseydin, kararı dinlemeseydin billahi şu topuzla başını ezecektim"
İnanıyoruz dediğimiz değerlerin ve örnek alıyoruz dediğimiz kimselerin adalet anlayışları böyleydi. Bundan dolayı onların adaletleri
“mülklerinin de temeli”ydi. Ya mülkünüzün temelinde hangi tür bir adalet var acaba?
Mehmet
Ünal
Araştırmacı
Yazar
[email protected]