Arslan'ın bugünkü köşe yazısından ilgili bölüm...
...
PKK saldırıları hiç istisnasız aynı şekilde tekrar ediyor ve biz her
terör saldırısı sonrası sanki ilk kez yaşanıyormuş gibi tepkiler veriyoruz.
Oysa birçok konuda olduğu gibi PKK meselesinde de söz bitti. Bilinmeyen hiçbir şey kalmadı. Daha önce bu köşede ve yazdığım haber analizlerde sistemik sorunlara dikkat çekmiş ve uyarmıştım: "Bu şartlarda kayıp vermek kaçınılmaz."
Dağlıca'da yine aynısı oldu. Üs bölgelerindeki derme çatma
karakol yine
baskın yedi. '200-300
terörist çembere alındı, Kandil'e
bomba yağdırıldı' türü hamasi şeyleri bir kenara bırakalım ve esasa gelelim.
Terörle mücadelede yapısal sorunlarımız aynen devam ediyor. Asayişi temin ve kaçakçılığı önleme amaçlı yapılmış
jandarma karakolları büyük sorun. Neredeyse tamamı meskûn mahalde.
Öyle ki
örgüt, milisleri aracılığı ile karakolda attığınız her adımı izliyor. 1980'lerden itibaren
Suriye sınırındaki tüm jandarma karakolları
piyade birliklerine verildi ama bu yapılar terör tehdidine karşı yapılmamış.
Operasyonlar ise ya duyum üzerine ya da alan hâkimiyeti mantığıyla yapılıyor. Saatlerce yürüyen timler ya tek mermi atmadan geri dönüyor ya da yorgunluğun zirvesinde pusuya düşüyorlar.
Kaldı ki kalabalık timlerle arazide yapılan
operasyonlarda
gizlilik sağlanamıyor. Çünkü PKK'nın bölgedeki en büyük desteği köy ve mezralardaki milisler. Operasyon ifşa olmuşsa inisiyatif PKK'ya geçiyor.
Son dönem kırsal eylemleri inceleyince kahrolmamak elde değil.
Dağlıca, Aktütün, Silvan ve Pervari gibi eylemlerin hepsi 35 ile 100 arasında PKK'lının katılımıyla gerçekleşmiş. Oysa PKK'lıların İHA'lara karşı tedbir olarak maksimum 5 kişiyle beraber hareket ettiğini biliyoruz. Ayrıca normal şartlarda kalabalık bir grupla saldırırken öncelikle kaçış güvenliğinin sağlanması gerekir.
Bu aşamada akıllara 'acaba taarruz helikopterlerinin gelmeyeceğinden nasıl emin oluyorlar' sorusu geliyor.
Ayrıca eylemin icra aşamasında PKK'lıların
telsiz ya da
telefon kullanmadıkları düşünülürse
bu çapta eylemlerin çok ciddi milis desteği ile yapıldığı açık. Dolayısıyla bu tür eylemlerin gizli kalması mümkün değil.
Diyelim ki istihbarat alınamadı. Gelin görün ki eylemler birbirine çok benzer. Yani birinciyi önleyemediysen öbürlerinde aynı hatayı yapmaman beklenir. Palu, Arıcak ve Karakoçan eylemleri son dönemin
kopya olayları. Nazimiye'deki karakol baskını da öyle.
Siirt Pervari'de 11 saat sürdüğü iddia edilen karakol baskını ise ayrı bir muamma. Bu kadar uzun süre nasıl hava desteği gelmez?
Her muvazzaf profesyonel olmaz
Bir diğer
efsane de profesyonel birlikler. İki açıdan gariplik var. Birincisi her eylemden sonra profesyonel birlikler görev alacak denir. Ama son olayda olduğu gibi acemi askerler üstelik de Trakya'dan gelmiş geçici birlikler çatışmaya girer.
Bir diğer yanlışlık ise profesyonellikten ne anlandığında. Bir asker muvazzafsa doğrudan profesyonel sayılıyor. Oysa bölgeye yeni
tayin olmuş bir bölük komutanı yılların askeri de olsa profesyonel sayılamaz.
Tam uzmanlaştığı, bölgeyi tanıdığında ise tayini çıkar ya da tümden taburun yeri değiştirilir. Mesela Amanoslar'a hakim olmak için
İskenderun'da kurulan 5. Komando Tugayı,
Lice komutasına verilip yerine İskenderun Mekanize ile doldurulmaya çalışıldı.
Yani terörle mücadelenin hafızası oluşmuyor. Örnekleri uzatmak, detaylandırmak mümkün ama özeti şu:
Yapısal sorunları çözmezseniz askeri ne kadar motive ederseniz edin, on baskını önlersiniz ama aradan birini yine kaçırır ve şehit verirsiniz. Bu sorunu çözeceksek önce şehit vermemeyi başarmamız lazım.