DEVLETİ ÂLİYENİN ÖKSÜZ VE YETİMLERİ
Devleti âliye, hâkim konumdayken dünya barış ve huzur solukluyordu. Zaman değişti, hâkimiyet el değiştirdi. Şer güçler içten ve dıştan koca çınarı devirme hıncıyla bilendiler, nihayetinde emanete sahip çıkamayan irade, teslimi
silah yapmaya mecbur bırakıldı.
Plânlı ve programlı çalışan şer şebekeleri Devleti Âliye’yi ele geçirmeyi hedefleyip muvaffak oldu ve içten iç
e devletin önemli birimlerine bir bir sızdılar.
Askeriye, mülkiye,
adalet, hariciye ve daha birçok önemli birimleri ele geçirdiler.
Osmanlının son üç yüz yılı bu karanlık senaryoların, bin bir çeşit entrikaların
soğuk rüzgârlarında savruldu, dondurucu zemherilerinde titredi. İçten içe ele geçirilen düveli muazzama kana susamış sömürgeciler tarafından son darbeyle bitirildi.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” diyen manevi mimar Şeyh Edebali’nin hikmetli sözüne riayet ederek yetmiş iki buçuk milleti huzur içinde, bir arada yaşatan, bütün inançlara, bütün kültürlere saygıyla yaklaşıp herkesi hoşgörü havuzunda toplayan Devleti
Aliye sahadan çekildi. Dünya, kan seylâplarıyla boğuşmaya başladı, huzur, barış, sevgi, dostluk, kardeşlik gibi insani değerler Kaf Dağı’nın ardına kaçtı. Zulüm kıtaları dolaşmaya başladı.
Hani Bayrak
şairimiz Arif Nihat
Asya: “ Ebu Leheb ölmedi Ya
Muhammed, Ebu Cehil; kıtalar dolaşıyor.” diyor ya onun gibi dünyayı gulyabaniler sardı adeta her köşe kan emicilerle dolup taştı.
Devir cahiliye döneminden beter bir devir halini aldı. İstiklâl Marşı şairimiz
merhum M. Akif
Ersoy, âlemlere rahmet olarak gönderilen iki cihan güneşi Hazreti Muhammed’in (aleyhisselam) dünyaya teşrifinden önceki bu manzarayı “ Bir Gece “ adlı şiirinin mısralarında anlatıyor ya dünyanın manzarası aynen öyleydi. Neydi o mısralar bir hatırlayalım:
………………….
“Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! “
…………………
Dünya, sömürgeci güçler tarafından parsellenmiş, kan ve
gözyaşı her yanı sarmıştı. Yürekler alev alev bir
yangın yeriydi adeta. Üç kıtada at oynatan hâkim güç gitmiş, etrafta öksüz ve yetim sesleri, feryatlar arzdan arşa dalga dalga yayılmakta, zalim zulmünü acımasızca uygulamakta, zehrini bir kobra çevikliğinde kusmakta, âhlar vâhlar yürekler sızlatmaktaydı.
Yüce Yaratıcının (celle celaluhu) izniyle kendi küllerinden yeniden doğan bir millet
Anadolu’da var olma mücadelesi yaparken kardeşleri değişik oyunlarla bir bir koparıldı aileden. Kimi öksüz kimi yetim bırakıldı. Bir devletten tam 64 tane devletçik kurduruldu.
Balkanlar, orta
doğu öksüz, mağrip ülkeleri,
Afrika,
Kafkasya,
Kırım yetim bırakıldı. Anasını kaybeden yavru misali dağılan milletler, zalimlerin zulümleriyle yıllarca inim inim inlediler, hala da inlemekteler…
Anadolu yıllarca
Yemen’e giden askerini belki gelir diye bekleyip durdu. Türküler yaktı ardından. Analar, balalar, gelinler bu türküleri söyleyip avundu yıllarca.
“Burası Huştur, yolu yokuştur.
Giden gelmiyor, acep ne iştir.”
Sözleri, dilden dile, bir baştan bir başa bütün vatanı gezip dolaştı. Senelerce bahar müjdesiyle bekleyen gözler, sabırla bekledi. Evladının başına
kına yakıp cepheye gönderen Kınalı Hasanların anneleri bağırlarına
siyah taşlar basıp yıllarca cepheden dönecek yavrularını, eşlerini beklediler büyük bir sabırla. Kapılarının eşiklerine oturup ufku seyrettiler günlerce, aylarca yıllarca… Belki gelir ümidiyle evden komşuya giderken de evlatlarına tembihte bulundular. Sofraya her defasında bir kap fazla koydular. Ama heyhat vatan uğruna,
bayrak uğruna, din devlet uğruna cepheye giden birçok baba
yiğit şehitlik mertebesiyle Rabbine uçtu, dönemediler sılalarına.
Osmanlının öksüz ve yetimleri zalim çizmeleri altında yıllarca ağladı, ağlayıp karalar bağladı. Bir gün beklenen yiğit
döner ümidiyle sabırla bekledi. Kafkasya,
Bosna, Mağrip ülkeleri, Yemen… Hemen başucumuzda
Irak,
Suriye… Ve kara kıta Afrika… Yıllardır boyunduruğun düştüğü, bayrağın gönderlerden indirildiği Anadolu’dan gelecek yağız atlı süvarilerini beklediler. Oysaki dertli şairin: “
Millet Ruhu” adlı şiirinde anlattığı gibi
Bir yiğit vardı gömdüler şu karşı bayıra...
Arkadan kefenini, gömleğini soydular.
“Aman kalkar!” deyip üstüne taşlar koydular,
Bir yiğit vardı; gömdüler şu karşı bayıra.
…………………….
Yiğit, Osmanlının yıkılışıyla birlikte hatta yıkılışından üç yüz yıl önce karşı bayıra gömülmüştü. Dertli şair, hiçbir zaman yeise düşmedi, o bu milleti, bütün Anadolu’yu harekete geçirdi. Bir başka şiirinde:
…………………
“Ger dizgini artık, şahlansın atın!
Ger ki, vadedilen günler pek yakın!
Ufukta bahar var, unutma sakın!
Zulmet silindi, her taraf nûr oldu.”
Diyerek bu millete adeta
ümit aşıladı. Yiğit gömüldü ama kimsesizlerin kimsesi bu millete bir kez daha lütufta bulundu. Bu mümbit toprakta ekilen tohumlar bir bir yeşerdi boy attı, başak verdi. Bu beklentisiz kara sevdalı âşıklar, Rızayı İlahiyi kazanma ümidiyle dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Emanete sahip çıkma aşk ve şevki ve insanlığa ümit olma gayretiyle coştu, küheylanlar gibi çatlarcasına koştukça koştular…
Bu günlerde Osmanlının yetim ve öksüzleri beklediği bahara kavuşma sevincinin ve mutluluğunun hazzını yaşamaktalar. Boyunduruk düştüğü yerden kalkmak üzere, bayrak gönderde
nazlı nazlı dalgalanacak İnşallah… Her ne kadar şer güçler oyunlarına biteviye devam etseler de…
Ercan Kurban