Neylersin! Nice tarihi fırsat çıktı karşımıza. Onları insanlığa
hizmet için çok iyi değerlendirmek,
kalplerin fethine giden yolda hab-ı gaflete
boyun eğmeden yürümek gerekiyordu. O fırsatlar kuşağında nefsimizi milletimizden daha üstün tutmuşsak vay halimize.
Geçen hafta
Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ziyaret imkânı buldum. Her zamanki sağlık problemleriyle yaka paçaydı. Kalp,
şeker,
tansiyon.
Üçü bir arada oldu mu; bir de onca manevi yük insanın omuzlarına bindi mi; ne gecesi kalıyor o insanın ne gündüzü. Boşuna dememişler 'Müptelayı gama sor ki geceler kaç saat!'. Hocaefendi de öyle. Her sabah uykusuz, sancılı ve upuzun kış gecelerinin ıstıraplarını okuyorsunuz simasında. Onca derde, sıkıntıya, ıstıraba rağmen dimağındaki duruluk insanın içine huzur veriyor.
Küçük bir oda. Ve herkese açık
küçük bir salon. Bu iki mekân dışında bir yere çıkmıyor. Namazgâh ile hususi odası arasındaki küçük sütre, kutlu bir asırdan kalma geleneği çağrıştırıyor. Yoksa kimsenin katlanabileceği bir yük değil o
manzara. Namazlardan sonra kısa bir süre oturuyor. Ziyarete gelenlerin simasına bakıyor tek tek. Bazen soru da soruyor. Daha çok da sorulara muhatap oluyor. Her zamanki sadeliği, inceliği, nezaketi içinde kısa ve öz cevaplar veriyor. Çok kibar ölçüler çerçevesinde, nezih bir üslup içinde; severek, sevdirerek...
Dikkatimi bir şey çekiyor. Hocaefendi sık sık 'Neylersin' deyip ince bir ah çekiyor. Hatta bazen uzunca bir soruya sadece 'Neylersin' demekle iktifa ediyor. Diline pelesenk olmuş 'neylersin'. Belki bir sitem, belki bir serzeniş, belki bir çaresizlik, belki bir teveccüh... Dayanamayıp sorma ihtiyacı hissediyorsunuz 'Hocam neden bu kadar sık 'Neylersin' diyorsunuz?' Önce sükût ediyor. Belki de anlayabileceğimizden, idrak edebileceğimizden emin değil. Sonra kısa bir değinmede bulunuyor. Derinliğine inmiyor ama 'Neylersin'e dair ipucu veriyor.
İKİ MED CEZİR ARASINDAKİ HAYAT
Anlıyoruz ki 'neylersin' aslında derin bir iç muhasebenin düğümlendiği sorgulayıcı bir kelime. 'Yıllar öncesine gidiyorum sık sık' diyor. Ve ekliyor: 'Geceler boyunca kendimi hesaba çekiyorum. Keşke öyle yapmasaydık, keşke şu tarihi fırsatları şöyle değerlendirebilseydik' diyorum.' Söz o arada sinemanın çok sıkça kullandığı flash back (geriye dönerek yapılan hatırlatmalar) meselesine hatta flash forward (ileriye giderek bazı olayları tahlil etme) tekniğine atıf yapmaya kadar dayanıyor. Anlaşılan o ki Hocaefendi, hayatı bu iki med cezir arasında yaşıyor. Kâh maziye yöneliyor ve oradaki fırsat iklimlerini mercek altına alıyor; kâh fikren ve hayalen istikbale
seyahat ederek bugünkü gafletimiz üzerine teessürlerini dile getiriyor.
Aslında 'Neylersin!' feryadı sadece ferdi bir muhasebeyi ifade etmiyor. O kısacık ama yoğunlaştırılmış kelimenin alt katmanlarında tarih karşısında bir milletin sorumluluğu sorgulanıyor. Nitekim Hocaefendi onun da ipuçlarını verecek şekilde bazı göndermeler yapıyor. Mesela diyor ki 'Neylersin!
Gazi Giray küçük bir kıskançlık ve ihtiras uğruna
Viyana bozgununa sebep oldu. Neylersin Viyana'da başlayan bozgun havası asırlar boyu koskoca bir medeniyeti
esir aldı ve o esaret duygusu bir türlü mağlup edilemedi. Neylersin koca
padişah Merzifonlu'ya keseceği ceza yerine ciddi bir muhasebe yaparak bir iç çürümesini göremedi. Neylersin iç saffetimizi koruyamadıkça dışta yaşadığımız hezimetler bu aziz milleti perişan etti... Neylersin!
Bu cümleler Hocaefendi'nin dudaklarından şiir gibi dökülürken hayıflandım; keşke kelimesi kelimesine not alınabilseydi bu cümleler diye. Değerdi çünkü. Bir başyazı tadında söylenen, üzerinde uzun bir zaman diliminde düşünülmüş, taşınılmış, pişirilmiş cümleler ile karşı karşıyaydık. Çağını bir mazide bir müstakbelde dolaşarak çözümleyen ciddi bir mütefekkirin ilhamen söylediği sözler uçup gitmemeli, bir şekilde
kayıt altına alınmalıydı.
Sözlerin mukayyet hale gelmesi yetmez! O cümlelerdeki iç yangınının da yüreklerimize bir kor gibi düşmesi gerekiyor. Gamsıza denecek söz yok, dertsize sarf edilecek tesirli bir kelime hâlâ keşfedilebilmiş değil. Istırapsız beyinlerin millet adına, insanlık adına nasıl bir çile çekileceğine dair bir mülahazası zaten olamaz. '
Yağmur altında kalıp da ıslanmayanlar'a
sağanak sağanak gözyaşıyla yaklaşsanız da kıymeti yok.
Hemen her alanda büyük bir kabalık, hoyratlık; hatta yobazlık kuşatmış dört bir yanımızı. Ne halden anlıyor kitleler, ne dertten. 'Derman arardım derdime/derdim bana derman imiş' diyenlerin horlandığı bir çağda yaşıyoruz. O yüzden dertli insanların anlaşılamadığı hatta anlama gayretine bile girilmeden peşin bir hükümle yok sayıldığı; daha da kötüsü, düşman addedildiği sorumsuz bir çağ yangınıyla karşı karşıyayız.
Belki de çıkış yolumuz 'Neylersin!' ile başlayan bir haritada gizli. Neylersin! Nice tarihi fırsat çıktı karşımıza. Onları insanlığa hizmet için çok iyi değerlendirmek, kalplerin fethine giden yolda hab-ı gaflete boyun eğmeden yürümek gerekiyordu. O fırsatlar kuşağında nefsimizi milletimizden daha üstün tutmuşsak vay halimize. Doğru yerde doğru adımlar atamayarak milletimizi geri kalmışlıkla baş başa bırakmışsak ve bunun cezasını şimdi koca bir millet çekiyorsa yazıklar olsun demek gerekmiyor mu kendi kendimize? En azından Hocaefendi'nin nazik ve nazenin kelimesine sığınarak 'Neylersin' demek şart olmuyor mu bize?
ONA ÖNYARGI İLE BAKANLAR...
'Neylersin' demenin bir de tarihe
bakan bir yönü var. Bugün
Fethullah Gülen'in kıymeti yeterince bilinmiyor. Ne sevenleri onun değerini anladığını söyleyebiliyor ne ona düşmanca yaklaşanlar insaflı olabiliyor. Birileri ne yazdıklarını okuyor ne de konuştuklarını dinliyor. Hatta bazı çevreler, amansız bir düşmanlık içinde sürdürdükleri husumetlerini yalana, iftiraya kadar vardırabiliyor. Hiç şüphesiz 'bir GÜN Hocaefendi için de neylerdin denecek belki ve pişmanlıklar kuşağında af dilenecek'. Anadolu'nun küçük bir köyünden çıkan
yiğit bir insanın nasıl bu millet için kendini feda ettiği tavazzuh ettiğinde 'Keşke bunu daha önce idrak etmiş olsaydık' diyenler olacak. Bugün ona düşmanca yaklaşanlar, ondaki insan sevgisini saçtığı tohumların filiz vermesi; hatta meyveye durması karşısında ancak idrak edecek ve 'Eyvah' diyecek ama iş işten geçmiş olacak. O gün sevenleri 'Neylersin; o gün bizden istediği hizmetleri tastamam ve günü gününe yapamayarak
vakit kaybettik' dediği gibi; bugün ona bir önyargı ile bakanlar 'Keşke asrın Mevlânâ'sına bu kadar kaba saba yaklaşımlar içinde nadanlık yapmasaydık' diyecek.
Heyhat! Bir kere 'Neylersin!' kuşağına gelip dayanınca zamanı geriye döndürmek ancak hayal âleminde yapılabilen bir seyahat olabiliyor. Neylersin! Zaman su gibi akıp gidiyor, hayat pişmanlık tortularını yüreğimize taşınmaz bir yük olarak tevdi edip bizlere
veda ediyor. Neylersin! Boşuna dememişler 'Cevahir kadrini cevher füruşân olmayan bilmez' diye. Neylersin! Neylersin! Neylersin!
EKREM DUMANLI-ZAMAN