Olabilecek en kaba haliyle tasarlanıp o şekilde kurgulanmış bir tuzağın, ‘kör parmağım gözüne’ üslupla kaleme alındığı metin ilk bakışta insanda ister istemez ‘ sahte’ olduğu hissini uyandırıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin stratejik karar odağı
Genelkurmay’ın çatısı altında çalışan ve herhalde kendisinden beklenen hizmete uygun vasıfları dolayısıyla özel olarak seçildiğini düşünebileceğimiz bir albayın, demokratik rejime açıktan saldırı planlayıp bunu proje diye kaleme alabileceğine inanmak zor.
İnanmak zor, zor olmasına; lakin geriye dönüp bugüne kadar yaşadıklarımıza baktığımızda İsmet Berkan’ın ‘Schrödinger’in Kedisi’ hatırlatmasındaki duruma benzer bir halin olması ihtimalini kaale almaksızın
akıl yürütmek de pek kolay değil.
Geçmişte neler olduğunu, üzerine kitaplar yazılmış hadiseleri uzun uzadıya sıralayacak değilim burada...
28
Şubat demem yeter herhalde.
İzin verirseniz olabilecek şeylerin boyutunu göstermesi bakımından o günlerden bir anekdot aktarayım.
10 yıl önce Genelkurmay, MİT,
emniyet dahil pek çok kamu kuruluşunda ne bugünkü gibi ciddi seviyede
belge sızıntısı kuşkusu, ne de buna bağlı ileri teknoloji ürünü güvenlik duvarları vardı.
Bilgisayar ve internetin sunduğu imkânlardan yararlanılıyordu yararlanılmasına ama her görevlinin kendi şifresiyle sisteme giriş yapıp
yetki sınırları dahilinde dosyalar üzerinde çalışabildiği, iş bittikten sonra ‘disc’i kapatmak suretiyle istenmeyen erişimin engellediği ortam mevcuttu ve ‘sil’ komutuyla hafızadaki kayıtlı bilginin tamamen yok olduğu varsayılıyordu. Haliyle kişisel e-
mail erişim imkânlarının sıradan şahsi şifre engeli dışında merkezi sistemle ilintilendirilip kopyalanması falan da düşünülmemişti...
Bunları anlattım, zira nakledeceğim anekdotun zemini teknoloji.
Olayın kahramanı çalıştığı kurumda her ne kadar ikinci adam mevkiinde olsa da kamuoyunda ‘ birinci’ sayılan, fizik yapısıyla girdiği her ortamda dikkat çeken bir kişiydi. Yanı sıra kurumun gücünün kendisinde tecessüm ettiğine inanılan, tehditkâr, pervasız, etkili, belirleyici, kararlı v.s...
Nihayet, bu kişinin geçmişte yurtdışında önemli görevlerde bulunduğunu,
Ortadoğu’da söz ve iddia sahibi ülkelerin askeri karar vericilerinin gözünde ‘en muteber şahıs’ sayıldığını ve ‘ Güç elimdeyken neden herkesi saf dışı edip Türkiye’yi ben idare etmeyeyim’ düşüncesiyle hareket ettiğini de kaydedeyim.
Söz konusu kişinin bir dönem zirvesinde çalıştığı kurumun bilgisayar güvenliği konusunda ne durumda olduğunu yukarda yazdım. Ama o dönemde önemli ve sadece kurumun ‘bir numara’sının bilgisi dahilinde bir
tedbiri uygulaya geldiğini söylemem gerek...
Tedbir şuydu: Akşamları herkes kurum dışına çıktıktan sonra bilgi işlem birimi elemanları istihbarat personeliyle birlikte bütün bilgisayarlarda kimin hangi dosyalar üzerinde çalıştığını
kontrol edip ister kayıtlı ister silinmiş olsun, mutadın dışında bir şey gördüklerinde bunu ertesi sabah ‘ bir numara’nın önüne koyuyorlardı. İstisnasız bütün personeli kapsayan izlemeye kahramanımızın bilgisayarı da tabiydi elbette.
Bir
akşam elemanlar ‘İkinci Adam’ın bilgisayarında mailleri kontrol ederken Ortadoğu ülkelerinden birinin en üst düzey askeri yetkilisiyle yazışmaya rastladılar. “Benim bu ağustosta
İstanbul’a gitmem söz konusu. Aksi halde Ankara’ya işin başına gelmem mümkün değil. Sonrasında büyük
kulis dönecek haliyle. Ertesi sene
emekli de edebilirler. İki ihtimale göre planımı yaptım. Şayet emekli ederlerse
cumhurbaşkanı olmayı düşünüyorum...”
Bu notu okuduğunda ‘Bir numara’nın yerinden sıçradığını söylememe gerek yok sanırım.
Hikâye şöyle sonlandı: Kahramanımız beklendiği gibi ve teamüle uygun olarak İstanbul’a gitti. Gitti gitmesine ama ertesi yıl işler beklediği gibi gitmedi. Bir numara ve onun
destek aldığı diğer önemli kişiler ‘Bundan kurtulmamız lazım’ dediler ve onu emekliye sevk etmeye karar verdiler.
Ancak tam bu sırada 17
Ağustos günü İstanbul büyük bir felaket yaşadı.
Merkez üssü
Adapazarı olan deprem İstan-bul’u da vurdu... Önemli kurumun böylesi durumda derhal ve bütün imkanlarıyla
kurtarma faaliyetine katılması beklenirdi ama bağlı birimler kahramanımızın emriyle yerlerinden kıpırdamadılar.
Onbinlerce insan
enkaz altında
yardım beklerken bir zamanlar kurumunun göz bebeği olan kişi ‘ fırsat bu fırsat’ diyerek Anka-ra’ya
sıkıyönetim ilanı için
şantaj yapıyor ‘ Sıkıyönetim ilan edin kurtarayım İstanbul’u’ diyordu. Dediği yapılsa olağanüstü halin gereği olarak hakkındaki emeklik kararı yürürlükten kalkacak önü bir daha engellenemeyecek şekilde açılacaktı. Köşeye sıkışmıştı ‘Bir numara’ ama kısa bir tereddütün ardından resti görmeye karar verdi. Kahramanımızın emeklilik tebligatı yazılıp zarflandı ve görevi devralacak kişinin eline verilip yollandı.
Gerisini hatırlayan çoktur...
Mutad devir- teslim töreni bile yapılmadı onun için. Elbisesini çıkardıktan sonra adı hâlâ gazetelerin birinci sayfalarındayken Cumhurbaşkanı olmayı denedi...
Sonra...
Sonra ödüller aldığı ülkelerin himayesinde hiçbir şart altında üzerine gelinmeyeceği güvencesiyle köşesine çekildi...
AVNİ ÖZGÜREL-RADİKAL