Düğün ve cenaze
Bir toplumun kimliği ve kökleriyle ilgili verilerin sayısı belki binlercedir. Yeme-içme alışkanlıklarından kullandıkları dile,
giyim-kuşamından sosyolojik reflekslere kadar binlerce başlık vardır sanırım.
Bunlardan birinin de
düğün ve cenaze olması lazım. Dünyanın neresine giderseniz gidin sıradan bir köy düğününde bile o toplumun kültürel kodlarına dair ipuçları bulmak mümkün. Birkaç yıl önce Kırım'da katıldığım bir düğünde, yıllarca komünizmin baskıcı rejimine rağmen bir toplumun kendi kültür değerlerini nasıl koruyabildiğine şahit olmuştum.
Meseleye şu açıdan da bakabiliriz; eğer bir toplumda çözülme ve bozulmayı görmek istiyorsanız onların düğün ve cenazelerine bakmanız yeterlidir. Öyle ya, çorbanın tuzunu anlamak için tamamını içmeye gerek yoktur.
Geçtiğimiz hafta
Vatan gazetesinde
Hürriyet Yayın Yönetmeni
Ertuğrul Özkök'ün eşi
Tansu Hanım ile yapılan bir
röportaj yayınlandı. Gerçi sonra röportaj tuhaf bir şekilde Vatan'ın internet sitesinden kayboldu ama Allah'tan bazı internet siteleri bu röportajı alıntılamışlardı. Her neyse, konumuz o değil.
Röportajın bir yerinde Tansu Özkök Sanem Altan'a şöyle diyordu:
"Artık dinlere inanmıyorum açıkçası. İstismar ediyorlar, insanları sömürüyorlar. Dünyanın her yerinde bu böyle. O zaman diyorsunuz ki 'Allah'la aramda hiçbir şey olmazsa daha iyi.' Dinî amaçla ne camiye gittim ne oruç tuttum ama birçok inançlı insandan daha inançlıyım, biliyorum."
İşin, "insanlar mı dini sömürüyor, din mi insanları?" kısmı bir yana, hani böyle bir sömürme sonucunda "kişinin insana olan inancı mı biter yoksa dine mi?" sorusu da kapı gibi durur orada...
Geçtiğimiz hafta şahit olduğum iki cenaze bu anlamda içimi burktu. İlki İstanbul'un yaşamak için
tercih edilebilecek en muhteşem yerlerinden olan
Adalar. Büyükada'da cenazeyi yıkayabilecek bir gasilhane mevcut değil ne yazık ki. Bir adet 'seyyar gasilhane' niyetine
araç göndermiş yetkililer, o da cenazeyi yıkama esnasında enerjisini bitirerek sizi yolda bırakabiliyor. Açtım Adalar'ın yıllık faaliyet raporunu, cenaze ile ilgili iki yer var. Biri
servis vermekle ilgili, diğeri cenaze muayenesi... İnsanın içi acıyor inanın. En acı gününüzde cenazenizi bile inancınıza göre yıkayıp defnedememenin ızdırabı anlatılamıyor ne yazık ki!
İkincisi ise
Kadıköy tarafındaki bir başka cenaze. Ben Kadıköy diyorum ama inanın Teşvikiye'nin de, Şişli'nin de, başka bir yerin de hiç farkı yok. Sadece bizzat gözlemlediğim için isim
bölge belirtiyorum. Merhume 40'lı yaşlarda
genç denebilecek bir bayan. Bir ikindi vakti cami avlusunu dolduran sevenleri musalla taşındaki cenaze için artık maddi anlamda bir şey yapamadıklarının farkındalar. Lakin dinî anlamda da ne yapılacağını bilemiyorlar ne yazık ki! Başı gelişigüzel kapamayı,
siyah gözlük takmayı ve göğse fotokopi ile vesikalık resim asmayı ölüp giden insana yapılacak son görev zannediyoruz ne yazık ki! Ve daha acısı bu cenaze işini profesyonelliğe dökmüş kadrolu insanlar görmek... Kablosuz ses sistemleri, çiçeksiz, metalden yapılmış
çelenk düzenlemeleri ve bir sürü garabet. Dinî bir vazifeyi yerine getiremeyen, kendi inancına, ibadethanesine alabildiğince
yabancılaşmış bir sürü insan. Çok alkışlayınca mezarda rahat uyuyacağını zannediyoruz ne yazık ki! Sanmıyorum ki Batılı bir kadın kendi kilisesine bu kadar yabancı olsun! Ve sanmıyorum ki, bir namaz vaktinde caminin arka kısmına toplanan orta
yaşlı hanımlara
Türkçe ilahi okuyarak ölülerine iyilik yaptığını düşündürten din adamları olsun. İnanın neredeyse peçeteye yazıp istek ilahide bulunanlar vardı camide!
Tansu Özkök'ün dedikleri geliyor insanın aklına, akabinde kırılmanın boyutu ve derinliği. Tansu Hanım açık yüreklilikle yüksek sesle ifade ediyor belki ama sanırım bazı inançlarımızı ya yitirdik ya da yitirmemize neden oldu birileri. Bunun için Tansu Hanım'ın yaptığı gibi dinlere kızmanın da alemi yok aslında. Suçlu arıyorsak Allah'ın kutsal dini değildir asla. Belediyesi, Diyanet'i ve bizleriz.
Yaşadığımız yabancılaşma ve çözülme sürecinin çok çarpıcı bir tepesidir düğün ve cenazelerimiz.
Acı ama bu böyle ne yazık ki!
NEDİM HAZAR-ZAMAN