Operasyondan hemen önce polisler bana gelip, “Hepimizi görevden alacaklar. Emniyet’te son haftamız. Haftaya olmayabiliriz; dosyalar kapatılabilir” dediler. Nitekim 17 Aralık’tan sonra soruşturmayı kapatmak isteyenler polisleri değiştirdi.
Dinlemeyi kesip, bakanların evrakını TBMM’ye yollarsak, soruşturma deşifre olmaz mı? Savcının, ciğeri kediye teslim etmesi mi isteniyor? Soruşturmayı nasıl tamamlayacağız? Bu delil karartma suçudur.
Sadece Zekeriya Öz değil, bütün polisler, savcılar ve hâkimler konuşmalı. Çünkü, bugüne kadar onların suskunluğundan istifade ederek çok şey söylenildi. Bazı usul hataları gündeme getirilerek, Ergenekon davası, topyekûn karalandı. Savcı Zekeriya Öz’ün yazdığı iddianamede ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında yer alan ciddi delillere rağmen, şüpheliler suçsuz ilân edildi; yargı ve emniyet mensupları suçlu sandalyesine oturtuldu. Üstelik hepsi, hayali bir örgütün emrindeki elemanlar olarak taktim edildi. Ergenekon davası, kara propagandanın gölgesinde kaldı. Öyle ki, Balyoz’da “sahte” diye ileri sürülen belgeler bile, sanki Ergenekon davasıyla ilgiliymiş gibi gösterildi. Bu iki dava ve sahtecilik iddiaları bilinçli bir şekilde birbirine karıştırıldı. Dosyaları okumak yerine, internetteki haberler ve birkaç sloganla yetinen zihinler, kolayca aldatıldı. Polisin, savcının ve hâkimin konuşmaması buna meydan verdi.
Sıra yolsuzluk operasyonlarına geldi… Suçlamaların muhatabı olan kişiler, aynı “iftira modelinden” yararlanarak, gene Cemaati hedef tahtasına oturttular. Görüntülenen paralara, inkâr edilmesi mümkün olmayan ses kayıtlarına rağmen, haklarındaki iddiaları boşa çıkarmaya çalıştılar.
Ama artık hâkimler ve polisler konuşuyor. Her biri, olayın bir başka yönünü kendi bilgileri çerçevesinde değerlendiriyor. Zekeriya Öz ile söyleşimizi okuyunca, darbe iddialarının nasıl dayanaksız olduğunu bir kere daha idrak edeceksiniz. İş ki vicdan gözünüz kapalı olmasın.
SAVCI ENDER GÖRÜLECEK BİR CESARETLE GÖREVİNİ YAPTI
17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında (1-Rıza Sarraf, 2- Anıtlar Kurulu), Başsavcı vekili sıfatınızla siz de görevliydiniz. Başbakan’ın tâbiri ile ‘darbe teşebbüsü’ içindeydiniz. Bu dosyaları anlatabilir misiniz? 17 Aralık operasyonunun soruşturması nasıl başladı?
Ben o tarihte İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde, kaçakçılık suçlarından sorumlu olan Başsavcı vekili olarak görev yapıyordum. Bu büroda, bana bağlı çalışan savcılar vardı. 17 Aralık yolsuzluk operasyonuna konu olan dosyanın ne zaman ve nasıl başladığını ben bilemiyorum. Dosya sayısı çok olduğu ve savcılara asla müdahale etmediğim için, bulunduğum büroda yürütülen tüm soruşturmaları bilmem de mümkün değildi. Ben, büroda işlerin düzenli bir şekilde yürümesine nezaret ediyordum ve ancak sorun çıktığında, herhangi bir problemle karşılaşıldığında, ilgili savcının iletmesiyle dosyalardan haberdar oluyordum.
YÜZLERCE DOSYADAN BİRİ
Soruşturmaların önceki savcılardan kaldığını biliyorum. Celâl Kara, sadece iş bölümü gereği kendisine devredilen yüzlerce dosya arasında, bu 2 dosyayla da ilgilenmiş ve görevi neyse onu yapmıştır. Belki de hukuk tarihinde ender görülecek bir cesaretle, kamu adına üstüne düşen savcılık görevini yerine getirmiştir.
Geçtiğimiz günlerde Celâl Kara, Cumhuriyet Gazetesi’nde Can Dündar’a ve size bu konuları açıkladı.
Operasyondan hemen önce, polisler bana gelip, “Hepimizi görevden alacaklar. Emniyet’te son haftamız. Haftaya olmayabiliriz; dosyalar kapatılabilir” dediler. Bunun üzerine Celâl Bey’le bir değerlendirme yaptık. Soruşturmada görev alan emniyet görevlilerinin değişmesi halinde, bu soruşturmanın devam etmesi mümkün değildi. Zaten soruşturma kapsamında yakınları şüpheli konumunda bulunan siyasiler, Rıza Sarraf’ın söylemesiyle, soruşturmayı öğrenmeye çalışıyorlardı. Öğrendikleri anda bütün emniyetçileri hemen değiştirirlerdi.
DOSYAYI KAPATMAK İÇİN HUKUKSUZLUĞU SEÇTİLER
Nitekim 17 Aralık’tan sonra, soruşturmayı kapatmak isteyenler, önce emniyet görevlilerini değiştirdi. Böylece, soruşturmanın kapsamını tam olarak öğrenmiş oldular ve bu dosyaları kapatmak için hukuksuzluk yolunu seçtiler.
Aslında burası tam bir yol ayrımı oldu; hem bizim için, hem de ülkemiz adına. Kritik bir karar verilmesi gerekiyordu. Eğer biraz daha bekleyelim denilseydi, emniyet görevlilerinin görevlerinden alınmaları ve soruşturmanın deşifre olması an meselesiydi; operasyon asla yapılamayacak ve ülke kamuoyu da, dünya kamuoyu da eşi benzeri olmayan bu yolsuzlukları öğrenememiş olacaktı.
KİMSENİN HABERİ OLMAYACAKTI
Eğer o zaman Başsavcı vekili olarak ben, savcı olarak Celâl Kara ve emniyet görevlileri cesaret göstermeseydi, bugün 17 Aralık’tan sonra başımıza gelenlerin belki de hiçbirisi olmayacaktı. Ama boğazına kadar yolsuzluğa bulaşmış kişilerden ve yaptıklarından kimsenin haberi de olmayacaktı.
BU KADAR DELİLİN OLDUĞU BİR DOSYAYI HİÇBİR SAVCI GÖRMEZDEN GELEMEZ
Aslında, bu durumda, bir Cumhuriyet savcısının, bu kadar delilin bulunduğu bir dosyayı görmezden gelmesi, görevinin gereklerine aykırı davrandığı anlamına gelir. Çünkü Ceza Muhakemesi Kanunumuzda açık hüküm var. “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” başlıklı 160. madde aynen şöyle diyor:
ÖĞRENİR ÖĞRENMEZ
“(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez, kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.”
KORUMAKLA YÜKÜMLÜ
Yani suçun işlendiğini öğrenince, gereğini yapmak bir savcının, hem yetkisi, hem görevidir. Ben de kendi açımdan üzerime düşeni, yani kanunun bana verdiği görev ve yetkiyi kullanarak Celâl Bey’e bu konuda destek oldum ve sonuçta 17 Aralık’ta operasyon yapıldı. İyi ki yapıldı; herkes her şeyi öğrendi. Bu arada kimin hukuk karşısında ve güç karşısında nasıl davrandığını da görmüş oldu.
Zekeriya Öz’e “Hep taş atıyorlar. Ben de kar topu atayım” dedim.
Yolsuzluk operasyonu öncesi dershaneler dolayısıyla Cemaat ile AK Parti arasında bir kavganın çıkması, yolsuzluk operasyonunun Gülen Cemaati’ne bağlanmasına yol açtı. Bu kavga olmasaydı, gene operasyon yapılacak mıydı?
Bu tür iddiaları, şimdi, yargıyı siyasallaştırarak ve yürütmeye tam bağlı hale getirerek kendilerine biat etmeyen insanları cezalandırmak için kullananlar ortaya atıyor. Meşhur bir söz var: “Kişi kendinden bilir işi” diye. Sorunuzu tek bir cümleyle cevaplandırabilirim: Tabii ki hayır.
BUGÜN BİZE İFTİRADA YARIŞANLAR...
Bu dosya, -Celâl Kara’dan dinlediğim kadarıyla- tamamen doğal bir şekilde adli yoldan başlamış. MASAK’ın raporu ve MİT’in bilgilendirmesi zaten bunun böyle olduğunu gösteriyor. Hatta bugün bize her türlü iftirayı ve hakareti atmak için yarışan malum medyada çıkan haberler de, bunun böyle olmadığının delili. Çünkü onlar bile 17 Aralık’tan önce Rıza Sarraf’ın faaliyetleri hakkında aleyhe haberler yayınladılar.
CARİ AÇIK KAHRAMANI YAPTILAR
Gerçi 17 Aralık’tan sonra Sarraf, birden bire “hayırsever bir işadamı” oluverdi ve “cari açık kapatma kahramanı” muamelesi gördü havuz medyasından.
Başta Rıza Sarraf takip ediliyordu. Asıl sorun, bakanların da dahil edilmesi. Ne zaman bakanların takibine geçildi?
Bu dosyada bakanlar hiçbir zaman takip edilmedi; hiçbir bakan hakkında dinleme kararı alınmadı ve hiçbir bakan hakkında teknik araçlarla izleme kararı alınmadı. Zaten anayasa hükmü gereğince, bunun olması mümkün değil. Anayasamızın 83’üncü ve 100’üncü maddelerinde yazıyor bu husus. Bu konuda, Cumhuriyet savcılarının, bakanlar ya da milletvekilleri hakkında doğrudan soruşturma yapması mümkün değil. Bakanların dinlendiği ve takip edildiği tamamen algı operasyonu çerçevesinde söylenen yalanlar.
GÜLER, SARRAF’LA KONUŞUNCA...
Bu husus evraklarda net olarak var. Ancak, hakkında dinleme kararı olan kişilerle bakanlar telefonda konuşunca, doğal olarak onlar da tesadüfen bu dinlemeye takılmış oluyor. Yani Sarraf, Bakan Muammer Güler’i arayıp konuşunca, Sarraf’ın telefonu dinlendiği için bakanın söylediği “Önüne yatarım” sözleri de hukuka uygun bir delil olarak dosyaya giriyor. Bu konuşmalar sonradan tape haline getirilirken de, karşılıklı diyaloglar da yazılıyor. Aksi halde metin anlaşılmaz hale gelir. İletişimin dinlemesiyle ilgili Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) yönetmeliği, görüşmenin tamamının deşifre edilmesini öngörüyor. Eksik yapsak, şüpheli, mahkemede, “Tamamını dinleseydiniz, lehime bir husus vardı” diye şikâyet edebiliyor. Zaten Rıza Sarraf’ın sözlerini alıp, kiminle konuştuğu belli olmayacak şekilde muhatabının cümlelerini çıkartırsak, o görüşmeyi anlamsız hale getiririz.
SUÇ AYDINLATILMADAN EVRAK AYRILMAZ
Ama bu noktada deniliyor ki, “Bakanların mevcut soruşturmaya dahil edilmesi yasaya, anayasaya aykırı. Onlarla ilgili deliller hemen tefrik edilerek TBMM’ye gönderilmeliydi.” Niçin gönderilmedi?
Aslında bunun cevabı çok basit. Bunun, hem hukuki, hem de zorunluluktan doğan sebepleri var. En başta, bu dosyalarda takip edilen kişiler bakanlar değil; asıl takip edilen kişiler, yasama dokunulmazlığı olmayan şahıslar.
ÇOCUKLARIN DOKUNULMAZLIĞI YOK
Bakan çocuklarının yasama dokunulmazlığı olmadığı malum. Bu kişilerin işlediği suçlar hakkında deliller toplanıyor. Bu husus, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesi gereğince, savcının hem yetkisi, hem görevi. Bu maddeye göre, bir suçun işlendiği izlenimini edinen savcının kamu davası açmaya yer olup olmadığını belirlemek için, emrindeki kolluk görevlileri vasıtasıyla işin esasını araştırması, hem yetkisi, hem sorumluluğudur.
ENGELLEMEK İÇİN HER YOLU DENEDİLER
Bu soruşturmada, şüphelilerin işlediği suçlar kamu davası açma yeterliliğine ulaşacak derecede aydınlatılmadığı sürece, bakanlar hakkındaki evrakın ayrılması mümkün değildir. Aksi halde, soruşturma nasıl yürüyecek?
Tesadüfi olarak dinlemeye takılan bakanların, zaten yoğun olarak, Rıza Sarraf ve bağlantılı kişiler hakkında bir soruşturma ve dinleme kararı olup olmadığını ve varsa, soruşturmayı öğrenme, engelleme gayretlerini görüyoruz.
Bunu, hukuki olmayan her yolu deneyerek yapıyorlar. Bu durumda, evrakı, söz konusu kişilere göndermek hukuken doğru olur mu? Yani savcının, ciğeri kediye teslim etmesi mi isteniyor? Rıza Sarraf dinleniyor, bakan takılıyor. Dinlemeyi kesip, hemen TBMM’ye bu evrakı yollarsak, Sarraf’ın soruşturması deşifre olmaz mı? Daha sonraki delilleri toplayıp, soruşturmayı nasıl tamamlayacağız? Bu delil karartma suçudur?
Bir bakan 28 yaşındaki bir kişiye, hakkında işlem yapılması halinde önüne yatmaktan bahsediyorsa, mahkeme kararı gereği teknik takip yapan Mali Şube polislerini takip etmesi için, gayri resmi ve gayri hukuki olarak İstihbarat Şube polislerini Rıza Sarraf’ın evinin önüne gönderiyorsa, kendilerine sorun çıkaran bir polis amirini (Orhan İnce) Sarraf’ın isteği ile sürgüne yolluyorsa, bakanlar hakkındaki evrakı hemen ayırıp TBMM’ye ulaştırmak doğru olur muydu?
YAŞANAN HUKUK KATLİAMI
Asıl, soruşturma devam ederken bu evrak ayrılıp gönderilseydi, biz görevimizi ihmal etmiş, kötüye kullanmış olurduk. Her şeyi bir yana bırakalım, 17 Aralık’tan bu yana yaşanan hukuk katliamı ve o kadar delile rağmen kamuoyunun gözünün içine baka baka verilen takipsizlik kararları bile, bizim yaptığımız işlemlerin doğru olduğunu ortaya koymuyor mu?
DELİLLER OLGUNLAŞINCA...
Kısaca özetleyecek olursam, soruşturma kapsamında takip edilen kişiler hakkında deliller olgunlaşıp maddi gerçeğe ulaşınca, ancak o aşamadan sonra, yasama dokunulmazlığı bulunan ilgililer hakkında evrak TBMM’ye gönderilmeliydi; öyle de yapıldı zaten.
SUÇ ORTAYA ÇIKMASIN DİYE...
Kaldı ki, yasama dokunulmazlığı olan kişiler hakkındaki delillerin, hemen soruşturmanın başında gönderilmesi gerektiğine dair de bir kanuni zorunluluk yok. Bakanlar şüpheli konumunda olmadığı için, önce şüpheliler hakkında soruşturma tamamlanır, o zaman bakanlar hakkındaki evrak da ilgili makama gönderilir. Zira bakanların da hukuki durumları, eylemlerinin suç olup olmadığı, TBMM tarafından, ancak dosyanın tamamına bakılarak belirlenebilir.
UYGULAMA YILLARDIR BÖYLE
Aksi halde, her tesadüfi delilden sonra ayrı bir evrak göndermek gerekir. “Bakanlarla ilgili deliller hemen tefrik edilerek TBMM’ye gönderilmeliydi” diyenler, kendi suçları ortaya çıkmasın diye bu şekilde konuşuyorlar. Uygulama yıllardır böyle; biz başlatmadık. Hâkim, savcı veya farklı hukuki statüye sahip kişiler de dinlemeye takılıyordu. Soruşturma tamamlandıktan ve delillerin hepsi toplandıktan sonra evrak HSYK’ya veya şüphelinin ilgili kurumuna gönderiliyordu.
CELAL KARA SÜRECİ ANLATIYOR
“Biraz daha bekleseydik operasyon asla yapılamayacak kamuoyu eşi benzeri olmayan bu yolsuzlukları öğrenememiş olacaktı.”
17 Aralık diye anılan soruşturmanın başlangıcında ben yoktum. 2013 Haziranı’nda tayini çıkan bir savcının yerine getirildiğimde, onun elindeki 300 kadar soruşturma dosyasıyla birlikte bu da bana verildi. Tüm delilleri incelemem, son bir ayda oldu. Detaylar Aralık’ta netleşti. Aralık’ta operasyonu yaptığımda dosya 13 aylıktı. Yani uzun süre o dosyaya ben bakmamıştım… 2010 sonunda Rıza Sarraf’ın Rusya gümrüğünde parası yakalanmış. Rus yetkililer bizim makamlara bildirmiş. Biz o zamana kadar Sarraf’ı sadece magazin basınından biliyorduk. Yapılan inceleme sonucu “Burada şüpheli bir para hareketi var” denilmiş. Olay yeri İstanbul diye buraya bildirilmiş. 2012 Temmuz’unda, “Rıza Sarraf, Kapalıçarşı’da döviz şirketleri üzerinden kayıtsız para transferi ve altın ihracatı yapıyor” diye bir ihbar gelmiş. Bu ihbar üzerine polis araştırma yapmış. Ben devraldığımda dosya ve teknik takipler epey ilerlemişti.
DOSYA DEŞİFRE Mİ OLACAKTI?
Celâl Kara: Barış Güler’in kuryesi, 25 Ekim’de Orient Sokak’ta takibi fark ediyor. O Barış’a, Barış da babasına haber veriyor. Babası da “Acaba kim takip ediyor” diye istihbarata soruyor. Sarraf’ın evinin önüne bir izleme aracı koyuyorlar... “Deşifre edecekler” diye düşünerek 27 Ekim’de teknik takibi durdurduk. Operasyondan bir hafta önce yeniden başlattık.
17 ARALIK SORUŞTURMASI NASIL BAŞLADI?
KOM Daire Başkanlığı, Mali Suçlar ve Suç Gelirleriyle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün Happani Grubu Değerlendirme Raporu’ndan (3 Haziran 2011):
“- İstanbul Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü’nün 7 Mayıs 2010 tarihli ve İhbar No: 6484 sayılı e-posta ihbar formunda, İranlı Rıza Sarraf isimli şahsın, yurtdışından milyonlarca doları Türkiye’ye soktukları, bu işi, Beyazıt Kapalıçarşı’da faaliyet gösteren Durak Döviz isimli işyerinde farklı kişileri kullanarak yaptıkları iddia edilmiştir.
- 21 Aralık 2010 tarihli ulusal basında, Moskova Havaalanı’ndaki gümrük görevlilerinin kontrolü esnasında, İstanbul’dan Rusya’ya giden 3’ü Azeri, biri İranlı olmak üzere 4 kişinin bavul ve sırt çantalarında 14.5 milyon dolar ve 4 milyon euro ele geçirildiği haberi yer almıştır. Bu şahıslar, önceden herhangi bir bildirimde bulunmadıkları için, haklarında Rusya’da, “kaçakçılık”isnadıyla soruşturma başlatılmıştır.
- 15 Nisan 2011 tarihli ulusal basında ise, “Milyonlarca doları bavulla kaçırdılar” başlığı altında bir haber yayınlanmıştır. Bu haberde, Rusya Federal Gümrük Servisi’nin çalışmaları neticesinde 14 kuryenin tesbit edildiği ve ülkemiz makamlarına bildirildiği, söz konusu şahısların Azeri işadamlarına ait olduğu belirtilen 40 milyon dolar ve 10 milyon euroyla 37 seferde valizlerle Rusya’ya taşıdığı, Rıza Sarraf’ın şoförü olan Turgut Happani’nin 14 kurye arasında yer aldığı belirtilmiştir.
- Bütün bu faaliyetler hakkında yürütülen çalışmaların birleştirilerek analize tâbi tutulması ihtiyaca hasıl olmuş, Durak Döviz ile ortakları Turgut, Abdullah, Serdal, Şenel Happani ve Rıza Sarraf isimli şahıslar mercek altına alınmıştır. Bu kişilerin, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama fiilini işledikleri, bu paraların Türkiye’de veya başka bir ülkede kayıt dışı ticaret kapsamında kazanılmış olabileceği değerlendirilmiştir.”
Bu rapor, İstanbul Mali Şube Müdürlüğü’ne gönderiliyor. Oradan da savcılığa intikal ediyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturma numarası 2012/120653 sayısına kayden, 17 Eylül 2012’de, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, kaçakçılık ve suçtan elde edilen malvarlığının aklanması iddialarına yönelik teknik takip çalışmalarına başlanıyor.
OPERASYONDAN ÖNCE MANŞET OLDU
Hem Akşam, hem Yeni Şafak gazeteleri, yolsuzluk operasyonundan çok önce kara para trafiğinin Maliye’nin incelemesi altında olduğu haberini yapmışlardı.
"ABİCİM SEN O KONUDA RAHAT OL"
Rıza Sarraf, 11 Ekim 2013’te, saat 19.51’de, İçişleri Bakanı Muammer Güler’i arayarak, hakkında bir takip olup olmadığını öğrenmek istiyor. Bu husus, Celâl Kara ve Zekeriya Öz’ün “Operasyon deşifre olacaktı” endişelerini haklı çıkarıyor. İşte Muammer Güler’in hakkında bir tahkikat yürütülüp yürütülmediğini soran Rıza Sarraf’a verdiği cevap: “Abicim hiç sen o konuda sen rahat ol sen rahat ol... Vallahi böyle bir şey varsa senin önüne ben yatarım ya... Senin İçişleri Bakanlığı'nda bir şeyin yok MİT'te bir şeyin yok, Mali Şube’de de bir şeyin yok.”
YARIN: Savcı Celal Kara’ya yolsuzluk dosyasını kim teslim etti?
Röportaj: Nazlı ILICAK- BUGÜN GAZETESİ