Medyada tuhaf bir
damar var. Her halükarda dine ve dindara saldırmaya çalışıyorlar. Bugünlerde çok tipik örnekler ortaya çıkıyor.
İstanbul Müftülüğü'nün
yılbaşı eğlenceleri ile ilgili hutbesi gerekçe gösterilerek yoğun bir
kampanya yapıldı.
İçki,
kumar ve
fuhuş gibi İslam'ın
yasak ettiği eğlence türlerinin yılda bir kez bile olsa yapılmasının günah olacağını hatırlatan hutbe,
tartışma konusu yapıldı. Müftülük, meşru eğlencelere bir şey demediklerini; ama dinin gayri meşru gördükleri konusunda camiye gelenleri uyarmanın görevleri olduğunu anlatmakta hayli zorlandı.
Daha bu tartışmaların mürekkebi kurumadan dün
Vatan gazetesinde
Mustafa Mutlu, bu sefer ters kroşe ile sonuca gitmeye çalıştı. Mutlu'nun şu satırları gerçekten ibretlik: "Her yılbaşı gecesi Taksim'de büyük bir insanlık ayıbı yaşanıyor... 40-50 kişilik bir
maganda sürüsü, turist kadınları iğrençliğe varan boyutlarda
taciz ediyor ve bu görüntüler tüm dünya basınında çarşaf çarşaf yayınlanıyor. ... Bir soru da bugünlerde hepsi
iktidar yanlısı olan sosyal
siyaset bilimcilerine: Bu saldırganlar size göre son seçimlerde hangi partiye oy vermiş olabilir? Eşleri, anneleri, kardeşleri
türban takıyor olabilir mi? Acaba "kendi kadınları" gibi giyinmeyen tüm kadınları "hayat kadını" olarak gördükleri için mi saldırıyorlar?" Mutlu, çok zekice(!) yazıyor, doğrudan suçlamıyor, sadece soruyor. İğrenç saldırıyı yapanların kim olduğuna karar vermiş, altında yatan sebebi anlamaya çalışıyor. Uysa da uymasa da mantığı ile her konudan dindarlara salvolar üreten Mutlu, hutbe eksenli tartışmayı kaçırmış olabilir mi? Yoksa bilinçli bir çarpıtma mı yapıyor? (2006'da hutbe ile ilgili tartışmalara katılmış ve yazı yazmıştı.) Birilerinin başı açıkları 'hayat kadını' gibi gördüğünü ima ederken aynı ailede başı açık ve kapalıların bulunduğunu bilmemesi düşünülebilir mi? Hepsinin ötesinde dindarlar konusunda 'içeriden bilgilerle' kamuoyunu aydınlatan Ahmet Hakan'ın 'Yılbaşında ne yapardık?' başlıklı yazısını da mı okumadı?
Benzer bir durumu
TBMM eski Başkanı
Bülent Arınç yaşıyor. Uzun yıllar grup başkan vekilliği yapan, son 5 yılı
Meclis başkanı olarak geçiren Arınç, içtüzüğü en yi bilenlerden. Vekillerin verimli çalışması için bir kısım
teklifleri var eski Başkan'ın. Hem günlük çalışma süresinin artmasını hem de haftalık çalışma gününün üçten dörde çıkmasını teklif ediyor. Onlarca yıldır salı, çarşamba ve perşembe çalışan Parlamento'nun
pazartesi günleri de
mesai yapmasını istiyor. Konu medyada 'Arınç'ın cuma
tatili ısrarı sürüyor' kurgusuyla sunuluyor. Bu haberleri okuyan ve konuyu bilmeyen birinin, Arınç'ı, cuma günleri çalışan Meclis'i tatil etmeye çalışan adam olarak algılaması hedefleniyor. Hem Arınç'a hem de cumaya olan hıncın bir uzantısı bu. Tam burada, meşhur gazeteci fıkrasını anlatmak gerekiyor. Danışmanları, medya ile arası iyi olmayan başbakana su üstünde yürümesini öğretmiş.
Gazetecileri çağırarak bu olağanüstü gösteriyi sunmuşlar. Amaçları, aradaki buzları eritebilmek.
Gazeteler ertesi gün haberi şu başlıkla vermiş:
Başbakan yüzme bilmiyor.
Ramazan sayfasında bile oruç tutmaktan çok tutmamanın yollarını anlatan gazeteler var. Bağcılar'da merdiven altında namaz kılan üç öğrenciyi skandal diye manşete taşıyanları da unutmamak gerekiyor. Bitirirken aklıma geldi, tacizciler, mağdurenin fotoğrafını çarşaf çarşaf yayınlayan ve olayı en ince ayrıntısı ile anlatan gazetenin çalışanları olabilir mi? Ya da
timsah gözyaşları içinde konuyu tasvir eden yazarları?