Bütün Türk basınını alın, Herkül Millas’ın yazısını verin!
Yunanistan’da 15 yaşında bir gencin polis kurşunuyla öldürülmesinin ardından patlak veren ve şaşırtıcı bir hızla yayılan olaylar, Türk basınının haber
izleme performansındaki problemleri fâş eden bir rol de oynadı. Bunlardan bence en önemli ikisini burada ele almak istiyorum: 1. Meraksızlık, 2. Manipülasyon; hakikati kendi siyasi çizgisinin yararına araçsallaştırma...
Meraksızlık:
Gazetecilikte “merak”ın önemini en fazla vurgulayan meslektaşlarımızdan biri olan
Hıncal Uluç anlatmıştı yıllar önce... Bir gün, bir üniversitenin
iletişim fakültesi öğrencilerinin davetine uyarak
derse girmiş. Dersin özel bir gündemi yokmuş, Uluç kendi
gazetecilik tecrübelerini ve anlayışını anlatacakmış. Girmiş sınıfa, “merhaba”dan sonra, daha yerine oturmadan tahtaya üç anlamsız kelimeyi alt alta yazmış, sonra da anlatacaklarını anlatmış. Ders bitmiş, tam sınıftan çıkacakken dönüp, “Hepiniz çok kötü bir gazetecilik sınavı verdiniz” demiş, “sınıfa girdiğimde tahtaya üç kelime yazdım, 40 dakika geçti, ders bitti ve hiçbiriniz merak edip onların ne olduğunu sormadı.”
Uluç, “gazeteciliğimizdeki meraksızlık hastalığı”nı son olarak 2 aralık tarihli, “
Gazetecilik tarihe karışıyor” başlıklı yazısında ele aldı. Konu, cep telefonlarındaki 3G
ihalesine ilişkin haberlerdi. Uluç, ihalenin yapıldığı gün, etrafındaki kalabalık
arkadaş grubuna şöyle demiş: “Yarın bütün gazetelere bakın. A lisansı niye 358 milyon euro da, C lisansı 214, anlatacak bir gazete çıkacak mı?”
Uluç’un ihale haberlerini okuduktan sonraki değerlendirmesi ise şöyleydi:
“Dediğim aynen çıktı. Hiç, ama hiçbir gazete, bu üç lisansın farkını anlatmadı. Hiçbir gazete
Vodafone ve
Avea’nın niçin B değil, C’nin peşine düştüğünü yazmadı. B’yi istemedikleri halde o ihaleye neden girdiklerini de öğrenemedik. Neden?.. Çünkü ihaleyi izleyen hiçbir muhabirde ‘Merak’ duyusu yoktu. Gazetecide olması gereken en önemli unsur.”
Yunan gençliği, Türk gazeteciliği
Yunanistan’daki olayları ele alan gazete haberlerinin de neredeyse tamamı “meraksızlık” illetiyle malûldü.
Hatırlayalım: İlk gün,
Türkiye’deki polis şiddetinin yarattığı hassasiyetin de etkisiyle “
helal olsun Yunan
halkına, bir de bize bakın”
algısı ve sızlanması
muhalif-muvafık herkese hâkim bir algı ve sızlanma olarak öne çıktı. Fakat gerek olayların çapı ve yoğunluğu, gerek eylemcilerin yaş grubu, gerekse de polisin pasif tavrı, olan bitenin bu ölçüde basit bir izahla kavranamayacağını gösteriyordu. (BirGün,
Alman gazetesi Neues Deutschland’ın Birleşik
Radikal Sol Birlik milletvekili Periklis Korovessis ile yaptığı bir söyleşiyi yayımladı. Korovessis, “Sizin konuştuğunuz gençler kaç yaşındalar” sorusunu şöyle cevaplıyordu: “On yaşında gençler gördüm sokaklarda. Gençlerin çoğunluğu 15-16 yaşında olan ve çocuk sayılabilecek tipler.”) Belli ki, ilk anda görünen verilerle açıklanamayacak, daha karmaşık, şimdiye kadar karşılaşmadığımız yeni bir durumla karşı karşıyaydık. Yunanistan’a ve Yunan halkına özgü tarihsel, yasal,
psikolojik birtakım süreçler devrede olmalıydı.
İşte gazeteci merakına böyle anlarda ihtiyaç duyulurdu. Merak eden bir gazetecilik, böyle anlarda bütün ön kabullerini unutur, henüz öğrenmeye başlamış bir öğrencinin mütevazılığıyla dersine çalışır, mükâfatını da ele aldığı sorunu gerçekten açıklayan yeni bilgilere ulaşarak alırdı.
Böyle bir gazetecilik, mesela Herkül Millas’ın Zaman’da yayımlanan “Yunanistan’da değerler krizi” makalesindeki bilgilere ulaşabilir, böylece hem kendini hem okurlarını heyecanlandırabilirdi. Türkiye’de birçok
köşe yazarı, Yunanistan’da olup biteni bu makaleden uzun alıntılarla anlamaya ve okurlarına anlatmaya çalıştı. Başka gazetelerden izleyenler hariç,
Taraf okurları bu
zihin açıcı, bilgi dolu makaleden mahrum kaldı bugüne kadar; o nedenle bu görevi üzerime almaya karar verdim.
Köşemin bundan sonrasının tamamını, Millas’ın sözünü ettiğim yazısının çok geniş bir bölümüne ayırıyorum.
Cuma günü, Yunanistan olaylarının haber pratiğimizde açığa çıkardığı ikinci problem olan “hakikati kendi siyasi çizgisinin yararına araçsallaştırma” meselesini ele alacağım.
Millas anlatıyor...
(...)
Yunanistan 1967-1974 yılları arasında
baskıcı, özgürlükleri kısıtlayan askerî bir diktatörlük yaşadı. Arkasından gelen
demokrasi döneminde, benim gördüğüm, bazı dengelerin sarsılmış olduğudur. Özellikle kendine özgü bir sol ideolojiyi izleyen Pasok’un döneminde ve 1980’li yıllardan başlayarak bir tür ‘kültür devrimi’ çerçevesinde özünde popülist olan bir
siyaset yürütüldü. Bu dönemde başarılı uygulamalar başlatıldı. Örneğin ordu bütünüyle siyasetin dışında bırakıldı. Halkla kavgalı olan polis örgütü de demokratikleştirildi. Sivil
toplum ön plana çıktı. Halk devletten korkmaz oldu.
Ama bu olumlu gelişmeler azar azar ve artık bütün hükümetlerce benimsenen aşırılıklara vardı. Toplu yürütülen her hareket fetişe dönüştürüldü. Bu konuda sınırlama kalmadı. ‘Halk hareketlerine’ karşı çıkmak ‘cuntacı’ ve antidemokratik tutum sayıldı.
(...)
Bu tür haklar lise öğrencilerine ve daha sonra
ortaokul öğrencilerine de verildi. Aslında verilen bir hak söz konusu değil, ama öğrencilerin taşkınlıklarına karşı çıkılmadığı için bazı davranışlar de facto hak sayılıyor. Örneğin,
küçük bir grup öğrenci, diyelim bir okulun yüzde 5’i-yüzde 10’u, şikâyetlerini dile getirmek için (kantindeki
börek taze değildir, diyerek) okullarını işgal edebilirler, kapısına
kilit vurup kapatabilirler. Buna hiç kimse müdahale etmez.
İşgal bazen yaygınlaşır ve bütün ülkeye yayılır. Bu olaylar hemen hemen her yıl yaşanır. İlgililer de sabırla bekler. Sonunda işgal biter ama bu kez de okulların içlerinin tahrip edildiği görülür.
(...)
Bu genç kuşak sınır nedir öğrenmemiştir. Toplu davrandıklarında her yaptıklarının demokratik olduğuna inanmışlardır. Giderek onları frenlemeye çalışanları halk düşmanı saymışlardır.
Sayıları bin kadar olan ve yıllarca serbestçe etrafı yakıp yıkmış olan anarşist bir grup bu kez, bir çocuğun ölümünü de istismar ederek, bu genç kuşağı peşine takabilmiştir. Yılların birikimi göz önüne alınmazsa yaşananları açıklamak olanaksızdır. Ekonomik sıkıntılar, işsizlik, yarının güvensiz olması kuşkusuz huzursuzluk kaynağıdır. Siyasilerin eksiklikleri, tutarsızlıkları da kuşkusuz gençleri tedirgin etmiştir. Ama huzursuzluğun demokratik yöntemlerle değil de bu tür
terör eylemleriyle dile getirilmesi uzun süren bir eğitim pratiğinin sonucudur. Bu olaylara son vermek ise gerçekten zordur. Yıllar içinde aşılanmış olan değerler ne tavsiyelerle ne de baskı ile yok edilebilir.
Yunanistan’ı tanımayanlar yaşananları bir cinayetin protestosu olarak algılamaktadırlar. Bu olayları demokrasinin bir kanıtı sayanlar da var. Bu, işin yalnız bir boyutudur. Protestonun bu türde ve süreklilikte olması ise değerler kriziyle ilgilidir ve hiç beğenilecek bir yanı da yoktur. Demokratik hak arayışları ile masum insanların malını mülkünü tahrip etmek arasında ilişki görmek sağlıklı bir tutum değildir. Zaten bu olayların başka şaşırtıcı bir özelliği göstericilerin somut istekler dile getirmeden sokaklara dökülmüş olmaları. Amaç deşarj olmakmışçasına. Yaşananlar çok derinden yara almış bir gençliğin acıklı halidir. Cunta ile anarşi arasında sallanan bir sarkaç. Demokrasiyi içlerine sindirmiş olan toplumlar otoriter rejimlerle keyfilik arasında seyretmezler. Yunanistan sükûnete kavuşsa bile değerler dengesini kazanması zaman alacaktır. Şu anda, gerekli yeni bir rotayı çizecek siyasi ve toplumsal güçler ise ne yazık ki etrafta pek görünmemekte.
NOT. Millas’ın olaylara ilişkin bazı yorumları hiç kuşkusuz tartışmaya açık. Fakat ben, özellikle o yorumların üzerine bina edildiği, Yunanistan’a has özgül durumlara işaret etmek istedim.
ALPER GÖRMÜŞ - TARAF