Yılmaz,
terörle mücadelede hukuk dışına çıkıldığını, bazı şeylerin görmezden gelindiğini söyledi.
Can Dündar’ın sunduğu programa konuk olan eski başbakanlardan
Rize Milletvekili Mesut Yılmaz,
CHP Grup
Başkanvekili Hakkı Süha
Okay,
Radikal Gazetesi
Ankara Temsilcisi
Murat Yetkin,
Zaman Gazetesi yazarı
Mümtazer Türköne, Eski
Susurluk Komisyonu Başkanı
Mehmet Elkatmış ve NTV Siyaset Danışmanı
Ruşen Çakır katıldı.
Susurluk'un ve
Ergenekon'un ele alındığı programda “Yaşananlar sizi şaşırtıyor mu?” sorusuna “Çok şaşırdığımı söyleyemem. Beni asıl şaşırtan olayları ben başbakanken yaşadım” sözleriyle yanıtlayan Yılmaz, bugün yaşananların o dönemin hafriyatı alabileceğini belirtti.
''Bunlar onun işaretleri mi? Yani o dönem yaşadıklarınızın yavaş yavaş hafriyatı mı yapılıyor?'' sorusuna Yılmaz, “Olabilir, onların uzantıları olabilir, onların artıkları olabilir. Tabii ne kadar yakından izlemeye çalışsak da belgelere sahip olmadığımız için, bu konudaki dosyaya hakim olmadığımız için kesin bir şey söylememiz mümkün değil'' dedi.
''Susurluk raporu çıktı ve kamuoyu da oradan ilk kez derli toplu bir bilgiye ulaştı. Bugün olup bitenler o rapordaki bir çok şeyi doğrular nitelikte ve bir
takım aktörler de neredeyse birebir aynı. Dolayısıyla o sürecin devam ettiğini söyleyebilir miyiz?'' sorusuna cevabı hayli bir ilginç oldu.
Yılmaz soruya şöyle
cevap verdi:
''Bir anlamda söyleyebiliriz, yani bu bulunan silahlar filan aslında onu işaret ediyor. Bugün hem kamuoyunda, yani bizlerin arasında hem de kurumlarda genel kabul gören bir prensip var. Deniyor ki; terör hiçbir şekilde hak elde etme aracı olarak kabul edilemez. Yani terör hiçbir şekilde meşru sayılamaz ama bunun gibi henüz daha konsensüse ulaşmamış olan başka bir doğru var. Terörle mücadelede hukuk bir tarafa bırakılamaz. Yani hukuku dışlayarak
terörle mücadele yapılamaz.
Türkiye’de maalesef bir dönemde hukuk dışı yollardan bir terör mücadelesi yapılmıştır. Bu iki sonuç doğurmuştur, birincisi; buna göz yuman kurumlar zaman içerisinde yozlaşmışlardır. İkincisi; bunun enstrümanı olarak kullanılan kişiler zaman içind
e devletin başına bela olmuşlardı. Bu zaman zaman okuyorum orada burada işte
İtalya’daki gladyo ile karşılaştırılıyor Susurluk veya işte yeni versiyonuyla Ergenekon filan. Ben bu kadar olayların içinde yaşamış birisi olarak Susurluk olayının gladyo ile benzerliğini ortaya koyacak hiçbir belgeye ulaşmadım. Yani şöyle söyleyeyim; NATO’nun özel harp stratejisi çerçevesinde özel harp dairesinin bu Susurluk olaylarının herhangi bir yerinde ne kurum olarak, ne kişiler olarak herhangi bir şekilde rol oynadığını hiçbir yerde görmedim ve doğrusu da bu konuda eğer herhangi bir bilgiye sahipseniz bunu öğrenmekten de çok memnun olurum ama bende böyle bir bilgi yok. Dolayısıyla gladyo ile yapılan benzerlikler, kurulan benzerlikler bana göre teorik düzeydedir. İş ben çok daha basit, çok daha pratik bir ihtiyaçtan kaynaklandığını biliyorum. 12
Eylül döneminde Asala terörüne karşı
emniyet bünyesinde bir özel birim oluşturuluyor. Bugün adı geçen kişiler de aslında ilk o birimin nüvesinde yer alan kişiler. Bu o zaman zannediyorum 40-50 kişilik bir birim. Bunlar işte özel eğitime tabi tutuluyor, yurtdışına gönderiliyor filan falan, neyse. Sonra Asala terörü bastırılıyor ama 90’lı yıllarda da
PKK terörü başlıyor. PKK terörü başladıktan sonra devlet bir müddet biliyorsunuz bu olaya teşhis koymakta gecikti. Hatta bana göre eksik teşhis koydu. Bunun ufak bir olay olduğu şeklinde teşhisler kondu ama özellikle 90’lı yıllara gelindiğinde olayın boyutları artık Türkiye’nin çok ciddi bir bölücü terör tehdidiyle, silahlı bölücü terör tehdidiyle karşı karşıya olduğunu gösterdi ve o zamanın yönetimi, o zamanın hükümeti daha önce nüvesi teşkil edilen bu özel birimi
özel harekat dairesi adı altında yeniden yapılandırdı. Bu sayısı çok arttı, zannediyorum bir kaç bin kişiye ulaştı ve bunlar''
Çiller’in başbakanlığı döneminden söz ediyoruz diyen Dündar'a Yılmaz, ''Evet. 93-94 döneminde ve bu özel harekat dairesi hakikaten
Güneydoğu’da dağlarda PKK terörünü bastırmada çok önemli bir rol oynadı. Fakat o demin söylediğim
kural burada da işledi, yani hukukun dışına taşılmış olması. Bu insanların bir bölümünün, ufak bir bölümünün işte Susurluk dediğimiz o rezaletin aktörleri olması sonucunu doğurdu. Kurumlar daha önce bunları meşru amaçlarla desteklemiş olmaktan ötürü bunları deşifre etmek istemediler, bunlara mümkün olduğu kadar sahip çıkmaya çalıştılar'' dedi.
Hükümet dahil mi? ''Yani dönemin hükümeti de sahip çıktı mı'' sorusunu onay vererek şok açıklamalarda bulundu.
İşte Yılmaz dönemin hükümeti hakkındaki sözleri: ''Tabii... En azından bazı şeyler görmezlikten gelindi. Sonra malum o
kaza oldu, kamuoyu bu işin üstüne gidilmesini istedi. Zamanın hükümeti bunu küçümsedi, hatırlarsınız o zamanki sayın
Erbakan’ın beyanlarını filan. Bunların gayri ciddi işler olduğunu, fasa fiso olduğunu ifade ettiler ama ana muhalefet lideri olarak o zaman bana bu konuda emniyetin içinde bir takım bilgiler geldi. Ben bu bilgileri zamanın cumhurbaşkanına ilettim''
O zamanki dönemin Cumhurbaşkanı'nın
Demirel olduğunu hatırlatan Dündar'a Yılmaz şöyle cevap verdi:
''Sayın Demirel’e ilettim. Sayın Demirel bu konuda başbakana bir
mektup yazdı ama sayın Erbakan gereken şekilde olayın üstüne gitmedi. Sonra hükümet değişikliği oldu biz hükümete geldik. Benim ilk yaptığım icraatlardan birisi Susurluk konusunda başbakanlık teftiş kurulu başkanının başkanlığında bir inceleme başlatmak oldu. Bu inceleme raporu uzun bir zaman aldı, sonra bu raporun büyük bir bölümünü tamamına yakınını kamuoyuyla paylaştım bunu açıkladım. Bir bölümünü açıklamadım, açıklamama sebebimi de izah edebilirim''
NTV - SAMANYOLUHABER