Kılıç'ın konuşması ve toplumsal otoimmünite
Haşim Kılıç'ın dün başkanı olduğu
Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşma, tam bir
demokrasi ve
özgürlük manifestosuydu.
Yıllardan beri ilk defa bir
Anayasa Mahkemesi Başkanı, çağdaş
ülkelerin
yüksek yargı mensupları gibi davrandı ve demokrasiden ve özgürlüklerden yana bir konuşma yaptı. "Devletin kurumları toplumun bir bölümünü kendine dost, bir bölümünü düşman ilan ederek ayrımcılığa sebep olamaz." dedi. Bu söz benc
e devletin dizaynını ve mantalitesini değiştirecek önemde bir cümle. Bugüne kadar 'rejimi tehdit ediyorlar' gerekçesiyle pek çok grup ve düşünce, düşman olarak algılanmış ve onunla mücadele etmek bir görev olarak bilinmişti.
Tıpta 'Otoimmünite' diye bir durum vardır. Tıp ile ilgilenen herkesin bildiği bu hastalık hali,
vücut için hayati riskler taşımaktadır. Otoimmünite, vücudun
savunma sisteminin kendi dokularına dönmesi ve onu düşman bilmesi durumudur. Bildiğiniz gibi vücudun dışarıdan gelen mikroplara karşı bir savunma sistemi vardır. Bu sistem yeryüzünde bulunan bütün mikroplarla savaşarak bünyeyi korur. Sağlıklı kalmayı sağlayan vücudun askerleri, otoimmünite durumunda kendi
organını düşman olarak görür ve onunla savaşmaya başlar. Vücudun askerleri için artık o organ bir düşmandır ve diğer düşmanlar gibi mücadele edilmesi gerekir. Bu durumun çok ölümcül sonuçlara sebep olması kaçınılmazdır. En iyimser halde bile vücut büyük güç kaybeder.
Türkiye'nin otoimmünite durumu gibi kendi vücudunun bir parçasını düşman görüp sürekli onunla mücadele etmesi, en azından ülkenin yorgunluktan başını kaldıramaz hale gelmesinden başka bir işe yaramaz.
Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç'ın sözünden şunu anlıyorum: Diyor ki; Türkiye devleti otoimmünite olamaz. Kendini oluşturan bireyleri ya da toplulukları düşman ilan edemez. Ederse bu, hem ülke sağlığı açısından hem de çağdaş hukuk açısından büyük sakıncalar doğurur.
Konuya böyle bakıldığında, çok sıkça dile getirilen iç ve dış düşmanlar söyleminin yeniden yorumlanması ve buna göre de devletin yeniden kurgulanması gerekiyor. Türkiye'nin tehdit anlayışının yeniden ele alınıp uzunca tartışılmasında büyük yarar var.
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ'un geçen hafta yaptığı konuşmada
Güneydoğu meselesi hakkında getirdiği açılımlar ve söylediği sözler bu açıdan çok önemliydi. Deyim yerindeyse, Güneydoğu'da hep şikayet edilen eli sopalı devlet anlayışını altüst etti. Daha önce de Van'da sarıklı sakallı bir
dede ile konuşup sohbet etmiş, toplumla kucaklaşan bir
komutan görüntüsü vermişti. Başbuğ'un bu tavrı devam ediyor.
Önceki gün Hakkari'de güvenlik güçlerine taş attığı gerekçesiyle, başı dipçikle yarılan çocuğu dün kolordu komutanının ziyaret etmesini de bu politikanın bir devamı olarak okumakta yarar var.
Devletin bugüne kadar ki yanlışlarına karşı farklı bir söylem geliştiren
İlker Başbuğ tarihi bir görev yapıp devletin Güneydoğu'ya bakışının değişmesini sağlıyor. Ancak bütün bunları yaparken, çok tarihi bir yanlışı da yanına koyuyor. Türkiye Otoimmünite'den kurtulmak üzereyken vücudun başka bir organını öteki masasına oturtuyor. 'Bazı cemaatler' diyerek toplumun ekser çoğunluğunu ötekileştirip yeni bir düşman oluşturmanın ortaya çıkaracağı çok büyük sakıncaları görmüyor. Üstelik devletin bugüne kadar açtığı pek çok yarayı
tedavi etmiş, ülkenin bir ve birlikte olmasına büyük katkılar sağlamış çoğunluğu karşı tarafa koyma yanlışını yapıyor.
Devletin bu toplumsal otoimmün durumundan bir an önce çıkması lazım. Çünkü vücut yorgunluk ve hastalıktan bitap düşmüş durumda.
MEHMET KAMIŞ - ZAMAN