Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker Başbuğ'un 15 Mart'ta dile getirdiği bir konu yoğun
gündem arasında kayboldu. Oysa mevzu, ülkenin geleceği ve demokratik düzen açısından hayati önem arz ediyor.
Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu'nda konuşan Başbuğ,
koruculuk meselesine değindi ve sistemin kaldırılmasını isteyenlere karşı net konuştu: "Bu sistemin kalkması PKK'nın öncelikli talebidir. Niye? Korucular, örgütle mücadelede önemli görevler üstleniyor..."
Genelkurmay Başkanı, açıkça uygulamanın devam etmesinden yana koydu iradesini. Hatta, başarısından dolayı Afganistan'ın sistemi örnek aldığını dile getirdi.
Başladığı günden bu yana tartışılan bir uygulamanın devam etmesi hususunda Genelkurmay Başkanı bu kadar kesin konuşuyorsa elbette üzerinde durulması gerekiyor. Koruculuk sistemi,
terörle mücadelede güvenlik güçlerine
destek amacıyla 1985 yılında devreye sokulmuştu. Ancak yıllar gösterdi ki, korucular terörle mücadeledeki katkılarını unutturacak hatalar da yaptı. Onlarla ilgili
raporlar can sıkıcı bilgiler içeriyor. Daha 1996'da
İçişleri Bakanlığı'na sunulan belgeler her üç köy korucusundan birinin suç işlediğini gösteriyordu.
Eroin ticareti,
silah kaçakçılığı, adam öldürme, kız
kaçırma,
tecavüz,
gasp, haraca
bağlama gibi suçlar bazı korucular için 'sıradan işler' kategorisine girmişti. Bu konuları ayrıntısıyla anlatan çok haber yer aldı medyada. (
Aksiyon'un 11
Mayıs 2009 tarihli 753. sayısında geniş bir
dosya yayınlandı.) Bu yüzden korucularla ilgili raporları tekrarlamak yerine biraz eski de olsa, kamuoyunda duyulmayan yaşanmış olaylar silsilesini aktaracağız. Hikâyemizin iki kahramanı (!) var ve ikisi de korucu. Benzerlerine ancak kovboy filmlerinde rastlanabilecek sahnelere şahit olacaksınız bu parçada. Sonunda bir korucunun elde ettiği gücü göreceksiniz. Devletin, kendi kurduğu sistemin altında nasıl ezildiğine, savcı ve hâkimlerin düşürüldüğü duruma, hukukun terör karşısında sükût ettirilmesine şahit olacaksınız...
Olaylar, 1995'teki (24
Aralık)
seçim sırasında
Beytüşşebap'ta (
Şırnak) yaşanır. Bölgede
HADEP güçlüdür. Fakat
kamu görevlileri ve askerler bu partinin kazanmasını istememektedir. Beytüşşebap'a bağlı Mezra Beldesi'nin DYP'li Belediye Başkanı Hüsnü Timur'un koltuğunu koruması sağlanacaktır. Aynı zamanda aşiret reisi olan Timur için gerekirse
sandıkta
hile yapılacaktır. Önce sandık başındaki memurlar ayarlanmaya çalışılır. Başkan Timur'un kardeşi korucubaşı Nesim Timur, Seçim Kurulu Başkanı
Hâkim Ümit Gerin'e giderek açıkça niyetlerini anlatır. Teklif karşısında şaşıran Gerin, bir
cevap vermeden Timur'u gönderir. Mezra Beldesi'ndeki oylamada sorun çıkmaması için de Hakkârili bir seçim müdürü ile güvendiği 10 personeli görevlendirir.
Seçim günü, korucubaşı Nesim Timur'un adamları hazırlanan planı devreye sokar. Sandık başındaki memurlara, "Burada herkesin yerine biz oy kullanacağız." derler. Seçim müdürü ve memurlar buna karşı çıkınca Timur'un adamları ikinci adımı atar. "PKK'lı müdür, DYP karşısında örgütün partisi HADEP için çalışıyor." yaygarası çıkarıp müdür ve memurları döverler. Seçim müdürü durumu Hâkim Ümit Gerin'e bildirir. Her iki tarafı ayrı ayrı dinleyen hâkim, müdürden olayla ilgili bir rapor yazmasını ister. Ardından
adliye polisine haber vererek Timur'u gözaltına aldırır.
Cumhuriyet Savcısı Ahmet Murat Derme, Timur'u görevli memura karşı koymak ve seçim
kanununa aykırı davranmak suçundan tutuklama talebiyle Sulh
Ceza Mahkemesi'ne sevk eder.
Bu sırada Timur'un adamları durumu Şırnak
Valiliği ve Beytüşşebap'taki Taktik
Alay Komutanı
Albay B.ye aktarır. Komutan, duruma müdahale etmesi için emrindeki bir binbaşıyı Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi Ferhat Demircan'a gönderir.
Binbaşı gelinceye kadar sorgusu tamamlanan Nesim Timur tutuklanarak Beytüşşebap Cezaevi'ne gönderilir. Binbaşı neticeyi öğrenince Hâkim'in odasına kapıyı tekmeleyerek girer: "Beni Alay Komutanı B. Albay gönderdi. Emri var, Nesim Timur'u serbest bırakın!" Bu tavra sinirlenen Demircan'ın cevabı sert olur: "Defol odamdan. Sen kimsin de kapıyı tekmeleyerek açarsın. Komutanına
selam söyle, biz bağımsız yargıyız, kimse emir ve talimat veremez." Binbaşı olayı
komutanına anlatınca konu Şırnak ve Ankara'ya kadar gider. Peşinden askerî, mülki ve adli makamlardan Nesim Timur'un
tahliye edilmesi için
baskı ve tehdit yağmaya başlar. Bunun üzerine Savcı Derme hastalığını gerekçe göstererek rapor alır ve ilçeden ayrılır. Hâkimlere yapılan baskılar Timur'u cezaevinden çıkarmaya yetmeyince taktik değişikliğine gidilir.
Mezra Belediye Başkanı Hüsnü Timur'un aşiretine bağlı köylerle Beytüşşebap'ın bütün köylerine gidilir ve camiden
anons yaptırılır. Alay Komutanı B. Albay'ın, tüm koruculara silahlarıyla Beytüşşebap'ta toplanma emri verdiği söylenir. Yaklaşık 250 kişilik silahlı (bazısı uzun menzilli silah, bir de
roketatar vardır) grup kamyonlarla yola çıkar. İlçenin girişinde görevli 5-6 polis konvoyu durdurur ve herkesin silahlarını bırakmasını ister. Korucular ise memurları tartakladıktan sonra hükûmet konağının etrafını sarar. Silahlar içinde
kaymakam, savcı ve hâkimlerin bulunduğu hükûmet konağına doğrultulur. Silahlı grubu idare eden
astsubay telsizle Alay Komutanı Albay B.ye bilgi verir. Zaten komutan gelişmeleri dürbünle makamından izlemektedir. Olay öncesinde durumun vahametini tahmin eden Beytüşşebap Jandarma Komutanı M.
Yüzbaşı rapor alarak ilçeden ayrıldığı için komuta tamamen taktik alayındadır.
Adliyede ise
kriz masası oluşturulmuştur. Beytüşşebap Kaymakamı Musa
Işın, hâkimler Ümit Gerin ve Ferhat Demircan, krizin nasıl aşılacağı konusunda kafa yormaktadır. İlçedeki bütün polisler güvenlik önlemi için hükûmet konağına toplansa da sayıları 25'i geçmez. Kaymakam,
jandarma yetkililerine talimat vererek destek ister; lakin karşılık bulamaz. Bu arada silahlı gruptan birkaç kişi zorla adliye binasına girme teşebbüsünde bulunur. Kapıda görevli polisler bu teşebbüsü güçlükle önler. Ardından kaymakam dışarı çıkar ve kalabalığı sakinleştirmeye çalışır. Yaptıklarının yasalara uygun olmadığını, silahlı olmalarının '
isyan' olarak değerlendirileceğini söyler. Silahlı grubun verdiği cevap tehdit doludur ve yenilir yutulur cinsten değildir: "Nesim'i istiyoruz. Vermezseniz
yılbaşı kanlı olur. Hâkim ve savcı lojmanlarını basarız, çocuklarını alırız. Adliyeyi yerle bir ederiz. Hâkim ve savcıyı alırız. Cezaevini basarız. Aşiretin diğer elemanlarını çıkarır götürürüz."
Kaymakamın, krizi tüm devlet yetkililerine bildirmesi hiçbir şeyi değiştirmez. Yarım saat geçmesine rağmen kendilerine doğrultulan silahların namlusu hâlâ havadadır. Mesele can pazarlığına dönmüştür. Silahlı çatışma çıkmasından endişe eden kaymakam ve hâkim çaresiz, silahlı kalabalığın beklediği
teklifi dile getirir: "Kimsenin canı yanmasın. Nesim Timur için tahliye talebinde bulunun, bırakılmasını sağlayalım."
Tahliye işlemleri hızla yerine getirildikten sonra silahlı grup askerlerin gözetiminde slogan atarak hükûmet konağından uzaklaşır. Elbette olayın üstü bu aşamada örtülmez. Yaşananlar hâkimler tarafından
Adalet Bakanlığı'na, kaymakam tarafından İçişleri Bakanlığı ve
OHAL Bölge Valiliği'ne hem yazı hem de telefonla bildirilir. Gelen cevaplar,
bölgenin hassasiyeti hatırlatıldıktan sonra olayın daha fazla kurcalanmaması yönündedir. Hatta hâkimler ve kaymakam konunun kapatılması için baskı görür.
İki hâkim ve bir savcı her şeye rağmen böylesine ciddi bir meseleyi yargıya taşımaya kararlı olsa da bu biraz zaman alacaktır. Zira ikinci kahramanımız (!) devreye girecektir...
Sevk alıp giden Beytüşşebap Savcısı Murat Derme dönmeyince yerine yeni savcı atanır. Ardından seçim günü ve sonrasında yaşananlar tekrar masaya yatırılır. İlk toplantı Beytüşşebap Emniyet Müdürlüğü'nde gerçekleştirilir. Henüz savcı ve hâkimlerin dâhil olmadığı toplantının 'sıra dışı' bir üyesi vardır: Jirki aşiretinin reisi ve korucu başı Tahir
Adıyaman. Sıra dışı diyoruz, çünkü kendisi 7 asker ve bir savcının ölümünden sorumlu tutulduğu gerekçesiyle gıyabi
tutuklu olarak aranmaktadır. Buna rağmen valinin yanındadır. Adıyaman'ın olduğunu öğrenen savcı ve hâkimler onunla karşılaşmamak için toplantıya girmez ve valiye haber gönderirler: "Kanun kaçağı ile işiniz bittiyse görüşmek istiyoruz." Nihayet Adıyaman çıkar ve kısa sürecek ikinci toplantı başlar. Sorun çözülecek gibi değildir. Vali, olayın abartılmamasını ister. Savcı ve hâkimler ise durumu hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı adına kabullenmeyeceklerini bildirip toplantıyı terk eder.
Başlatılan
soruşturma çerçevesinde kaymakam, hâkimler ve
emniyet amirinin
tanık ve
mağdur olarak ifadesi alınır. Ayrıca köylerdeki insanların görüşlerine başvurulur. Bu kişiler köyde yapılan anonsu duyduklarını, hükûmet konağını basan silahlı kişilerin askerlerce götürüldüğünü anlatır. Ne var ki, pek ilerleme sağlanamaz, devletin üst organları 'sağır
sultan' rolündedir. Hâkimlerden biri dönemin etkili bazı gazeteci ve televizyoncularına ulaşsa da olayın üzerine yine ciddi anlamda gidilemez. Bir süre sonra hadiseye karışan kişiler hakkında 'anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs' suçundan soruşturma başlatılır. Soruşturma dosyası
Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesi Savcılığı'na gönderilir. Soruşturmanın akıbetine hikâyenin sonunda bakacağız; ama korucubaşı Tahir Adıyaman gerçeğini henüz anlatmış sayılmayız.
1995 yılındaki yaz kararnamesi ile Beytüşşebap'a gelen
Cumhuriyet Savcısı Mine Çatalsakal bölgenin şartlarına bir aydan fazla dayanamayınca yerine
Yaşar Genç atanır. Gıyabi tutuklu araması devam eden Tahir Adıyaman ise yine ortalıkta dolaşmaktadır. Genç'in onunla ilk karşılaşması 29
Ekim Cumhuriyet Bayramı töreninde olur. Protokolde Genç'e ayrılan yerde yöresel kıyafetleriyle oturmaktadır. Aranan bir adamı kendine ayrılan yerde gören savcı önce şaşırır. Ardından gözaltına aldırarak emniyetin nezarethanesine attırır. İlçe emniyet amiri, durumu Şırnak Emniyeti'ne, onlar da Ankara'ya bildirir. Çok geçmeden Beytüşşebap emniyet amirine telefonlar gelir. Derhâl durumun düzeltilmesi, sanığın bir şekilde, adliyeye sevk edilmeden emniyetten bırakılması istenir. Dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Savcı Yaşar Genç'i arayarak şunları söyler: "Sayın savcı, yanlış yaptın, ortalık karıştı. Seni oradan almamız gerekiyor. Valizini topla, bugün ayrılıyorsun, batıdan istediğin yere gönderelim." Genç, mecburen ayrılmak durumunda kalır. Yetkili savcı olarak memleketi İzmir'in Kiraz beldesine atanır.
Sıra Tahir Adıyaman'ın tahliyesi için yapılacak işleme gelir. Beytüşşebap emniyetince düzmece bir olay tertip edilir ve Adıyaman hakkında şöyle bir
tutanak tutulur: "Açık kimlikleri tespit edilemeyen silahlı adamlar tarafından emniyet basılarak, polisler etkisiz hâle getirilip kaçırılmıştır." Adıyaman ise elini kolunu sallayarak emniyetten ayrılır. Bu olaydan sonra hâkim ve savcılarla aynı mekânda bulunmamaya özen gösterir. Zaten hâkim ve savcılar da onunla karşılaşmayı istemez.
Bir başka savcının Tahir Adıyaman'la ilgili hatırası (!) yine dudak uçuklatacak cinstendir. Savcı bir gün Beytüşşebap emniyetinin önünde 'şorland' diye anılan zıhlı
araç görür. Nöbet tutan polise aracın nereden geldiğini, emniyete aitse neden yeşil boyalı olduğunu sorar. Emniyetten bir yetkili, aracın Emniyet Genel Müdürlüğü'nce Tahir Adıyaman'a gönderildiği bilgisini verir. Savcının aklı,
şüpheli bir kişiye zırhlı araç gönderilmiş olmasını almaz ve konuyla ilgili soruşturma açar. Yazılı olarak emniyet amirliğinden sorar: "Bu araç nedir, ne amaçla kime gönderilmiştir?" Emniyet amirinden gelecek cevap en azından bu hikâyeyi okuyanlar için şaşırtıcı olmayacaktır. Üstleriyle görüşen amir, cevaben emniyette böyle bir araç bulunmadığını bildirir. Bu mesele de böylece neticesiz kalmış olur.
Evet, olaylar silsilesi bu kadar. Ya, olaylara karışanların ve kahramanlarımızın (!) akıbeti? Önce, Beytüşşebap hükûmet konağını basanların durumuna bakalım. Yukarıda bahsettiğimiz gibi dosya Diyarbakır DGM'ye sevk edilmişti. Hâkimler Ümit Gerin ve Ferhat Demircan ile Savcı Ahmet Murat Derme'nin şikâyetçi olduğu 6 sanıklı dosya
Kasım 2002'de karara bağlandı. Diyarbakır DGM, sanıklar Naci Timur, Ömer Timur, Süleyman Timur, Eşref Bayhan, Şemsettin Tekin ve Gürgün Turan hakkında o zamanki TCK'nın 149. maddesinde düzenlenen hükûmete karşı silahlı isyan suçunu işledikleri gerekçesiyle 10'ar yıl ağır
hapis cezası verdi. Ancak
itiraz üzerine
Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı temyiz etti.
Yargıtay, kararın 149. madde yerine, hükûmet memurlarının biri hakkında vazifesini müteallik bir işi yapmaya veya yapmamaya icbar için şiddet/tehdit gösteren kimselere verilecek cezaları düzenleyen 254. maddeye göre verilmesini hükme bağladı.
'Görevli memura karşı koymak ve seçim kanununa aykırı davranmak' suçundan gözaltına alınan korucubaşı Nesim Timur, mahkemeye bile çıkarılamamıştı. Silahlı korucuların onu cezaevinden nasıl çıkardığını anlattık zaten.
Peki, bir savcı ve 7 askerin ölümünden sorumlu tutulan Tahir Adıyaman'ın akıbetini tahmin edebilir misiniz? Biz söyleyelim; 30 yıl arandıktan sonra 2003'te hakkındaki
tutuklama kararı zaman aşınıma uğradı. Ve o güne kadar olduğu gibi daha sonra da aşiretinin başında hayatını yaşamaya devam etti. Adıyaman, yıllarca korucubaşı olarak devletten
maaş aldı. Arandığı dönemde
cumhurbaşkanı, baş
bakan, bakan ve askerî yetkililerle görüştüğü iddia ediliyor. Hatta bir keresinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Köşk'te ağırladığı korucular arasında o da vardı. Ziyaret sonrası basın mensupları Demirel'e mahkemelerce aranan Tahir Adıyaman'ı ağırladığı hatırlatılmıştı. Demirel'in cevabı kendi üslubunca olmuştu: "Siz hangi Tahir Adıyaman'dan bahsediyorsunuz? Beytüşşebap'ta 8 Tahir Adıyaman var. Hangisini soruyorsunuz?"
90'lı yılların atmosferi göz önüne alındığında pek yadırgatıcı gelmiyor olabilir bu anlatılanlar. Zira, ayrıntılarını belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz binlerce
faili meçhul cinayetin işlendiği dönem ve topraklardan söz ediyoruz. O toprakların, bugün
Ergenekon Silahlı Terör Örgütü davasında yargılanan
Veli Küçük,
Levent Ersöz, Hasan
Atilla Uğur ve
Cemal Temizöz gibi subaylar tarafından sürüldüğünü de hatırlatmak gerekiyor.
AKSİYON