38 kişiden oluşan Cunta’nın içinde 8 yüzbaşı, 10 binbaşı, 7
yarbay, 8 albay ve çoğunlukla sonradan işe dahil edilen 5
general bulunuyordu. Bu subaylar, uzun bir süre önce
darbe kararı almışlar, bunun için planlar yapmışlar ve emirlerindeki askerî birlikleri bu iş için kullanmışlardı. Bildiri, darbenin gerekçesini “Bugün
demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek maksadıyla
Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır.” ifadesi ile temellendiriyordu.
Bu gerekçelerin tamamı “bahane” idi. Bahsedilen “son müessif hadiseler”, nisan ayı içinde DP
iktidarının kurduğu tahkikat komisyonunun başlattığı tartışmalarla,
CHP’nin sokağa inmesinden ibaretti. Bugünün CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın da
genç bir CHP’li olarak katıldığı bu olaylar, gerginliği tırmandırmıştı. Ama, darbe yapanlar bu işe son olaylar üzerine değil, aylar öncesinde karar vermişti. Ortada CHP aracılığıyla
halka yayılan
mide bulandırıcı söylentiler vardı.
Üniversite gençlerinin öldürüldüğü, mezbahalarda kıyma makinesinden geçirildiği, bir kısmının da gömüldükten sonra üzerine
beton ve
asfalt döküldüğü söyleniyordu. Amaç infial yaratmak olunca,
akıl ve mantık sınırları dışına çıkan söylentileri, birilerinin niyeti bozduğu şeklinde anlamamız gerektiğini, 27
Mayıs bize öğretmiş oldu. Nitekim
27 Mayıs sonrasında mezbahalarda araştırmalar yapıldı, asfaltlar sökülerek altında
ceset arandı. 27 Mayıs öncesinde yaşananların hepsi, Cunta’nın yönetime el koymasının bahanesi olduğuna göre soru şu olmalı: Gerçek sebep neydi?
27 Mayıs, TSK’yı yaralayan bir sapma halidir
Büyük tarihçimiz Halil İnalcık, 27 Mayıs’ı, maaşını az bulan subayların yaptığını söylüyor. İnalcık’ın iddiası,
Yassıada duruşmalarında geçen bir sahne ile doğrulanıyor. Bir gün duruşmaya sadece subaylar geliyor ve ön sıraya oturuyorlar. Amaç Menderes’i yuhalatmak. Mahkeme Başkanı Başol da subaylara dönük bir şova girişiyor ve Menderes’i muaheze ediyor: “Şu kadar yıl
ülkeyi yönettiniz, köylüye, tüccara şu hizmetleri yaptınız, milyonlarca para harcadınız, şu şerefli subaylar için bir şey yapmadınız. Bu subaylar ya
çatı katlarında ya bodrum katlarda ağır şartlar içinde yaşadılar. Bu güruha yaptığınız hizmetleri bu şerefli insanlara yapsaydınız bunlar başınıza gelmezdi.” diyor. Mahkeme zabıtlarında ve hatıralarda yer alan bu sahne, 27 Mayısçıları “Ulufe isteriz.” diye ayaklanan Yeniçerilere benzetse de, mesele bu kadar basit olmamalı. Öncelikle şu hükmü vermeliyiz: 27 Mayıs bir kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin marifeti olan bir askerî darbe değildir.
Genelkurmay Başkanı Şükrü Erdelhun ile, bir önceki
Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Tunaboylu’nun, teğmenler tarafından tekmelenerek sıraya konduğu, birçok generalin tutuklandığı ve
emekliye sevk edildiği bir teşebbüsü, kimse
Ordu’nun kurumsal kimliğine mal edemez.
Kore kahramanı Tahsin Paşa’nın rütbeleri sökülerek hakaretlere maruz kalması gibi sayısız örnek, Silahlı Kuvvetler’in bir kısmının diğer kısmına, aşağıdakilerin yukarıdakilere karşı giriştiği ve maalesef başarılı olduğu bir teşebbüsü yansıtır. 27 Mayıs, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarihten gelen geleneklerini, disiplinini ve kimliğini onulmaz bir şekilde yaralayan, sarsan bir sapma halidir. Generallerin yüzbaşılar önünde hazırolda durduğu sahneler ancak,
Birleşmiş Milletler’e kaydını yeni yaptırmış kabil
e devletlerinde görülebilirdi. 27 Mayıs bu yüzden Silahlı Kuvvetler’in çivisini çıkartmış, hiyerarşi ve disiplinini yaralamış, akabinde
Talat Aydemir olayı gibi cuntacı örgütlenmelerin önünü açmıştır. 27 Mayıs sonrasında Silahlı Kuvvetler’in kurumsal hiyerarşisi, yurdu koruma görevinin yanında cuntalara engel olmak gibi bir görevle de karşı karşıya kalmıştır. 84 yıldır savaşmayan, bu arada dört darbeyi, herhangi bir engelle karşılaşmadan gerçekleştiren Ordu, biraz da “cunta” sorunlarını çözmek için rejim sorunlarına el atmak zorunda kalmıştır. Türkiye’de rejim tartışmalarının bel kemiğini
sivillerin değil de askerlerin oluşturmasının sebebi de budur. Laiklik, başörtüsü, irtica gibi tartışmalar sivil
siyasete müdahalenin araçları olarak, cuntaların bahanelerini de hiyerarşinin tekeline aktarmaktadır.
Halkın sorun çözme yeteneğine darbe
27 Mayıs, askerin siyaset içindeki ağırlığının normal kabul edildiği bir geleneğin, bize özgü bir tarihselliğin ürünü değildir. 27 Mayıs’ı da, akabinde gelen darbeleri değerlendirirken de düşülen en büyük hata budur. Türk ordusunda çeteleşme,
Balkan dağlarında komitacı kovalayan İttihatçı subaylar tarafından başlatılmıştır. Komitacı, yani çeteci yöntemleri ile iktidara el konulmuş; akabinde bu yöntemlerle koskoca imparatorluk batırılmıştır.
Kurtuluş Savaşı,
Meclis eliyle yürütülmüştür.
Kurtuluş Savaşı’nı yürüten Meclis’in ilk elden savaştığı güç, yine asker rütbesini taşıyan ama diğer kanatta yer alanlardır.
Osmanlı Ordusu’nun içinde
Yunan işgalini sona erdirmeye çalışan Ankara’ya karşı örgütler (
Atatürk Nutuk’ta uzun uzun bunları anlatır) çıkmıştır. Bu yüzden Atatürk, Cumhuriyet’le birlikte askeri siyasetin uzağında tutmak için çok katı düzenlemeler getirmiştir. 27 Mayıs’ın ilham kaynağı bizim tarihimiz değil, nevzuhur devletlerin cuntalarıdır. Nitekim 27 Mayıs’ı yapanlar şablon olarak Mısır’daki
Albay Cemal Abdülnasır’ı
taklit etmişlerdir. Nasır Cuntası’nın emekli olan General Necib’i devlet başkanı yapması gibi, 27 Mayısçılar emekli olan Cemal Gürsel’i aynı koltuğa oturtmuşlardır. 27 Mayıs için seçilen “Ak
Devrim” ibaresi bile kopyadır.
27 Mayıs, zengin tarih tecrübesi, birikimi, gelenekleri olan bir
toplumu köksüz ve dengesiz bir topluma dönüştürmüştür. Devleti topluma yabancılaştırmış, devletin sağlam geleneklerini yok etmiştir. Devletin seçkinleri arasında rekabete konu olan iktidar mücadelesi, tarih içindeki örneklerde olduğu gibi halkın dışında sürmekte idi. İlk defa elinde
silah bulunduranlar, ellerindeki silahı kullanarak iktidarı halktan aldılar. Demokrasinin olgunlaştırdığı, özgürleştirdiği, yeteneklerini geliştirdiği ve medenileştirdiği halkın elinden iktidar, bir kaba güç tarafından
gasp edilerek alındı. Bu olayın tarihimizin en acıklı kırılmalarından biri olduğunu kaydetmemiz gerekir. Bu kırılma demokrasiyi, toplumsal yaşamın bütün kurallarını, halkın kendisini perişan etmiştir. Elinde silah olanın, elindeki silah ile ülkeyi yönetebildiği, halkın seçtiği başbakanı idam edebildiği bir ülke, ancak ilkel ve geri bir ülke olabilir. 1960’lı yıllarda başlayan ve 70’li yıllarda hızlanan hızlı sosyal değişmelerle, toplumun kendi anlam dünyası içinde baş edememesinin, artan şiddetin arkasında 27 Mayıs’ın tahrip ettiği dengeler vardır. Daha önce kullandığım bir benzetmeyi tekrarlayayım: Fidelerin yeni boy verdiği bir bahçeye destursuz bir fil sürüsü girmiş ve ortalığı viraneye çevirmiştir. 27 Mayıs’ın vicdanını yaraladığı, hak ve meşruiyet duygusunu zedelediği toplum, fillerin ayakları altında posası çıkmış bir toplumdur. Bu kırılma, toplumu sahte bir dünyanın içine hapsetmiştir. Halkın gücünün, tercihinin sonuçta işe yaramadığı ortaya çıkınca, güçsüzlüğünden emin olan toplumun sığınacağı şizofrenik dünya karşılaştığı sorunları çözme yeteneğini de yok etmiştir. Adnan Menderes’in darağacında sallandığı meşhur resmin, siyasetçilere gözdağı vermek için sık sık kullanıldığı söylenir. Gerçekte gözdağı halka verilmektedir. Seçtiği başbakan bile darağacında sallandığına göre, sıradan insanları güç sahiplerinden koruyacak olan nedir? 27 Mayıs’ın hukuku mu? Farklı olana tahammülsüzlüğün
egemen olduğu, hukuka inancın sarsıldığı, kaba gücün ve silahın tek çözüm göründüğü 60’lı ve 70’li yıllar, 27 Mayıs’ın yol açtığı kırılmalar üzerine inşa edilmiştir.
‘Halka karşı devlet’ ve topallayan siyaset
Siyasî alana gelince. 1837’deki
Eyalet Meclislerine, 1876 Parlamentosu ve Anayasası’na, 1908 sonrası çok partili hayat tecrübesine ve tarihinin en zor kader aralığını, Kurtuluş Savaşı’nı her farklı düşüncenin serbestçe dile getirildiği bir Meclis eliyle yürütmesine, kısaca arkasında devasa bir demokrasi tecrübesi bulunmasına rağmen, aynı fil sürüsü bu birikimi de 27 Mayıs’ta yerle bir etmiştir. 27 Mayıs olmasaydı, yapılacak seçimlerle Türkiye’nin, iktidarın iki parti arasında el değiştirdiği iki partili
sisteme oturması ve istikrarlı bir yönetimin ortaya çıkması mümkündü. Tek Parti iktidarına göre tasarlanmış 1924 Anayasası, bu sisteme uygun şekilde değiştirilir, kuvvetler ayrılığı prensibi yerleştirilir, parlamenter sistem pekiştirilirse tam anlamıyla işleyen, istikrarlı ve güvenli bir demokrasiye sahip olabilirdik. 27 Mayıs asıl desteğini aldığı sol siyaseti zayıflattı. Devlet ile halk arasında sıkışıp kalan ve tercihini “halka karşı devlet”ten yana koyan, “Devlet Partisi” hüviyetini benimseyen CHP siyasî yelpazenin işgal ettiği bölümünü mefluç hale getirdi. Sol kanadı topallayan siyaset ise dengelerini kendi içinde kuramadığı için dışardan gelecek müdahalelere karşı savunmasız kaldı. Bugün bile siyasî alana demokrasi dışı müdahalelerin CHP üzerinden yapılması tesadüf değildir.
Cunta kelimesi İspanyolcadan gelmektedir. Ülkeyi ellerindeki silahlı güce dayanarak yöneten asker gruba “cunta” denmektedir. Cuntalar başlangıçta çetelerdir. Önce bir çeteleşme ortaya çıkar. Bu çete, uygun araçlara sahip olup, yönetime el koyduğu zaman cuntalığa
terfi eder. Bizim tarihimizde “çete”, İttihatçı komitacılar (çeteler) eliyle sahne almıştır. Sonra bu çeteler devlete el koymuş ve ortada devlet kalmamıştır. 1919’dan itibaren Yunan işgaline karşı ilk direniş, Kurtuluş Savaşı’nın “
Çete Harbi” denen kısmında, Kuvva-yı Milliye eliyle yürütülmüştür. Çetecilik, devletin vazgeçilmez hukukunu bir gerekçe ile iptal ederek, hukuk dışına çıkmaktır. 27 Mayıs darbesini yapanlar da bir çetecidir. Darbe başarılı olduğu için biz onları “cunta” diye anıyoruz. Bugün, elinde silah bulunduranların ellerindeki silahı ve yetkilerini akıllarına estiği gibi kullanmaya kalkmalarının arkasında 27 Mayıs’ın açtığı kanal vardır. Bir kere olmuş ve başarıya ulaşmış örnek her zaman tekrarlanabilir demektir. O yüzden 27 Mayıs ile hesaplaşmak, çetelerle hesaplaşmak demektir.
Tarih bir toplumun
hafızasıdır. 27 Mayıs, bu hafızanın kirli bir sayfasıdır. Bu kirli sayfayı unutarak, yaşadığımız çetecilik gibi sahte dünyaların ürettiği hastalıkların üstünü örtemeyiz. Ders çıkartılmayan tarih kendini tekrarladığına göre; kolektif bir hafıza onarma işlemine ihtiyacımız var demektir. 27 Mayıs tarihimize, toplumumuza hatta bizden sonra gelecek nesillere karşı bir çetenin işlediği ağır bir suçtur. Vicdanlarda, tarihte ve hukuk önünde mahkûm edilmesi gerekir.
MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE/ZAMAN