Cengiz Çandar'ın Referans'taki köşe yazısına göre, 1999-2000 yıllarını
Washington'da Wilson Center adlı "entelektüel araştırma merkezi" ve
United States Institute of Peace adlı "düşünce kuruluşu"nda geçirmiş benim açımdan, "
senaryo tartışması"na ilişkin anormallik yok. Bu tür kuruluşlar, bu amaçla varlar.
Araştırma yaparlar,
rapor yayımlar,
makale yazarlar, fikir üretirler ve
atölye (çalıştay) çalışmalarında "senaryolar" da tartışırlar.
Tartışılan "senaryolar" çılgın ve
uçuk da olabilir. Hatta, olması arzu da edilir. Ancak çılgın ve uçuk senaryoların tartışılmasından ilginç ve yaratıcı düşünceler üreyebileceği düşünülür.
Türkiye gibi aşırı merkeziyetçi bir "siyasi kültür"de yoğrulmuş, her şeyi buram buram "resmiyet" ve "devlet eksenli zihniyet" kokan bir ülkede, Amerika'daki düşünce kuruluşlarının varoluş biçimleri, gerekçeleri ve çalışma stillerini anlamak mümkün değildir. Bizdeki resmi kafa yapısı açısından, Amerika'daki düşünce kuruluşlarının çalışmaları "
komplo teorileri" üretmek için son derece uygun düşer.
Washington'da düşünce kuruluşunun kimliği ve niteliğine göre "senaryo tartışması" ciddi bir "simülasyon çalışması" da olabilir; "zevzeklik" haline de dönüşebilir.
Peki, Hudson Institute'da geçen hafta yapılan ve büyük
gürültü kopartan toplantıya ilişkin bir sorun yok mu?
Var. Hudson, "ciddiyet"ten ziyade "zevzeklik"e dönük bir çalışma tarzına sahip gözüküyor.
Ama sorun, Türkiye'nin öncelikle kendi içinden kaynaklanıyor. Hudson Institute'da tartışılan "senaryo" büyük ölçüde Türkiye'de yaşanmakta olan gerçekler.
Türkiye'de onca
kıyamet kopartan, Hudson Institute'un tartıştığı "senaryo"nun ana unsurları neler?
1- Beyoğlu'nda çok sayıda insanın hayatına mal olan bir
PKK eylemi ya da
terörist saldırı,
2-
Anayasa Mahkemesi Başkanı'na suikast,
3- Türkiye'nin 50 bin kişilik bir kuvvetle
Kuzey Irak'a müdahalesi,
4- ABD'nin Kuzey Irak'ta önde gelen PKK liderlerini yakalayıp Türkiye'ye teslim etmesinin, seçimlerde AK Parti'ye puan kazandırmamak için Türkiye'deki bir "güç merkezi" tarafından istenmemesi.
Bunların tartışılmasında ve ABD'nin "nasıl bir tavır alacağı"nın soruşturulmasında tuhaf olan ne olabilir?
Ankara Anafartalar'da büyük bir
patlama olmadı mı?
Genelkurmay Başkanı, günlerdir ilk kez ve patlamadan yarım saat sonra olay mahallinde ortaya çıkıp, "Büyük şehirlerde benzeri eylemler olabilir" uyarısı yapmadı mı?
Geçen yıl, bir
Danıştay daire başkanı, Danıştay binasında bir saldırıda öldürülmedi mi?
Günlerdir, Kuzey Irak'a geniş çaplı bir askeri harekât tartışması yapılmıyor mu? On binlerce asker Irak sınırları civarında yığınak yapmış durumda değil mi?
ABD'nin birkaç PKK yöneticisini yakalayıp Türkiye'ye teslim etmesinin Tayyip Erdoğan'a puan kazandıracağı, Türkiye'nin "etkili güç merkezleri"nin bunu istemeyeceği her ev, her
kahve sohbetinde haftalardır dile gelmiyor mu?
Hudson Institute'da böyle bir "senaryo tartışması"nı düzenlemek için Zeyno Baran'ın, başka bir yerden ilham almasına ihtiyaç var mı?
Genelkurmay İkinci Başkanı
Orgeneral Ergin Saygun, koca Washington'da konuşacak yer kalmamış gibi, geçen yıl, pek de önemsenmeyen ve itibarlı olmayan bir düşünce kuruluşu olarak Hudson Institute'ı seçmedi mi? Son "senaryo tartışması"nda hazır bulunan Washington'daki askeri ataşe
Tuğgeneral Bertan Nogaylaroğlu o toplantıda da yok muydu?
Zeyno Baran, o toplantının ardından
Newsweek dergisine "Türkiye'de 2007 yılında askeri
darbe ihtimali yüzde 50-50" diye yazı yazmadı mı?
2007 yılının 27
Nisan gece yarısı, Türkiye'de bir "
askeri müdahale" cereyan etmedi mi? Türkiye, o gün bugündür "siyasi
kriz" yaşamıyor mu? Görev süresi 16 Mayıs'ta bitmiş olan
Ahmet Necdet Sezer hâlâ koltuğunda oturmuyor mu, önüne gelen yasayı veto etmeye devam etmiyor mu?
***
Türkiye'nin üst düzey askeri yetkililerinin, Türkiye'de "askeri darbeye sıcak
bakan" Hudson Institute'un niçin müdavimleri olduğunu sormak daha isabetli olur.
1990'larda Türkiye'nin
sivil yöneticileri, Washington Institute'a gidip konuşma yapmak modasına kapılmışlardı. Washington Institute'un özelliği,
Amerikan başkentinin "en aleni
İsrail yanlısı" düşünce kuruluşu olmasıdır. 1990'ların ikinci yarısı, Türkiye'nin İsrail ile özel ilişkiler kurmaya başlaması dönemiydi ve Washington'a gelen Türk başbakanları, "Mekke'ye gidip Kâbe'yi görmemek olmaz" misali, konuşma yapmak için illa Washington Institute'u seçerlerdi.
Zaten o yıllarda, Genelkurmay ile Washington Institute arasında dönüşümlü olarak oraya Türk subayı göndermek anlaşması yapılmıştı.
Washington'da ve genel olarak Amerika'da saygınlığı tartışılmaz ve Hudson Institute, American Enterprises Institute, Washington Institute gibi sağcı ve "net ideolojik pozisyon"a sahip bulunmayan düşünce kuruluşları ve merkezleri şunlardır:
Carnegie, Brookings, CSIS, Wilson Center ve CFR (Council on Foreign Relations). Buralarda, Hudson Institute'taki gibi zevzeklikler, "uçuk senaryo" gerekçesiyle bile olsa tartışılmaz. Amerikan sistemi içinde düşünce kuruluşlarının önemini ilk saptayan Turgut
Özal, buralarda konuşurdu.
Peki, önceki gün Washington'da Nixon Center adlı Cumhuriyetçi-realist sağcı düşünce kuruluşunda Richard Perle ile Morton Abramowitz'in (Ankara'daki eski
ABD büyükelçisi ve eski Carnegie Başkanı) Türkiye tartıştıklarını, Perle'ün "Türkiye'de ordunun özel yerini, AB'nin Türkiye'nin teröre karşı mücadele gücünü ve orduyu zayıflatan bir rol oynadığını, Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesi gerektiğini" savunduğunu ve Abramowitz'in dayanamayarak, "Benim İslam'a hiçbir yakınlığım yok; bunları dinledikçe, ben bile neredeyse AK Partili olacağım" dediğini biliyor musunuz?
Türkiye'nin "ulusalcılar"ı ile "milliyetçileri"nin, Washington'daki en "sağcı" eğilimle aynı dalga boyunda bulunduğunun ve dolayısıyla sanıldığı gibi, pek de "milli" sayılamayacaklarının farkında mıydınız?