OSMAN CAN
Doç. Dr. Demokrat Yargı Derneği Eş Bşk.
Türkiye 100 yıllık bürokratik
vesayet sistemini terk etmeye hazırlanıyor. Neredeyse
toplumun yüzde 90'ını tarihin çeşitli dönemlerinde düşman bellemiş, ona mağduriyetler yaşatmış bir si
yasal yapının üzerine kurulu olduğu paradigma, temel tezleriyle birlikte yıkılıyor. Geleneksel
siyasal aktörler (seçkinler)
iktidarı yitiriyor, ancak devlet demokratikleşiyor. Türkiye'de barışın tesisi yönünde tarihi adımlar atılıyor. Tüm bu gelişmelerin dinamiği ise toplum oluyor.
12
Eylül referandumunun ardından artık yeni bir döneme geçiş yaptık. Dünün tartışmalarının, parametrelerinin ve alışageldiğimiz politik kabullerin artık geçerliliğini bütünüyle kaybettiği yeni bir dönemden söz ediyoruz. Demokratik siyasal aktörlerin ve toplumun sahip olmaya başladığı özgüven karşısında bugünün tartışmaları da yarın geçerli olmayacak ve Türkiye çok hızlı bir harmanlanma sürecine girecek gibi gözüküyor. Kısacası
12 Eylül referandumunun sonucu politik alanda ve zihinlerde bir domino etkisi yaratmaya başladı diyebiliriz.
Başörtüsü yasak değil ki
Kabul etmek gerekiyor ki, eski seçkinler de zaman içinde rafineleşiyor ve iktidarının devamını sağlayacak stratejiler geliştirebiliyorlar. Güçlü oldukları dönemde ellerindeki iktidar silahıyla doğrudan doğruya müdahalede bulunurken, toplumsal tepkiler karşısında zayıfladıkları bugünlerde ise, sureti haktan görünerek
demokratikleşmeyi sekteye uğratma doğrultusunda sondajlar yapıyorlar. Eski seçkinlerin, 12 Eylül referandumundaki başarısızlıklarının ardından demokratik görünerek aynı hedefe ulaşmak istemeleri doğaldır. Bunun için treni raydan çıkaracak tuzakların üretilmesi ve domino etkisinin durdurulması gerekecektir.
Başörtüsü konusu bu tuzakların başında geliyor.
Bir kere başörtüsü yasak değil. 20 yıldan fazladır bizi anlamsızlığa mahkûm eden ve yalnızca mağduriyetler üreten bu yasak geleneksel siyasal seçkinlerin ürettiği fiili bir yasak. Bu yasak, eğitim hakkını herhangi bir yasal temel olmaksızın engellediğinden esasen hem idari, hem de cezai anlamda hukuksuz bir
eylem.
Danıştay ve
Anayasa Mahkemesi kararlarıyla
başörtüsü yasağı imalatı ise çok açık bir Anayasa ihlalinden başka bir anlam taşımıyor. Anayasanın 13. Maddesine göre temel haklar ancak meclisin çıkaracağı bir kanunla sınırlandırılabilir. Kanunların açıkça yasaklamadığı veya sınırlandırmadığı bir eylem tarzının yargı kararıyla yasaklanması, açık bir anayasa ihlalidir ve meşru değildir.
Meşru olmayan bir yargısal tasarrufu, Anayasa veya yasa değişikliğiyle aşma çabası, hem anlamsız, hem de imkânsızdır. Çünkü yasaklamanın bizatihi kendisi zaten Anayasa ve yasalara rağmen icra edilmektedir. O halde yapılması gereken, bu süreçteki icrai kurumların tavır alması, ikinci olarak da karar organlarına ilişkin yapısal reformların yürütülmesi olacaktır. Başörtüsü konusunda şu an için atılacak tek adım, üniversite rektörlerinin öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine, somut güvenlik zafiyeti yaratmadığı sürece tam bir saygı göstermesi, öğrencilerin başörtülü olup olmadıklarına bakılmaksızın derslere alınmasını sağlamasıdır (Tabii sırf bu yasağı etkin kılmak için, üniversite kampüslerinin etrafını
Berlin duvarıyla örme, özel güvenlik ve turnikeli geçiş utançları da ortadan kalkmış olacak). Bu yasağı üretenlerin anlamlı olabilecek tek tavrı ise, sürece politik
destek vermekten başka bir şey olamaz.
Buna karşın başörtüsü sorununu anayasal ve yasal tartışmaların merkezine yerleştirmek, demokratikleşme yönünde ulaşılmış tarihi momenti (anı) ıskalama etkisi yaratabilir. 2007'deki Anayasa girişiminin başörtüsü nedeniyle akamete uğratılmasının ardından yaşananları hatırlamakta yarar var. Bürokratik seçkinlerin siyasal uzantılarıyla birlikte yarattığı yıkımın etkileri halen devam ediyor. Unutulmamalıdır ki,
siyasetteki her bir irrasyonel adım, sonraki rasyonel adımların atılmasını zorlaştırıcı etki yaratır. Her bir tuzak, yeni bir politik durum ve algıya yol açar. Bu tuzaktan çıkıldığında dahi, siyasi aktörlerin hareket marjları daralır. Çünkü inandırıcılık örselenir. 2010 Türkiye'sinde dahi bu kadar büyük bir enerji ve çabayla yalnızca sınırlı bir reform paketi hayata geçirilebildiyse, nedenini başka yerde aramak gereksizdir.
Eski siyasal seçkinlere dikkat!
Demokratik siyasi aktörlerin görmeleri gereken çok önemli bir gerçek ise, tüm bu tuzaklardan, her şeye rağmen yine toplumsal dinamiklerin verdiği destekle çıkabildikleridir. O halde demokratik siyasal aktörlerin, Anayasal ve yasal reformlar ve temel siyasetin belirlenmesi konularında artık, toplumsal dinamiklere bakmaları, siyasal yapıyı, demokratik siyasetin gereklerine göre yeniden yapılandırmaları gerekiyor. Demokratik siyasal aktörlerin görmeleri gereken, aslında hiç unutmamaları gereken
kilit nokta da burasıdır!
Başörtüsü sorununu merkeze yerleştirmek, bu yeniden yapılanma enerjisini ve elde edilen büyük demokratikleşme ivmesini, başörtüsünün biçimi, dizaynı,
hizmet alan-veren veya kamusal alan-özel alan benzeri tartışmalara feda eder. Her şeyden önce iktidar partisinin çekirdek politikasının dışında yer almakla birlikte demokratikleşmeye destek veren diğer kesitleri sürecin dışına iter. Eski siyasal seçkinlerin istediği şekilde, demokratik muhafazakâr siyaset bütün çağdaş dinamiklerinden soyutlandıktan sonra, ona yönelik operasyonları kolaylaştırır. Belki başörtüsüyle birlikte alevlenen tartışmaların yaratacağı
psikolojik atmosferin, yeni antidemokratik müdahalelere zemin hazırlaması dahi mümkün olabilir. Uluslararası alanda yaşanacak güven örselenmesi ayrı bir başlık...
Çözüm yeni anayasada
Yeni anayasaya ve demokratikleşmeye yönelik inancı çökertecek, bu kadar yoğun toplumsal ilgi ve taleplere, bu kadar yoğun entelektüel çabalara rağmen “yine olmadı” karamsarlığını
egemen kılacak bu adımdan hızla uzaklaşılması şarttır. Demokratik siyasi aktörlerin aşmaları gereken ciddi sınavlardan biri, haklı hassasiyetlerin kendileri için bir handikaba dönüşmesi ve
küçük haklılıkların büyük bir haksızlığa yol açması ihtimalidir.
Yeni Anayasa, çok temel toplumsal ve siyasal sorunların çözümünün anahtarı olacağı gibi, yeni anayasa üzerine kurulu demokratik paradigma içinde başörtüsü yasağı benzeri saçmalıklar zaten yaşanmayacaktır.
Bu tuzağa dikkat!
Geleneksel siyasal seçkinlerin 100 yıllık hegemonyanın artık bittiğinin farkına varmaları gerekiyor. Bundan sonra atacakları
ilk adım, temel sorunun yalnızca sonuçları üzerinde makyaj çalışmalarıyla Türkiye'ye zaman kaybettirmek değil, temel soruna eğilmeleri, artık demokratik bir Türkiye'nin olmazsa olmazı olan önkoşulsuz, “ama”sız ve kırmızı çizgisiz bir
yeni Anayasa yapım sürecine katılmaları gerekir. Diğer bir değişle süreci engelleyen değil, sürece katkı sağlayan bir dinamiğe dönüşmeleri gerekir.
Türkiye'nin sorunları 100 yıllık siyasal yapılanmanın ürettiği sorunlardır ve bunun çözüm imkânını, sistemin çağın demokratik gereklerine uygun olarak yeniden yapılandırılması yaratabilir. Ne kısmi Anayasa değişiklikleri, ne de başka bir şey!