Yeni Türkiye’yi nasıl tasavvur etmiştik? Temel hak ve özgürlüklerin güçlendiği ve pekiştiği bir ülke olarak. Ak Parti bu tasavvurun, bu hayalin peşinde olduğunu iddia ettiği için kitlelerden destek buldu. Yeni Türkiye idealini; demokrasi arzu eden insanlar olarak destekledik, yazdık, çizdik. Neden Türkiye bu ideale ve takipçilerine kol kanat germişti? Sıkça anlatılan hikâyeyi hatırlayalım. Mevlana Celaleddin-i Rumi çok sevdiği dostu Şems-i Tebrizi’nin kayboluşuyla çok büyük üzüntüye boğulmuştur. Bir gün sokaklarda gezerken birisi ona Şems’in kaybolmadığını, bir şehirde kötü niyetli insanlardan saklanarak yaşadığını söyler. Mevlana’nın o kişiye üzerindeki kaftanı çıkarıp vermesi üzerine oğlu şaşırır ve sorar “Babacığım adam yalan söylüyordu; neden kaftanınızı verdiniz”? Mevlana; “Ben onun yaşadığı haberinin yalanına bile kaftanımı verdim. Yaşadığını bilsem canımı verirdim.” Türkiye halkı özgürlükleri için o kadar çok mücadele etmiş, ezilmiş ve mağdur olmuştu ki bu mücadeleyi yapacağını söyleyenlere inandı ve haklı olarak destek verdi. Belli bir süre demokrasi ve özgürlükler konusunda güçlü adımlar atan Ak Parti ise zamanla iktidarın gücü ve çekiciliği karşısında samimiyetini kaybetti. Yaptığı reformların ve başarıların kredisiyle ilerde kendi ‘rant düzenini’ kuracaktı.
TEK BAŞINA İKTİDAR 2010 yılına kadar ‘iktidarız ama muktedir değiliz’ kaygısıyla toplumun her kesimiyle iletişim kurmaya, ittifaklar oluşturmaya özen gösteren bir Ak Parti resmi vardı karşımızda. Özellikle Anayasa referandumunda alınan büyük destek Ak Parti’nin kendisini; tek güç, tek referans, tek meşruiyet kaynağı olduğu yönünde bir algıyla yeniden formatlamasına neden oldu. Yolsuzluklar var mıydı? Yolsuzlukların olmadığı ve tamamen yok edilebildiği bir iktidar alanı düşünülemez. Mesele bu yolsuzluk ve rüşvet çarkıyla mücadele etme kararlığıdır. Ak Parti’nin ihale yasalarına yaptığı müdahaleler özellikle torba yasalara konan maddelerle gün ışığına çıkmaya başlamıştı. 2010 yılına kadar korunan Avrupa Birliği vizyonu bu yolsuzlukların da asgari düzeyde tutulmasına ve mücadelenin devamına imkân sağlıyordu. Avrupa Birliği çıtasının ve müktesebat programlarının gözardı edilmesi; artık Ak Parti için demokrasi endeksli siyasetin yerini ranta dayalı güç temerküzünün aldığını gösterdi. Tek başına iktidar için sermayenin ve rant bölüşümünün tek bir siyasi merkez tarafından gerçekleşmesi gerekiyordu.
SİYASAL İSLAMCILIK ENSTRÜMANI Ak Parti’nin Avrupa Birliği vizyonu ile Türki siyasi hayatında merkeze yerleştiğini söyleyebiliriz. Merkez seçmen için bir kitle partisi olarak siyasal İslamcılık argümanlarına, söylemine ihtiyaç yoktu. Siyasal İslamcılık söylemi daha ziyade Ak Parti’nin kendisine ait bir çekirdek taban kurgulama ihtiyacından doğdu. Samimiyetle güdülen bir politika değildi. Topluma konfor ve ekonomik kalkınma vaat ederken kullanılan söylemler kitle partisi mantığına yatkın seçmen için yeterliydi. Omurgayı sağlamlaştıracak ve propagandayı yürütecek mobilize, bağımlı ve ideolojik bir taban öncü kuvvet olarak her zaman işe yarayacaktı. O nedenle selefi/ harici refleksler öne çıkarıldı. Esad’ın Suriye’deki katliamları da bu bilinçlendirmenin ‘endoktrinasyonun’ işe yaramasına katkı yapacaktı zaten.
İTTİHATÇI BÜROKRASİ
Ak Parti’nin kadim kurucuları parti içi iktidarı ele geçirenleri ‘yeni yetmeler’ diye eleştiriyor. Eski bir Ak Partili bakanın deyimiyle onlar ‘dar oligarklar’ olarak tanımlanıyor. Parti içi güç dengelerini değiştiren, hükümetin bürokrasideki açıklarını kapatmaya çalışan bu zihniyetin Enver Paşa’nın ‘yok kanun yap kanun’ zihniyetiyle çalıştığı görülüyor. HSYK, İnternet, MİT yasaları bu ‘bürokratik oligarşi’nin yapıtaşlarını döşedi. En son torba yasaya eklenen ve mahkeme kararı olmadan internetin kapatılabileceği yetkisini hükümete veren kanun bunun son örneği. İttihatçı siyaset ve bürokrasi de kurumların meşruiyetini değil ‘ele geçirilip geçirilmediği’ konusuna odaklanırdı. Ak Parti’nin ve Erdoğan bürokratlarının algı operasyonları ve tasfiye programları Amerika Birleşik Devletleri’nde bir dönem çok etkili olan Yeni Muhafazakârlar’ı (neo-conservative) da anımsatıyor. Ne-con’lar da her zaman ‘büyük bir düşman’ imajının daima diri tutulmasına ve yaygınlaştırılmasına inanırlardı. İktidarlar ancak böyle elde kalabilir. Ayrıca neo-con’ların Amerikan çıkarlarına, değerlerine ve kimliğine bağlı olarak tariflediği bir ‘demokrasi’ kavramının her meşruiyetin ve özgürlüğün üstünde tutulmasına dair görüşleri de bilinen bir gerçekti. Erdoğan iktidarının siyaset üreticileri de ‘demokrasi’ kavramının yerine ‘milli irade’ kavramını icat ettiler. Demokrasiyi değil sadece seçim kazanmayı meşruiyet kabul eden bir anlayış. Hiçbir kuruma, kaideye, kanuna bağlı olmayan; gücünü ve meşruiyetini ‘seçilmiş ve milli olan otoriter lider’den alan ‘milli irade’ rejimi. İttihatçılıkla neo-con’luk arasında salınan bu bürokratik oligarşinin uzun vadede kalıcı olma şansı yok.
YENİ TÜRKİYE NEREYE? Ak Parti de etkin bir kurmayın ‘AK Parti’nin liberallerle, demokratlarla kurduğu geçici ittifakı zamanla kendilerinin bozacaklarına’ dair bir öngörüsünün ya da umudunun olduğu yazılıp çizilmişti. Referandum sonrasında tek başına iktidar olduğuna inanarak bütün toplumsal kesimleri dizayn etmeye, sıkıştırmaya, biat ettirmeye çalışan bir Ak Parti karşımızda çıktığında bu iddialar tekrar gündeme gelecekti. Gezi olaylarından sonra büyüyen darbe paranoyasına, 17 Aralık soruşturmalarından duyulan büyük korku da eklenince siyasi iktidar hukuku neredeyse tamamen askıya aldı. ‘Paralel yapı’ yalanı ve zulmüyle ‘büyük düşman’ imajını ve hayaletini perde yaparak kendi siyasi ve mali sicilinin hesabının vermekten kaçınıyor. Yeni Türkiye tasavvuru demokrasi ve özgürlük isteyen samimi insanların inandığı bir hedefi işaretlemiyor. O hedef, Ak Parti ‘liderliğinin’ milli irade kamuflajıyla kuracağı ve yöneteceği yeni otoriter rejimin adı olarak dalgalandırılıyor. Toplumun her kesimini dışlayan, ötekileştiren, köşeye sıkıştıran, hükümet eliyle banka batırmaya çalışan, hırsızı yakalayan polisleri hapse atan bir ‘milli irade’ düzeni var karşımızda. Soma’da, Uludere’de, Torunlar’da, 17 Aralık’ta bu düzen test edildi. Sessizlikten, itirazın cılızlığından cesaretle ‘Yeni Türkiye’ metaforu bir marka olarak yeniden formatlanıp; demokrasiden soyutlanarak pazarlanmaya çalışılıyor. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti’den önceki siyaset yıllarında “Demokrasi bir tramvaydır; gideceği yere kadar gidersiniz, orada inersiniz” dediği iddia edilmişti. Şair Cemal Süreya ‘İkinci Yeni’ şiir akımın evrensellik tasavvurunu “Laleli’den dünyaya giden bir tramvaydayız” diyerek seslendirmişti. Bir metafor üzerinden iki çağrışımın farkını okuyabiliriz. Eski Türkiye Çankaya ise yeni Türkiye ‘Ak-Saray konutudur’ diyenlere hatırlatalım. Yeni Türkiye’niz de TOKİ konutları, ölüm rezidansları gibi ucuz maliyetli ama bir o kadar itibarsız ve dayanıksız olacaksa yazık. Görünen o ki Yeni Türkiye; Ak-Saray’dan meçhule giden bir tramvaydır...
Orhan Oğuz Gürbüz/ Taraf