Sacit Kayasu en sıra dışı savcılardan birisiydi. 12 yıl
avukatlık yaptıktan sonra 1988'de savcı oldu ve görev yaptığı yerlerde üstlendiği
soruşturmalarla adından sık sık söz ettirdi. Ödemiş
Savcısı iken, işkence edilerek öldürülen bir erkeğe ait cesedin
Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'a ait olduğunu iddia etti. Soruşturma sürerken
Adalet Bakanlığı tarafından
Adana'ya atandı.
Meslek hayatının belki de en ilginç
iddianamesini burada hazırladı. 12
Eylül darbesinin lideri Kenan
Evren’in ‘anayasal suç’ işlediğini iddia etti.
12 Eylül yönetiminin yargılanması için
Ankara DGM'ye verdiği şikâyet dilekçesi "
görevsizlik" kararıyla sonuçlandı. Bu iddianameden sonra görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle savcılıktan
ihraç edildi. Kayasu'ya göre bir savcının iddianame düzenlemesi anayasal bir görevdi ve o da sadece görevini yapmıştı. Şimdi avukatlık dahi yapamıyor. Türkiye'deki
adalet sisteminin çarpıklığına kendi hikâyesini örnek gösteriyor.
-Türkiye'de yargı-
siyaset ilişkisi her zaman çok tartışıldı. "
Yargıya intikal etmiş bir konuda görüş beyan edemem; ama…" diye başlayan sözler sıklıkla medyada yer buluyor. Yargıya müdahaleden de herkesin anladığı farklı. Yargıya müdahale nasıl olur?
Türkiye'de
yargıya müdahale her zaman olmuştur. Herkes yargı bağımsızlığından bahseder, ama alınan karar işine gelmiyorsa açıktan cephe alır.
Temel kural yargının tamamen tarafsız olmasıdır. Fakat bu, dünyanın hiçbir yerinde tam olarak başarılamamıştır. Yargı belki bağımsız olmuştur, ama tarafsız olamamıştır. İnsanlar aldıkları karara kanaatlerini ister istemez yansıtmışlardır. Kürsüde cüppe giyilmesinin ya da adaleti temsil eden kızın gözlerinin bağlı olmasının nedeni tarafsızlık ilkesine vurgu yapmak içindir. Yargı tarafsızlığı tüm dünyada tartışılıyor, fakat bizde biraz daha fazla. Üstelik bu bugünün sorunu değil. Mesela eski
Adalet Bakanı Mehmet Moğultay, "Ne yani, başka görüşün temsilcilerini mi hâkim yapacağım" diyerek bunu açıktan belirtmişti. Bu her dönemde böyle olmuştur. Savcılar, Adalet Bakanlığı'nın personelidir. Türk adalet yapısının siyasetten uzak kalmasını beklemek saflık olur. Herkes gibi yargı da taraftır.
-Özelleştirme kararları,
Yücel Aşkın ya da
Orhan Pamuk davaları gibi çeşitli konularda hükümetle
yüksek yargı arasında derin görüş ayrılıkları var. Hatta Adalet Bakanı bile "Belli kurumlar
kayıt dışı muhalefet yapıyor" dedi. Yargı hükümete muhalefet mi ediyor?
Bugün yaşanan tabloda adalet hükümete muhalefet yapıyor. Aslında yargı muhalefet yapıyor demek, yargıya siyasî bir kimlik yüklemek olur. Zaman zaman yargıyla hükümetler arasında görüş ayrılığı olmuştur. Son dönemdeki 'koruma' refleksiyle alınan kararlar daha çok dikkat çekti. Burada en sağlıklı değerlendirmeyi her zaman
halk yapar. Yargının aldığı kararlar kamuoyunda kabul görmüyorsa sonuç zaten ortadadır.
-Hükümetin son dönemde yaptığı
özelleştirme ihalelerinin yargıdan dönmesini nasıl açıklamak lâzım?
Mahkemelerin ve hâkimlerin
ekonomik konular hakkında bilgisi yoktur. Zaten onları bilmesi de beklenmez.
Hâkimler olaya sadece hukukî yönden bakar. Ekonomik yönüyle ilgilenmezler. Ekonomik açıdan karar veremezler, vermemeliler de. Ama her özelleştirme kararının da yargıdan dönmesini farklı düşünmek lâzım.
-Bir karar
kanuna uygun olabiliyor, fakat kamu vicdanında kabul görmüyor. Karar verenler bu ikilemi nasıl aşacak? Ya da onlar bunu bir problem olarak görüyorlar mı?
Hukukun üstünlüğüyle bu sağlanabilecek. Kanunlar evrensel hukuk kurallarına uygun olmalı. Bir şeyin kanunlaşmış olması onun kamu vicdanında kabul göreceği anlamına gelmez.
Hukukçular kanunlarla değil hukukun üstünlüğüyle karar almalı. Evrensel hukuk prensipleriyle uyumlu olmalı. Kanunlar bazen hukuka aykırı olabilir. Sonuçta kanun birkaç vekilin girişimiyle parlamentoda hazırlanır. Bir başkası gelir değiştirir. Ben yaptım oldu zihniyetiyle de çıkartılabilir.
-Ama sonuçta yargının aldığı karar bağlayıcı ve herkesi doğrudan ilgilendiriyor. Kabul görmese de uygulanıyor. Örneğin son
türban kararı…
Genel hukuk kuralları içerisinde Danıştay'ın aldığı bu kararın doğru olduğunu söyleyemeyiz. Hatta mevcut kanunlar çerçevesinde bile söyleyemeyiz. Çünkü kişilerin başörtüsü takmayacağına dair bir hüküm yok. Hatta
Anayasa Mahkemesi'nin bir
iptal kararı vardı. Gerekçe de, YÖK için belli bir davayla sınırlı olmak üzere yayımlandı. Gerekçe bir kanunu iptal etmez. Bırakın öğretmenleri, öğrencileri bile sınırlayan bir kanun yok. Türkiye’de maalesef otoriter devlet geleneği var.
-Davalardaki hatalar kamuoyu nezdinde yargıya olan güveni derinden sarsıyor. Sizce yargıda bir güven krizi yaşanıyor mu?
Zaten bugün Türkiye'de hukuka güven en alt düzeylerde.
Kamuoyu araştırmalarında güvenilen kurumlar içerisinde
adliye hiçbir zaman ön sıralarda değil. Bu konu üzerinde kafa yorulması lâzım, ama bunu yapması gerekenlerden bir adım yok. Yargıya olan güvenin bitmesi bir ülkenin başına gelecek en kötü şeydir.
-Özellikle son dönemde yüksek yargı mensupları ile ilgili çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Eski
Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya'nın ismi bir MİT mensubu ve
Alaattin Çakıcı ile haberlere konu oldu.
Maalesef… Herkes bulunduğu makam ne olursa olsun
hesap verebilmeli. Fakat yüksek yargı hesap vermiyor. Bir kere hâkimin, savcının mal beyanı açık olmalı. Bugün hâkimin savcının
maaşıyla edinebilmesi mümkün olmayan bir sürü malı olanlar var. Ayrıca
dokunulmazlık zırhının ardına sığınarak açıktan siyasi iradeye cephe alıyorlar.
-Yargı siyaset ilişkisinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu çok eleştirilen bir kurum. Bu kurulun varlığı adalete siyaset bulaştırır mı?
1982 Anayasası Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (
HSYK) öyle bir zırh tanıdı ki, bazıları adeta dokunulmaz hâle geldi. Onların verdiği kararlara
itiraz edilemedi. Bugün bile ancak kendi içlerinden itiraz edilebiliyor. Eğer bir hâkimin ya da savcının
tayinine,
terfisine HSYK karar verecekse o hâkim üstlerinin hoşuna gitmeyecek bir karar alamaz. Hâkimlerin özlük haklarının mutlaka HSYK'dan hatta Adalet Bakanlığı'ndan ayrılması gerekli. Öylesine kapatılmış ki yollar, Yargıtay üyeleri hakkında şikâyetçi olamıyorsunuz. Makamımı kaybedeceğim, terfi edemeyeceğim, ilden ilçeye tayin edileceğim endişesi olmazsa o hâkim tarafsız olur. Şimdi hukuk bilgisi ne olursa olsun çeşitli endişeleri var. Terfi tayin vs. özellikle hâkimlerin mutlak surette ekonomik bağımsızlığını sağlamak lâzım. Terfilerin bugünkü sistemden çıkartılmasıyla mı olur bilmiyorum ama dünyanın hiçbir yerinde hâkimler bu kadar kıskaç altında değil.
-Türk yargısında sorun nerede başlıyor? Sistem mi yanlış yoksa sistemin yetiştirdiği kişilerde mi sorun var ki bunca yıldır yargı ve siyasallaşma
tartışma konusu oluyor?
Yargı başından beri siyasi etkilere açık. Hâkim savcı olacak kişilerin belirli bir kültür seviyesini aşması lâzım. Her şeyden önce diplomayı değil hukuk nosyonunu elde etmesi lâzım. Hukuk özellikle hâkim, savcı açısından tarafsızlığı gerektirir. Avukat, savcı taraftır; ama hâkim tam bağımsız olmalıdır. Fakat bunlar Türkiye'de hep yanlış yorumlanıyor. Savcı
tahliye isterse bir çıkarı mı var diye düşünülüyor.
-Yargıdaki bu sıkıntıların çözümü ne, siz neyi savunuyorsunuz ?
Yanlışlığı mesleğe alırken önleyeceksiniz. Bir hâkim adayından en az on yıllık avukatlık tecrübesi isteyeceksiniz. Gizli gizli müfettişlere denetleteceksiniz. Hâkim olabilecek ahlâkı ve mesleki birikimi var mı diye bakılmalı. Kurul; hâkim, savcı olabilir diye
teklif edecek. Kişinin ahlâkına ya da meslekî birikimine bakmadan sınavı kazanınca adamı göreve kabul ediyorsunuz. 23 yaşında hâkim yapıyorsunuz, ki bu yaş ve tecrübedeki birisi etkilere açıktır. Mevcut iktidarın istemediği kararları alanlar istemediği yerlere tayin ediliyor. Müfettişler
bakanlık kanalıyla geldiği için kararlarında başka etkileri de düşünmek zorunda kalıyor. Aldığı kararların bir yerleri rahatsız etmemesine dikkat ediyor. Ondan sonra, kimseyi rahatsız etmeyen bir tarzı belirliyor. Kanunu yanlış yorumlayabilir, ama suiistimal varsa onu meslekten atacaksınız. Vatandaşın yalnız kanunlara değil; hâkim ve savcılara da güvenini sağlamak zorundasınız.
-Bir hâkim ya da savcının meslekten ihracı çok sık rastlanan bir durum değil. Genellikle nasıl ihraç ediliyor hâkim ve savcılar?
Genellikle rüşvet yüzünden olur. En son Erzurum'da bir savcı görevi kötüye kullanmaktan ihraç edildi. Fakat çok sık olmaz. Ama hakkında çok ciddi iddialar olan isimler bile ihraç edilmedi.
-Siyasetten arındırılmış bir adalet nasıl sağlanır?
Savcıların siyasetten arındırılması mümkün değil, çünkü bakanlık memuru olarak çalışıyorlar. Siyasetten uzak tutulabilecek olanlar hâkimler olmalı. Öncelikle hâkimin kendini bağımsız hissetmesini sağlamak gerekir. Aldığı kararlar yüzünden tayin edilmeyi, terfi edememeyi hesaba katarsa; istese de bağımsız kararlar alamaz. İngiltere'de hâkimlere açık çek verilir. Hâkimin maaş endişesi yoktur. Terfi etmezse maaşı da artmıyor. Bizde ise Yargıtay'ın onayacağı kararlar vermek zorunda kalır. Yargıtay'ın onaylamayacağı kararlar da hukuka, mantığa uygun olabilir. Yargıtay kendi içinde bile yanlış kararlar veriyor. A dairesi ile B dairesi birbiriyle çelişen kararlar verebiliyor. O halde bırak hâkim de alsın. Bunu onun mesleğinde ilerlemesine engel değil; hukukun gelişmesine katkı olarak görmek lâzım.
AKSİYON