Bir insanın haddini bilmesi,
teklif edilen bir makam-mansıp karşısında hemen ileri atılmaması, hevesleriyle hareket etmemesi, o işe liyakat sahibi olup olmadığını iyi değerlendirebilecek kimselerin kanaatlerine göre tavır belirlemesi, gerekiyorsa müstağni davranması ve bir başkasını o işe teklif etmesi ama şartlar ne olursa olsun kendine terettüp eden bir vazifeden de kaçmaması gibi hususlar bir yönüyle iffetin çerçevesine dâhildir.
Öyle ki, bu duygu ve düşüncelerle omuzlanılan bir vazifenin hakkını vermeye "meslek namusu" ya da "meslek ahlakı" denilegelmiştir. Her doktor, öğretmen, üniversite hocası,
avukat, asker, savcı ya da hâkim kendi mesleğine ait bazı disiplinlere uymak, bir kısım
kural ve kaidelere göre iş yapmak ve "meslek ahlakı" dediğimiz değerler bütününe sadık kalarak çalışmak zorundadır. Dolayısıyla, böyle kurallı, bir intizam içinde ve hakperestçe çalışma da iffetin farklı bir yanı olarak değerlendirilebilir.
Ayrıca, söz ve yazılarımızda sık sık kullandığımız ve bazen "fikir namusu" bazen de "düşünce iffeti" olarak zikrettiğimiz bir husus daha vardır. Özellikle, heva ve hevesi fikir suretinde takdim etmeme; ulvî ve derin hakikatleri anlatırken fantastik ve muğlak ifade avcılığı yapmama, fakat pespâye sözlere ve bayağı ifadelere de yer vermeme; kullandığımız hemen her kelimeyi bir mücevherci titizliğiyle seçerek dilin saffetini korumaya çalışma ve okuyucuyu mutlaka hayra, güzele sevk etme gibi konularda hassas davranma da iffetin bu çeşidini oluşturmaktadır.
Aslında, düşünce iffetini yakalamak ve korumak için tahayyül ve tasavvur planındaki duyguları dahi
temiz tutmaya çalışmak gerekir. Çünkü fikir, söz ve ameller bir yönüyle hayalde mayalanır. Bundan dolayıdır ki, Peygamber
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), "Fena duygular, seni hayallerinde yakalayınca, ilk fırsatta hemen onlardan kurtulmaya çalış; yoksa bir müddet sonra götürüldüğün yerden geriye dönemezsin" demektedir. Evet, bir şeytanî ok gelip hayalinize çarptığı zaman dönebiliyorsanız hemen geriye dönmeli ve zihninizde meydana gelen yırtığı
vakit geçirmeden dikmeye çalışmalısınız. O ok daha derinlere nüfuz etmeden ve aldığınız yara sizi öldürecek seviyeye ulaşmadan bir tabyaya sığınmalı, ezelî düşmanınızın saldırılarından korunmalısınız. Aksi halde, bazı hayal deryalarına yelken açmış olur, onun dalgaları içinde savrulur durur ve sahile çıkmaya yol bulamayacak kadar kıyıdan uzaklaşırsınız. Öyleyse, yol yakınken ve iradenizin gücü yetiyorken kötü duygu ve fena tutkulardan kurtulmalısınız!..
BAKMA TİRYAKİSİ OLMAYIN
Kur'an-ı Kerim ve
sünnet-i sahîha "sedd-i zerâî" adı altında bu mevzuya vurguda bulunmakta ve farklı hadiseler münasebetiyle farklı ifadelerle bu hususu nazara vermektedir. Bildiğiniz gibi; "sedd" menetme ve engellemenin adıdır; "zerâî" de sebep ve yol manasına gelen "zerîa" kelimesinin çoğuludur. "Sedd-i zerâî" ise, fenalıklara ve günahlara götüren yolları tıkama, harama sebep olabilecek fiillerden kaçınma demektir. Mesela, zina büyük bir günahtır. Harama nazar bu günaha götüren bir sebep olduğu için o da günahtır ve yasaklanmıştır. Bunun için, Kur'an-ı Kerim, "Zina etmeyin", "
Yetim malı yemeyin" emrini ifade ederken "Zinaya yaklaşmayın", "Yetim malına yaklaşmayın" şeklinde seslenmekte ve neticede günaha götürebilecek atmosferden uzak durmayı emretmektedir.
Evet, göz görür,
kulak dinler, dil telaffuz eder; görülen, duyulan ve söylenen şeyler zihinde kurgulanır; tahayyül tasavvura dönüşür, o da gidip taakkulle belli bir kalıba dökülür, bir kılıfa girer.. ve sonra bu vetire insanın iradî davranışlarına tesir eder; el tutar, ayak gider... Dolayısıyla, daha tahayyül durağında iken günahın önü kesilmeli; onun tasavvura ve sonrasına ulaşmasına mani olunmalıdır. Mesela; harama nazar önü alınabilecek ve iradeyle kaçınılabilecek bir tehlikedir. Biraz gayret etseniz bakmamaya katlanabilirsiniz. Gözünüze ilişen çirkin bir manzaradan sıyrılma, iradenizin belini bükebilecek kadar büyük bir yük değildir; gözünüzü kapamaya irade gücünüz yeter. Fakat nazarlarınızı haramdan çevirmez, kendinizi o işe salar ve bir "bakma tiryakisi" olursanız artık geriye dönme ihtimaliniz azalır. Hele bir de gözünüzden zihninize akan manzaraları tasavvurla, taakkulle besler ve büyütürseniz sahilden ayrılmış sayılırsınız. Ondan sonra geriye dönmek çok daha büyük cehd ü gayret ister. Şair bir arkadaşımın, "İsyan deryasına yelken açmışım, kenara çıkmaya koymuyor beni" dediği gibi,
Allah muhafaza, o günah deryası, dalgaları arasında sizi evirir çevirir ve kıyıya çıkmanıza izin vermez.
Dolayısıyla Allah'la irtibatın kesintiye uğramadan devam etmesi için öyle tehlikeli sahalara hiç girmemek, uçurumun kenarına hiç yaklaşmamak ve günah sahillerinde asla dolaşmamak icap eder.
ÖZETLE:
1 - "Sedd-i zerâî", fenalıklara götüren yolları tıkama, harama sebep olabilecek fiillerden kaçınma demektir. Zina büyük bir günahtır. Harama nazar bu günaha götüren bir sebep olduğu için o da günahtır.
2 - Göz görür, kulak dinler, dil telaffuz eder; görülen, duyulan ve söylenen şeyler zihinde kurgulanır; tahayyül tasavvura dönüşür, o da gidip taakkulle belli bir kalıba dökülür ve bu, insanın iradî davranışlarına tesir eder.
3 - Allah'la irtibatın kesintisiz devam etmesi ve her anlamda iffetin ve Hak rızasının tahsili için öyle tehlikeli sahalara hiç girmemek, uçurumun kenarına hiç yaklaşmamak ve günah sahillerinde asla dolaşmamak icap eder. ZAMAN