Zaman gazetesi yazarı Ahmet Selim, Hocaefendiyi, "21. Asrın bir mütefekkir dervişidir, bir tefekkür çilekeşidir" diye tanımlayarak, bugün dervişliğin çok zor olduğunu, dervişliğin bir gönül adamı olmaktan geçtiğini söylüyor.
Hoca efendiyi anlayamayanların, onun yaşam tarzına anlam veremeyenlerin tefekkür kifayetsizliğinde olduğuna dikkati çeken Zaman gazetesi yazarı şu hatırlatmayı yapıyor:
"İftirâ öyle bir âfettir ki, içinde yalan, zulüm, bühtan, dalâlet, hıyânet, nankörlük, kalleşlik, densizlik, fısk u fücur, fitne ü fesat, her türlü redâeti barındırır. Ve Hak- Hakikat Rüzgârı, her iftirayı müfterinin alnına yapıştırır.”
İşte o köşe yazısı:
Hocaefendi’yi anlamak
Misafirlerimiz yeni gelmişti. Hatırlıydılar, önemliydiler, çoktan beri de görüşmemiştik. Karşılıklı memnuniyet içinde hasbihale yeni başlamıştık ki, STV’den Hocaefendi’nin sünneti, hadisi anlatan sesi yükseldi.
Bambaşka bir konuşmaydı. Heyecanlandığımı hissettim ve hemen, izin isteme kararına vardım:
- “Lütfen mazur görünüz. Ben arka odaya geçmek ve bu konuşmayı notlar alarak dinlemek durumundayım...”
Ev halkı dahi şaşırdı. Böyle bir durum daha önce vuku bulmamıştı. Misafirlerim konusunda ne kadar hassas olduğumu bilirlerdi. Bu alışılmış bir vaaz değildi. İlmî bir konferansa benziyordu. Tarifte güçlük çekiyorum, daha fazla bir şeydi... Büyük bir tefekkür hazzı duyarak dinledim. “Belki ağır gelecek. Ama ilmin ve tefekkürün bu seviyesine ve üslubuna da alışmanız gerekir!” der gibiydi. Programdan sonra ilmine ve basiretine çok güvendiğim nâdir dostlarımdan biri telefon etti... “Dinledin mi?” “Dinledim.” Aynı kanaati paylaşıyorduk. Dostumun ricası şuydu: “Bu konuşmanın kasetini temin edebilirsek çok sevinirim.”
Hocaefendi “21. Asrın bir mütefekkir dervişidir, bir tefekkür çilekeşidir.” “İşte böyle olur” dedirten ve yapılamayan bazı izahlara cevap teşkil edici özel halini vasıflandırma gayretiyle bu tâbirleri bilhassa kullanıyorum.
Muradımı biraz açıklamaya çalışayım...
Ahvâl-i zaman, öyle bir hayat tarzı icbarı halinde bir atmosfer gibi insanları kuşatır ki; şekvâcı olan da bazı tesirleri üzerinde taşımaktan kurtulamaz. Dün böyle değildi. Bugün dervişlik çok zor! Dervişlik, ‘gönül adamı’ olmanın safvetini yaşamaktır. Bir seciye, bir üslup halinde yaşamak... Mefhumu budur. Hırkayı falan geçin.
Söylemek kolay. “Halk içinde Hak ile...” Fakat, büyüyen imtihanlar dolayısıyla, uygulamak çok zor. Zaman değişti ve dahi zorlama tevil arayışları çok yoğunlaştı!..
“Vakit ve mecal yokluğu” şikayeti, hayat tarzı icbarından etkilenmenin malum tezahürleri arasındadır. Bu aslında, insanın kendi kendisiyle baş başa kalmaktan kaçışının da tezahürüdür...
Hangi tevile sararsanız sarın, neticenin yaşanmasını önleyemezsin. Hayat tarzı icbarına yenik düşmenin veya onun tesirinde kalmanın zaruri neticesi; tefekkür yokluğudur, tefekkür kifâyetsizliğidir. Manevî muayyeniyetin kaideleri size bu mahrumiyeti yaşatır. Kurtulamazsınız! Gönül adamı olmadan tefekkür yolcusu olunmaz. Bunu anlatabilmek için, birçok ‘usul’ makalesi yazdığımı herhalde hatırlayacaksınız. Hocaefendi, izahlarının içinde adeta hal diliyle en sarp meselenin şerhini de izhar ediyor.
Son derece hassas bir ruha sahip. Fakat o hassasiyetinden, muhabbetimiz adına dahi şikâyetçi olamayız. Hakkımız yok. Onun gözleri yaşaracak, yüreği sıhhatini sarsacak; bütün bunlar yol nasibinin gereği... Dua ederiz de, ‘nasıl?’ını bilmeyiz. Allah bilir, onu da, her şeyi de bilir.
Ama anlamaya çalışmalıyız. Bunu yapabiliriz. Bunu yapamazsak, işimizi çok zorlaştırmış oluruz.
‘Manevî nasip’le ilgili haksızlıklar, duyarsızlıklar, gayretullaha dokunur. Türkçesini söyleyeyim: Allah’ın gücüne gider. Kul hakkı olmaktan çıkar. Ne teselli etmek haddimdir, ne de tezkiye etmek. Ömrüm had bilmek çırpınışları içinde geçti. Allah’ın izniyle, bu türlü hatalara düşmem.
Ama yüreğimde bir sızı var... Bir tefekkür sızısı... Onun manasını, hem de bütün duygusallığımdan sıyrılmaya çalışarak, belirtmek ihtiyacındayım. Tefekkür emekçisi bir yazar olarak bunu görev bildim.
Bu yazı 6 Ocak 1997’de yazıldı. Ben hâlâ aynı noktadayım. İlk defa açıklıyorum: Hocaefendi hakkında 600 küsur sayfalık bir çalışmam var, titizliğimden tamamlayamıyorum. Belki de ölümümden sonra neşrini vasiyet edeceğim, dünyevî bir beklentim olmadığını sarâhaten göstermek için. Giderken “ben bunu anladım” diyeceğim.
NOT: “İftirâ öyle bir âfettir ki, içinde yalan, zulüm, bühtan, dalâlet, hıyânet, nankörlük, kalleşlik, densizlik, fısk u fücur, fitne ü fesat, her türlü redâeti barındırır. Ve Hak- Hakikat Rüzgârı, her iftirayı müfterinin alnına yapıştırır.”