12
Eylül'ün ilk idamları
Necdet Adalı ve
Mustafa Pehlivanoğlu, haftanın konuşulan isimleriydi. Beraber yattıkları koğuş arkadaşları
mezarları başında onları anlattı.
‘Beni burada
arama anne, kapıda adımı sorma. Saçlarına
yıldız düşmüş, koparma anne,
ağlama. Kaç zamandır yüzüm tıraşlı, gözlerim şafak bekledim. Uzarken ellerim, kulağım kirişte. Ölümü özledim anne, yaşamak isterken delice… Ne garip duygu şu ölmek. Bir açıklaması vardır elbet. Giderken darağacına geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kâğıt
kalem. Bağışla beni güzel annem. Oğul tadında bir
mektup yazamadım diye kızma bana. Elleri değsin istemedim, gözleri değsin istemedim. Ağlayıp koklayacaktın, belki bir ömür taşıyacaktın koynunda. Ölmek ne garip şey anne…'
12 Eylül askeri darbesinin ilk idamıydı o. Daha 18'inde girmişti cezaevine, 22'sinde asıldı. O, darağacına gidince kendisi gibi mahkûm olan
şair Nevzat Çelik onun için kaleme almıştı bu satırları. Yıllar sonra
Ahmet Kaya tarafından bestelendi
Şafak Türküsü. Geçen hafta ise
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın grup toplantısına taşımasıyla ilk defa bir
Meclis kürsüsünden dile getirildi bu satırlar. Başbakan
referandumda neden ‘
evet' denilmesi gerektiğini 12 Eylül'ün ilk idamlarıyla anlattı.
1980'de insanlar evlerinden, okullarından, iş yerlerinden,
grev çadırlarından sürüklenerek götürüldü cezaevlerine. Banyo kazanında yakılmış kitaplar, ‘aranıyor' afişleriyle peşine düşülenler, uykuları bölen baskınlar, sorguda biten hayatlar ve idama mahkûm olan canlar demekti 12 Eylül. O canlardan ilkiydi Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu. İkisi de aynı gece çıktı idam sehpasına. Necdet Adalı
devrimciydi, Pehlivanoğlu
ülkücü. Savunma bile yapmalarına izin verilmedi, zaten vakitleri de olmadı. Arkalarında bıraktıkları tek şey oğul tadında mektuplarıydı…
Başbakan Erdoğan o mektupları Meclis kürsüsünden okuyunca salondaki milletvekilleri gibi
ekran karşısında o dönemi yaşayanlar da hüzne boğuldu. Turgut Türksoy ve Remzi Çayır içinse o mektupların anlamı daha derindi. Çünkü biri Necdet'in diğeri Mustafa'nın koğuş arkadaşıydı. ‘Karıştır barıştır' sistemi yetmemişti yan yana gelmelerine...
8
Ekim gecesi asılan sağcı Pehlivanoğlu ve solcu Adalı,
Ankara Karşıyaka Mezarlığı'nda yan yana yatıyor. Pehlivanoğlu'nun arkadaşı Remzi Çayır ile Adalı'nın arkadaşı Turgut Türksoy'u yanyana getirmeye çalıştık; ama başarılı olamadık. Mezarların başında ayrı ayrı fotoğrafladık onları. Biri ülkücü, diğeri devrimci arkadaşını anlattı.
Turgut Türksoy ve Necdet Adalı aynı mahallenin çocukluk arkadaşları. İkisi de Ankara'nın gecekondu semti Altındağ'da yaşamış. Necdet'in ailesi Bosna'dan göç etmiş Ankara'ya. Dönemin Başbakanı Adnan
Menderes Boşnaklara ev verince ailenin sempatisini kazanmış. Oğulları Necdet ise devrimci yetişmiş: “74 affından çıkan solcular Ankara'nın bütün mahallerine yayılmaya başladı. Biz de mahalledeki
halk evine gidip geliyorduk. Buralara gide gele solcu olmaya başladık. Bütün solcular bir aradayken değişik sol gruplar ortaya çıkmaya başladı. Bu ayrışma sürecinde biz de bir gruba katıldık. Birde baktık Necdet'te orda. İlk o dönem başladı arkadaşlığımız.”
Turgut, Ankara
Ticaret Lisesi'nde Necdet ise
Yıldırım Beyazıt'ta öğrencidir o dönem. Devrimci Liseliler'den sorumludur ikisi de. Ülkenin şartları ağırlaşmaya başlayınca her gün birkaç arkadaşlarını kaybetmeye başlarlar. ‘Sıra bize ne zaman gelecek korkusu' sarmıştır herkesi. Çatışmaların yaşandığı günlerde Turgut, Necdet'in cezaevine düştüğü haberini alır: “İsmetpaşa'da kahvehaneyi taramışlar iki MİT mensubunu öldürmüşler diye duyduk. O zaman bir yerlerde bir şeyler olduğu zaman bölgenin en tanınmış kişilerini polis alıyordu ve işkence ediyordu. Suçu işlemedikleri halde insanlar suçlu olarak yargılanıyordu. Necdet de onlardan biriydi.” Necdet cezaevine girdikten üç gün sonra ailesini ziyarete gider Turgut. Ailesi de in
anmaz oğullarının birini öldürmüş olacağına.
Annesi
mavi gözlü oğlunu ‘boncuğum' diye her gün ziyaret eder
Ulucanlar'da. Nihayetinde
dava açılır Necdetler için.
İdam yoktur; ama darbenin ayak sesleri gelmeye başlayınca idam kararı gecikmez. Altı kişi yargılanır o davada. Kimi firar eder, kimi yıllarca yatıp çıkar. İdama giden tek isim Necdet olur: “Sonradan öğrendik ki Aslan Öner isimli bir kişi bizim içimize
ajan olarak sızmış. O da bu davadaydı ama hiç yargılanmadı. Emniyetten bir şekilde kaçırıldı. Sonra da izine rastlanmadı. Asıl bu suçu işleyen oydu. Daha sonra istihbaratla ilişkisi olduğu çıktı. Bir arkadaşımız
yurt dışına kaçtı. Bir tanesi firar etti. Diğeri gözcü olmaktan 20 yıl yatıp çıktılar. Yani o davadan öyle ya da böyle kimse sağ kalmadı.”
İki ay sonra Turgut da okulda çıkan bir olay yüzünden girer cezaevine. Her zaman şakacı tavırlar sergileyen arkadaşı Necdet'ten eser kalmamıştır cezaevinde: “Ben ‘Niye böylesin?' diye sorardım, o şakayla karışık ‘artık ağır mahkûmum!' derdi.” Necdet, o dönemler idamı aklının ucundan bile geçirmez. Tek düşüncesi suçsuzluğunun ispatlanması ve dışarı çıkmasıydı. İdam kararı veren
mahkemenin başkanı Turgut'un nişanlısı Fatmanur'un babasıdır. Turgut'a “Bu çocuğu boşu boşuna asacaklar. Bir yolunu bulup kaçırın buradan. Elinizden geleni yapın” der. Turgut, durumu anlatsa da firarı kabul etmez Necdet. O gece birçok arkadaşı cezaevinden kaçar ancak Necdet, suçsuzluğunun ispatlanacağını düşünüp kalır. Turgut ve Necdet, Ulucanlar, Mamak ve
Bitlis cezaevlerinde yan yana yatar. Turgut büyük bir davadan yargılanmadığı için sürekli girip çıkar cezaevine. Necdet'in asıldığını sürgüne gönderildiği
Adana Cezaevi'nde öğrenir.
1980 ihtilalinin ilk
infazı 8 Ekim gecesi saat 01.00 sularında Ulucanlar Cezaevi'nde gerçekleşir. Pehlivanoğlu ile Adalı da Mamak
Askeri Cezaevi'nden alınıp ayrı ayrı arabalara konularak getirilir. Önce odaya Adalı çağrılır. Elleri arkadan kelepçeli, üzerinde kendi kıyafetleri vardır. İnfaz savcısı, kendisine yapılacak işlemleri anlatır. Son arzusu mektup yazmak olur. Adalı'ya kolsuz, dizlerine kadar, V yaka, beyaz, basitçe dikilmiş bir
giysi verilir. Karar özeti, bir kartona yazılıp, iğneyle bu giysiye zapt edilir. Darağacının altına çelik bir
büro masası konur, üzerinde de bir
sandalye. Adalı, sehpaya çıkar. Cellat ipi boynuna geçirir. O vaziyette, slogan atar. Cellat, sandalyeyi çekince önce ipin ucunda
döner. Ayağı sandalyeden sonra masaya değer gibi olur. Daha çok acı çekmesin diye masayı da çekerler. 15 dakika beklenir. Doktor saate bakar ve “Tamam” der.
Turgut'un yattığı Adana Cezaevi'nde televizyonlar toplatıldığı için öğrenemezler infazı. Sakladığı
küçük teybin radyosundan öğrenir arkadaşının infazını.
Güneş doğana kadar Necdet'i anma eylemi yapılır o gün.
Albay Hamdi Sevinç, Necdet'in idam kararına şerh koyarak sanığın suçsuz olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine
Genelkurmay tarafından ceza verilince ordudan
istifa eder. Mahkeme başkanının eşi de bu travmalardan sonra
intihar eder. Adalı'nın idamından yıllar sonra İsmetpaşa'daki kahvehanenin taranması ile ilgili yeni yargılamalar, yeni sanıklarla yapılır. Adalı'nın idamına gerekçe gösterilen olayla ilişkisi olmadığı açığa çıkar. Yani 20'li yaşlarda bir gencin ‘adli hataya'
kurban gittiği söylenir ve
dosya kapanır!
DENGE OLSUN DİYE!
Necdet Adalı'dan birkaç saat sonra ‘Mustafa Pehlivanoğlu darağacına yürür. Ailesi üç gün sonra ziyarete geldiğinde Mustafa'dan geriye şu satırlar kalır: “Sevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yaşa kadar büyüttünüz. Benim sizlere karşı işlediğim hatalarımı affedin. Hakkınızı
helal edin. Ben sizlerin bir evladınız olarak bugüne kadar Cenab-ı Hakk'ın yolundan ayrılmadım. Alın yazımız böyle yazılmış. Ben de kardeşim
Haydar gibi yüce Allah'ın karşısına çıkacağım. Anne sizlerle helalleşmek isterdim fakat olmadı. Hakkım varsa hepinize helal olsun, siz de helal edin. Yeğenime bacıma
selam eder, nişanlıma selam eder. Kuracağı yuvada mutluluklar dilerim.”
Remzi Çayır ve Mustafa Pehlivanoğlu'nun arkadaşlığı ise içeride başlıyor. Mamak Cezaevi'nde iki yılı beraber geçirmişler. “Ama ne iki yıl” diyor Remzi Çayır: “İçerideki bir günlük arkadaşlık, dışarıdaki bir ömre bedeldir. Mustafa çok işkence gördü içerde. Necdet ve Mustafa herkesten tecrit edilmiş
ölüm hücresinde kalıyordu. Çoğu zaman çığlıklar yükseliyordu. Mustafa'nın duvarlara çarpan acı nidaları hâlâ kulaklarımda.” Pehlivanoğlu ve birkaç arkadaşı bir yolunu bulup kaçar cezaevinden; ancak 12 Eylül'e sayılı günler kala yakalanır, yeniden getirilir Mamak'a. Artık işkencenin dozu iyice artmıştır. Mustafa'nın sesi her gün duyulur hücreden. “Tanrımıza hamdolsun.
Ordu millet var olsun. Afiyet olsun.” Bir asker söyler o tekrarlar. Bir öğün dua etmese fark edilir yokluğu. Nitekim öyle olur, Pehilvanoğlu'nun zaman zaman Kur'an'dan okuduğu ayetler, dualar, çığlıklar, bağırmalar bir gün kesilir. İşte o gün Mustafa da darağacında teslim eder son nefesini.
Mustafa Pehlivanoğlu ve Necdet Adalı 12 Eylül askeri cuntasının ilk infazları. Yıllar sonra Kenan Evren'in ‘denge olsun diye bir sağdan bir soldan astık' itirafının ilk kurbanları. Şimdi ikisi de Karşıyaka Mezarlığı'nda yatıyor. Aralarında sadece birkaç mezar var. İkisinin yaşları da ölüm tarihleri de aynı. Pehlivanoğlu'nun mezar taşına
Türk bayrağı işlenmiş. ‘
Vatan sağolsun' yazıyor. Necdet Adalı'nınkinde ise ‘Adalılar türkü söyler, susar darağaçları' diyor. İleride 17 yaşında asılan
Erdal Eren yatıyor. Sadece
doğum tarihi yazıyor 1961! Yaşı büyütülerek idam edildiği için mezar taşında da böyle yazıyor.
Deniz Gezmiş ise daha üst sıralarda. Karşıyaka bu haliyle darbeler mezarlığını andırıyor adeta.
Turgut ve Remzi Bey, “Biz bunları aştık” deseler de yan yana gelmekten kaçınıyor. Sebebini aslında kendileri de bilmiyor. 12 Eylül'ün izleri hâlâ duruyor belli ki. Referandum için ikisi de oyunun rengini belli etmiyor. Ancak Başbakan'ın döktüğü
gözyaşı için ikisinin yorumu da kayda değer: “Yıllar sonra bir Başbakan Meclis kürsüsünden arkadaşlarımızın adını andı. O günleri tekrar gündeme getirdi. Velev ki
timsah gözyaşı olsun. O timsah gözyaşını bile dökmeyenler var.”
Babası hapisteyken, annesi ise idam edildiğinde
vefat etmiş Adalı'nın. Pehlivanoğlu'nun ailesi soyadını değiştirmiş. Başbakan'ın onlardan kalan mektupları okuması tekrar gündeme getirdi 12 Eylül'ün ilk infazlarını.