Bu yazıyı ABD'den Çin'de sekiz
altın madalya alan Michael Phelps'in doğup büyüdüğü Baltimore'da yazıyorum; konuştuğumuz Baltimorlular bir biçimde konuyu Baltimore kurşunu Phelps'e getiriyorlar ve hatta bir tarihte aynı havuzda yüzdüklerini falan söylüyorlar, bu durumdan, sekiz altından çok gururlular.
ABD'de
doğal olarak
Türkiye'yi, basını internet üzerinden takip ediyorum ve
gazetelerin internet sahifelerinden okuduğum yazarların dünyaya, Türkiye'ye, hukuka, siyasete, ekonomiye bakışları buradan çok daha tuhaf, dünya dışı gibi görünüyor.
Özellikle kendilerini merkez medya diye adlandıran gazetelerin köşe yazarlarının yorumlarının bu insanların, çağdaşlık,
laiklik kisveleri altında dünyadan ne kadar kopuk, meseleleri anlamada,
analiz etmede ne kadar aciz olduklarını daha net görüyorsunuz.
Kendini, kendinden menkul bir biçimde "merkez" diye adlandıran basın kesiminin köşe yazarlarının yazdıklarının, savunduklarının, öngörülerinin evrensel kriterlerden ne kadar kopuk olduğu buralardan baktığınızda çok daha netleşiyor.
Bir kafede internet karıştırıp
kahve içerken okuduğum bazı yazarların çok yakın geçmişte önemli meselelere nasıl yaklaştığı sorusu aklıma takıldı ve Türkiye'nin daha özgür, daha zengin, daha güvenli geleceği açısından olumsuz anlamda çok önemsediğim bir tarihe, 27
Nisan 2007
muhtırasına gazete arşivlerinden geri döndüm.
Bu internet ve gazete arşivlerine bu kadar kolay ulaşabilmek söyledikleri, yazdıkları, savundukları fikirler çok kısa sürede anlamsızlaşan, tamamen tarih dışı kalan hatta sahibine çağdaş bir ülkede utanç vermesi gereken düşünceleri yazmaktan çekinmeyenler için tam bir talihsizlik, zira basıyorsunuz iki tuşa ve karşınıza bu anlı şanlı yazarların bir askerî muhtıranın ertesi günü ne dedikleri önünüze dökülüveriyor.
Türkiye'de ortak bir yaşamı meşru ilişkiler dahilinde sürdürebilmek için bazı temel konularda anlaşmak şart; siyasetle ilgileniyorsanız da
demokrasi ve hukuk ilkelerinde bazı asgari müşterekleri kabul etmek zorundasınız.
"Kabul etmezseniz ne olur?" diye bir soru da sorulabilir, ama bence bu soruya verilmesi gereken
cevap Türkiye'de bile rezil olacağınız ihtimalinin çok yüksek olduğudur.
Demokrasi ve hukuk devletinin yani Anayasa'nın ikinci maddesine saygının asgari koşulu bir askerî muhtırayı (
27 Nisan) gayri meşru ve hukuk dışı ilan etmekten geçmek zorundadır; bir siyasal partiye,
iktidar partisine, bizim örneğimizde Adalet ve Kalkınma Partisi'ne karşı olabilirsiniz, çok sert eleştirirsiniz, bu partinin yaptığı ve halen yapmayı sürdürdüğü büyük yanlışları tartışırsınız, seçmenleri bu partiye oy vermemeye çağırırsınız ama iş bu partiye karşı bir askerî muhtıraya geldiğinde de karşı tavrınızı almak zorundasınız; almazsanız, bir iktidar partisini sevmediğiniz için askerî muhtırayı haklı ve meşru bulursanız aradan bir buçuk sene geçtikten sonra o gün yazdıklarınız
komik ve gazetecilik işiniz hukuk dışı işleri savunduğunuz için sorgulanabilir hale gelir.
Aşağıda, isim de vererek, merkez medya denilen basın organlarının kimi yazarlarının 29-30 Nisan 2007 günü yani askerî muhtıradan hemen sonra neler yazdıklarından örnekler sunmaya çalışacağım.
Yorum tamamen okurların.
Sayın Bekir
Coşkun,
Hürriyet Gazetesi,
29 Nisan 2007 (muhtıradan iki gün sonra):
"Muhtıranın" görünen yanı; asker
Çankaya'yı asla ve asla dincilere bırakmayacak.
Çünkü orayı Atatürk'ün makamı ve Başkomutanlık sayıyor...
Aksini ise Atatürkçülüğe
ihanet kabul ediyorlar.
Beş yıla yakın AKP iktidarına seslerini çıkartmayıp, sıra Çankaya seçimlerine gelince "muhtıra" vermeleri bu yüzden.
Dönüyorum
deveye:
Süslenince sandı ki bu iyi bir şey.
Ama
Abdullah Gül cumhurbaşkanı olup da Çankaya dincilere geçtiği an deve gidiyordu.
"Muhtıra" tam bu sıraya denk gelmekte.
Literatüründe "Beni bu eşeklerin peşinde gitmek öldürür" gibi bir özeleştiri olan deve yine kurtuldu sayılır.
Ve kuyruğunu sallamakta..."
* * *
Sayın
Emin Çölaşan,
Hürriyet Gazetesi,
29 Nisan 2007 (muhtıradan iki gün sonra):
"
Asker muhtırasını verdi, görevin ilk aşamasını tamamladı. Hem de komediye dönüşen ve mizah konusu olan cumhurbaşkanlığı seçiminden birkaç saat sonra.
Ülkemizi bu duruma düşüren sorumlular en başta Recep
Tayyip Erdoğan,
Bülent Arınç, ABDullah Gül,
Hüseyin Çelik ve bu iktidarın öteki mensuplarıdır. Devleti ele geçirdiler, kadrolaştılar. Meydanın boş olmadığını şimdi görüyorlar ama iş işten geçtikten sonra.
Askerlerin laiklik muhtırasında çok önemli bir cümle var:
"Atatürk'ün 'Ne mutlu Türk'üm diyene' anlayışına karşı çıkan herkes, Türkiye
Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır."
..................
Genelkurmay muhtırası yerini ve hedefini buldu, amacına ulaştı. "Bu
Meclis bu koşullarda cumhurbaşkanı seçmemeli" mesajı dolaylı biçimde verildi.
Şimdi malum AKPABDABentelişbirlikçişeriatçıKürtçü korosu yaygaraya başladı!
"Demokrasi... Özgürlük... Hukuk... Yüce Meclis ne isterse onu yapar... Genelkurmay'ı kınıyoruz..."
Bunlar işin hikâyesidir. Yüzde 34 oyla Meclis çoğunluğunun yüzde 66'sını ele geçiren, Meclis'teki kelle çoğunluğuna sığınıp ülkeyi altüst eden, ülkeyi yandaşlarına, eşe dosta ve yabancılara peşkeş çeken, Cumhuriyet rejiminin ilkelerini ve ulusal kavramları bile yok etmeye yeltenenleri uyarmak işlerine gelmiyordu.
Asker devreye girdi, 27 Nisan sürecini başlatıp milyonlarca insanımızı rahatlattı.
Medyanın büyük çoğunluğunu da elinde bulunduran entelşeriatçı kesim ise, askerleri hemen tu
kaka ilan etti!"
* * *
Sayın
Ertuğrul Özkök, Hürriyet Gazetesi,
29 Nisan 2007:
"Türkiye'de çok önemli bir şeyler oluyor.
Bu ülkenin kadınları iktidarı ele geçiriyor.
Evet iki hafta önce Ankara'da, dün İstanbul'da başlayan, yarın ülkenin başka şehirlerine de yayılacak olan bu hareketin motoru kadınlardır.
Bu bir kadın ihtilalidir ve bir
Müslüman ülkede ilk defa böyle bir ihtilal gerçekleşmektedir.
Kimsenin kuşkusu olmasın ki, bu ihtilal yakında İran'a da sıçrayacaktır.
28
Şubat'ı büyük bir cesaretle destekleyen ben, işte bu nedenle artık askerî müdahalelere, bildirilere karşı çıkıyorum.
Çünkü Türkiye'nin "Sivil 28 Şubat" süreci başlamıştır.
Dün yazdığım gibi, ilk defa
siviller "durumdan vazife çıkarmaktadır".
Bunu hepimizin çok, ama çok iyi okuması gerekiyor..."
* * *
Sayın Yılmaz Özdil,
Sabah Gazetesi,
29 Nisan 2007
"Hâlâ deniyor ki...
Bundan sonraki adım ne olur?
Bundan sonraki adım, tank olur.
Gücüm var diye dayatırsan...
Gücü olan sana dayatır.
Kaçınılmaz gerçek, budur."
* * *
Türkiye merkez medyasının dört çok önemli yazarı ve dört inanılmaz büyüklükte yanılgı; 1940'larda Türkiye'de
ders veren ünlü
Alman hoca Fritz Neumark ülkemizin temel sorunu olarak negatif seleksiyonu işaret etmiş idi; Neumark'ın haklılığı 27 Nisan sürecinde bir kez daha kanıtlanıyor.
ESER KARAKAŞ