Bugün fark edilen hadiselerin iç yüzünü,
Bediüzzaman yüz yıl önce görmüş ve daha o günden ilgili mercileri ikaz etmiş.
Bediüzzaman Said
Nursi Hazretleri'nin bir asır önce bugünleri nasıl işaret ettiğine dair Risale haber tarafından hazırlanan raporda önce uzmanların görüşlerine yer vermek istiyorum. Dünkü yazımda üniversite ve diğer eğitim kurumlarındaki
öğretim üyelerinden
yardım isterken, işte bu meseleleri toplumumuzla paylaşmalarını dilemiştim.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun gereği olarak din ve fen ilimleri birlikte okutulması gerekirken, eğitim sistemimizden din ile ilgili müspet konular çıkarılmış, daha çok ateizmi çağrıştıran bir eğitim sistemi uygulanmaya konulmuştur.
Uzun yıllar süren bu yanlış ve manevi değerlerden yoksun eğitimle yetişen insanların pek çoğu, ülkemizin birlik ve beraberliği ile barış ve huzuru için potansiyel birer
tehlike haline gelmiş, anarşi ve
terör olayları dışarıdan destekle de çok ciddi boyutlara ulaşmıştır.
Ülkenin genelinde olduğu gibi bu uygulamanın
Kürtler üzerindeki etkisi de çok büyük olmuştur. Böyle bir eğitimden geçip, materyalist düşünceleri benimseyerek yetişen insanlar,
İslam kardeşliği düşüncesinden koparılarak, ayrılıkçı fikirler taşımaya başlamışlar ve bu düşüncelerin paralelindeki ideolojileri benimsemişlerdir.
Devlet bir bakıma bu yanlış eğitim sistemi ile kendi kendini büyük bir zarara uğratmıştır. Şimdi gelelim Bediüzzaman
Said Nursi Hazretleri'nin yüz yıl önceki çabasına ve yaptıklarına.
Doğu'daki şehir ve kasabaları uzun yıllar gezerek, medreselerin durumunu inceleyen
Bediüzzaman Hazretleri;
Türkçe,
Arapça ve
Kürtçe dillerinin okutulacağı ve bütün
Orta Doğu, Orta
Asya ve
Kafkasya'ya hitap edecek ve Medresetüzzehra adını verdiği Dar-ül Fünun'ların kurulması için hazırladığı projeyi, Sultan Abdülhamid'e sunmak ve onayını almak için 1907 yılının sonunda İstanbul'a gelir.
Projesinin gerçekleşmesinin o kadar kolay olmadığını görür, fakat mücadeleden vazgeçmez. Çok büyük sıkıntılara ve baskılara maruz kalır. İstanbul'u gördükten sonra bu durumu şu şekilde izah etmektedir:
“Evvel
doğuda fenalığın sebebi, doğunun uzvu
hastalanmış zannediyordum, vakta ki, hasta olan İstanbul'u gördüm. Teşrih ettim (açtım baktım) anladım ki, kalbindeki hastalıktır her tarafa sirayet eder. Tedavisine çalıştım; bir divanelikle taltif edildim.”
Tabii bu arada Abdülhamid'in de başının ne kadar büyük bir dertte olduğunu, İttihat ve Terakkicilerin, bugünkü Ergenekoncular gibi, ülkeyi kasıp kavurmak istediklerini
hesap edersek, hem Bediüzzaman'ı hem de Abdülhamid'i daha iyi anlamış oluruz.
Evet, o zamanlar eğer Üstad Bediüzzaman divanelikle taltif edilmeseydi, öncelikle bu üniversite;
İran,
Arabistan, Kafkasya, Türkistan,
Mısır,
Afganistan,
Pakistan gibi İslâm merkezlerine yakınlığıyla beraber, aynı zamanda Doğu Anadolu'nun merkezinde bir
kalp hükmüne geçecekti.
Bir merkez olarak, bütün Asya ve İslâm âlemini alâkadar edecek mahiyette ve ehemmiyette olacak; bu eğitim kurumunun gerçekleşmesi sonucu İslâm kavimlerini
ırkçılık illeti ifsad etmeyecek; burada din ve fen ilimleri beraberce okutulurken, aynı zamanda hürriyet ve demokrasinin güzellikleri de ilân ve ispat edilecekti.
Bediüzzaman Hazretleri'nin büyük bir öngörüde bulunarak 1907 yılından itibaren defalarca dile getirdiği ana dilde eğitim konusuna demokratik hak ve özgürlükler çerçevesinde çözüm getirilseydi, belki de bugün; ne insan bakımından, ne
ekonomik, ne kültürel, ne de sosyal kayıplar olacaktı.
Gelin görün ki,
tek tip adam ve tek tip düşünce baskısı, “baskıcıların cüzdanlarını doldururken, vicdanlarını boşalttı, boşalan vicdanlardan da acı,
gözyaşı, ıstıraplar aktı.” Artık acılar dursun, gözyaşları son bulsun, analar babalar evlat acısı yaşamasın. Ülkemiz ve milletimiz; huzur, güven ve istikrara kavuşsun. Bütün bir milletin istediği budur.
HÜSEYİN ÖZTÜRK-VAKİT