Peygamber Efendimiz'in yaşadığı yerleri gezdim, sahabeleri ziyaret ettim. Duamı yaptım, namazlarımı kıldım arınmış bir şekilde geldim...”
------------------------------------------------------
'Umre’ye değil de bazıları gibi ‘Buda’ya tapmaya mı gitseydim!..'
Türk müziğinin sevilen sesi
Sibel Can, son
albümü 'Akşam Sefası' ile yaza damgasını vuracağa benziyor.
Tarkan, Sezen
Aksu ve
Serdar Ortaç gibi
sanatçılardan
şarkı alan Can'ın albümü, '
yaprak kımıldamayan'
müzik sektörüne az da nefes aldırdı.
Arabesk, fantezi, pop, sanat müziği ve mistik müzikten örneklerin yer aldığı albüm için Sibel Can, her kesimden müzikseverin şarkılarını dinlediğini düşünüyor. Şarkıları, sahne performansı, yaşamıyla sürekli
gündemde olan Sibel Can, gazetelere haber olmak için bir çabasının olmadığını, hatta magazin gazetecilerinden kaçtığını söylüyor. Bugüne kadar meslektaşlarıyla polemiğe girmemeye özen gösteren Sibel Can, sözü geçtiğimiz yaptığı Umre ziyaretine getiriyor: "Ben
Müslüman'ım.
Kabe'yi görmem, Peygamber Efendimiz'in yaşadığı yerlere gitmem niye yadırganıyor ki? Ben orada
Allah ile baş başa kaldım ve dünyanın en büyük mutluluğunu yaşadım. Bazıları arınmak, huzuru bulmak için
Hindistan'a gidip Buda'lara tapıyor. Peygamber Efendimiz'in yaşadığı yerleri gezdim, sahabeleri ziyaret ettim. Duamı yaptım, namazlarımı kıldım, arınmış bir şekilde geldim. Her Müslüman'ın o topraklara, kutsal topraklara ayak basması, o duyguyu yaşaması lazım."
Umreye gittiniz, olay oldu!
Bu bile hemen yanlış yorumlandı.
Sulhi Bey’in etkisi olduğu düşünüldü…
Aslında kimin ne olduğunu kimse bilemez. Bunu özellikle söylüyorum. Allah ile kul arasına kimse giremez, ne olursanız olun. Kimse kimin ne olduğunu, ibadetini nasıl yaptığını, yapıyor mu yapmıyor mu bunu kimse bilemez. Zaten babam, annem ve annemin
ailesi inançlı insanlardı, dinin gereklerini yerine getirirlerdi.
Dinî bilgileri onlardan mı öğrendiniz?
Babam müzisyen bir insan olmasına, o camianın içinde olmasına rağmen babacığım hiçbir zaman namazını kaçırmazdı. Dindar bir babaydı, aşırılıkları, yobazlıkları yoktu.
Sulhi Bey, bu yönden babanıza benziyor mu?
Allah Sulhi’ye ömür versin, babamın ben bir sürü şeyini onda görüyorum. Özellikle aileye bağlılığı. Dinî vecibelerini yerine getirmesi gibi birçok şeyi babama benziyor. Tatil aralarında babam bizi Kur’an kursuna gönderirdi. Orada öğrenmeye çalışırdık biz böyle büyüdük. Ben 8-9 yaşımda başladım oruç tutmaya. Ama
küçük olduğum için ilk gün, ortasında ve son gün tutardım. Babam 40 yaşında
umreye gitti, hac nasip olmadan 42’sinde
vefat etti. Mekanı
cennet olsun, annem aynı şekilde öyle bir insandı. Biz ailecek yaşardık zaten dinin gereklerini. Benim anlayamadığım bir nokta var: İnsanlar son 10 yıldır Hindistan’a gidip af edersiniz ‘Buda’lara tapınarak (tövbe estağfurullah) ağlıyorlar, arındıklarını söylüyorlar. Ben Müslüman’ım. Dinimin doğduğu, Peygamber Efendimizin yaşadığı yerlere gitmem suç mu? Suç gibi gösterildi, sanki bunu reklam aracı olarak kullanmışım gibi gösterildi. İsteseydim giderken bütün basına haber verirdim. Ben orada Allah ile baş başa kaldım ve dünyanın en büyük mutluluğunu yaşadım, anlatılamaz orada mutlaka bulunmak lazım. İnsanlar çok korkuyorlar. Aslında bunu da göstermemiz lazım. Aaa, umreye
Kâbe’ye gidiyorlar. Artık kapanacak diyorlar. Öyle bir şart yok. Ben Hindistan’a gideceğime… Ne diye Hindistan’a gideyim yani? Ben Kâbe’ye giderim. Peygamber Efendimizi, sahabeleri ziyaret ederim. Duamı yaparım, namazımı kılarım, arınmış bir şekilde gelirim. Her Müslüman’ın o topraklara, kutsal topraklara ayak basması, o duyguyu yaşaması lazım.
İlk gördüğünüzde neler hissetiniz?
Ay çok ağladım ben. Çok etkilendim ve hatta eşim benim ağlamamdan çok etkilendi. Benim ağladığımı görenler, daha çok ağlamaya başladı.
Sulhi Bey şaşırdı mı sizdeki etkilenmeye?
Tabii bana herkes şaşırdı orada… Yani insanlar da bilmiyor ne olduğumuzu ya! Dış görünüşüyle değerlendiriyorlar. Bambaşka bir dünya orası… Orada Allah ile baş başasın. Önümüzdeki
Ramazan ayında tekrar gideceğim.
Hacı olmayı düşünüyor musunuz peki?
Hacı olmayı şu anda düşünmüyorum. O daha sorumluluk gerektiren bir şey. Kendimi hacı olmaya hazır hissetmiyorum.
Tepki bekliyor muydunuz Sibel Can umreye gitti şeklinde flaş haber olarak?
Ben çok korktum. Daha da büyük tepkiler bekliyordum ki
şükürler olsun üstüme gelinmediğini düşünüyorum.
-----------------------------------------------------
Albümün çok ilginç ve geniş bir müzikal altyapısı var. Her telden, her tınıdan geniş bir yelpaze…
Önce sitemimi ileteyim sizlere... Birkaç yıl önce eşim Sulhi ile bir
röportaj yapmıştı Nuriye Hanım. Bayağı bir gündem olmuştu.
Hani ben de üzülmüştüm neden benimle röportaj yapmıyor
Zaman Gazetesi diye. Neyse sizi gördüğüme sevindim, nihayet Zaman Gazetesi’yle de röportaj yapabiliyoruz. Albüme gelecek olursak uzun yıllardan beri bu albüm için çalışıyordum. Çünkü
Türkiye’nin sanatçısı olduğuma inanıyorum ben. Her kesimden dinleyicim var benim. Ben de herkesin bir şarkısı olmalı diye düşünüyorum albümde. Beş albümdür bunun için kafa yoruyorum. Karşılığını da çok aldık.
Sizi böyle düşünmeye iten şey neydi?
Bunlar Padişah albümüyle başladı. Padişah, hem sözüyle hem de müziğiyle farklı
mesaj veren bir şarkıydı. Herkesin de oh iyi yapmışsın, dediği şarkıydı. Çünkü öyle bir ortam vardı. Denk düştü. Sevgili
Serdar Ortaç’ın şarkısıydı. Ama aynı zamanda Kanasın diye bir parçamız vardı. Son derece romantik bir aşk-
ayrılık şarkısıydı. Onun dışında bir de ilk defa bir türkü okumuştum ben.
Güneydoğu’da günümüzde de maalesef şehit düşen bir askerimizin ardından yapılan bir Havar diye bir ağıt vardı. Bu ağıtı da aslında o kadar enteresan ki havar
Kürtçe ağıt demek. Kürt bir kadının (sonuçta hepimiz bu ülkede yaşıyoruz, hepimizin acısı bu, ben buna inanıyorum) askerlerimize yaktığı ağıttı. Sonra baktım ki Türk müziğinden çok uzaklaşmaya başladık. Bu müziği öz müziğimizi hatırlatmak istedim Türk müziği albümümle ve inanılmaz ilgi gördü. Aslında çok büyük cesaretti o. Ticari bir albüm değildi,
arşiv niteliğinde bir albümdü; ama ben onu da yaptım. O da ses getirdi. Bunun devamı da
Lale Devri oldu. Lale Devri’nden sonra bu albüm geldi. Dikkat ettim Lale Devri’nden sonra bütün
genç besteci arkadaşlarımız, daha önce güm güm disko tarzı yapan çocuklar Türk müziği şarkıları yapmışlar. Lale Devri’nden sonra özümüze döndük dediler. Onun için ben çok şanslıyım. Her albümde sesimin daha oturduğuna inanan bir insanım ben. Öğrenmenin, insanın kendisini geliştirmenin sonu yok. Her zaman açık olmalıyız, her şeye açık olmalıyız diye düşünüyorum. Her albümde kendimi daha iyi hissediyorum. Şarkılara kendimi daha iyi verebiliyorum. Ama bende bu feci takıntı halinde şarkı durumu. Çünkü şarkı söyleyemezsem yaşayamam hali var bende. Öyle bir durum var. Allah öyle bir duygu vermiş bana. Şarkı söylemek için yaratılmışım, bir de anne olmak için.
37 yıla 16 albüm sığdırdınız
14 yaşımdan beri bu işin içindeyim. 14 yaşımda dansa başladım.
Hayat mücadelesi. Aslında hiç şöhret olmak, ünlü olmak gibi bir hırsım hayalim hiçbir zaman olmadı. Müzisyen bir ailenin kızıydım, babam
keman çalıyordu, çok iyi bir sanatçıydı Allah nur içinde yatırsın. Ama tabii sadece kemanıyla bir aileye bakması gerçekten çok zordu. İki çocuk yetiştirmeye çalışıyordu. Belli etmese de bunun sıkıntılarını yaşıyordu. Çok böyle sakin tertemiz pırıl pırıl bir ortamda büyüdük biz. Ama belli bir noktadan sonra bir şeyler yapmak gerektiğini düşündüm. Sahneye çıkmak için çok inat ettim. Günlerce yemek yemedim ve hastanelik oldum. Ancak o şekilde benim sahneye çıkmam kabul edildi aile içinde.
Yani dans hayatından önce de şarkı söylüyordunuz…
Tabii, ilk defa yurtdışında şarkı söyledim. Şarkı söyleyerek başladım
Viyana’da. 3 ay orada çalıştım…
O dönemle ilgili bir pişmanlığınız söz konusu mu?
Vallahi benim için hepsi büyük bir tecrübe, tabii en büyük şansım ailemin yanımda olmasıydı. Yani onlar olmasaydı bugünlerde, buralarda bu noktalarda olamazdım. Bir de aile yaşantısı, aile terbiyesi camianın dışında durabilmek bunlar hep önemli faktörler… Fatih Karagümrüklüyüz biz. 14’ten 16 yaşına kadar dans hayatım devam etti. En güzel noktadayken zaten sesimin farkındaydı babamın çevresi, Muazzez Abacı,
Orhan Gencebay, Fahrettin Aslan… En güzel noktadayken bitirdik dansı ve 16 yaşında Maksim Gazinoları’nda solist oldum. Ama Türk müziği aşkım vardı, sahnede şarkı söyleme aşkım o zaman da vardı.
Yurtdışında da çok seviyorlar sizi…
Yaptığımız müzik benim işte sıcaklığım, sempatikliğim, aynı dili konuşmamamıza rağmen sesimin rengi, yorumum, özellikle Arap camiasında son derece popülerim yani.
Balkanlar’da da Orta Asya’da da öyle…
Orta Asya,
Ortadoğu, Balkanlar... Zaten benim babam Yugoslav göçmeni, biz Üsküplüyüz. Onların hemşerisiyiz. Babacığım çok genç yaşta oradan gelmiş.
Albümünüzde çok farklı tarzlar var. Hatta gazel bile...
Biz fasılla büyüdük. Fasılın içinde Türk müziği zaten olur, sonlarına doğru da gazeller olur. Bu albümde de özellikle de
İstanbul’u Efkar Bastı şarkımızda öyle bir gazel yoktu. Ben dedim ki burada bir şey eksik. Müzik yönetmenimiz ve Selim Çaldıran aynı şeyi düşünüyormuş. İkimiz birden gazel dedik.
Zaten Sezen Aksu’nun şarkısı da inanılmaz bir mistisizm içerikli…
Muhteşem… Böyle bir şey olamaz. Beni bu kadar güzel anlatan bir şarkı olamaz. Sezen Hanım tabii ki beni çok iyi tanıyor, her şeyimi biliyor. Sahnenin önünde ve arkasında nasıl bir insan olduğumu çok iyi biliyor. Zaman zaman da bana ‘Aykırı çiçeksin sen’ der. Gerçekten bu ortamda olmaması gereken bir sürü şeyi yaptım. Ama yaptığım şeyler de hep doğruydu bence. Özellikle şarkının ikinci bölümündeki “sesimi suya bıraktım, nefesimi semaya, içine her şeyimi kattım şarkılar benzer duaya.” Yani dua ederken Allah ile kul arasındadır o inanılmaz, bir bambaşka bir anlatılmayan bir duygu.
Sezen Aksu, hep yapıyor bunu.
Sezen Aksu, Türkiye’nin yetiştirdiği çok müthiş bir insan. Yani bir insan bu kadar mı güzel şarkılar, melodiler bu kadar mı güzel sözler yazar… Böyle bir şey olamaz. Her şeyi üstünde taşıyabilen bir kadın, onun kıymetini bilmeliyiz diye düşünüyorum ben Türkiye olarak. O özel bir insan. Allah onu korusun. Kanatlarının altında korusun. Ben hep öyle dua ediyorum. Çok seviyorum onu.
H
er zaman enerji dolu, güler yüzlü bir insansınız...
Eee öyle… Çok üzüldüğüm noktalarda bile kimseyi üzmeye hakkım yok diye düşünüyorum. Zaman zaman engel olamasam da çok üzüldüğüm anlarda dışa vurduğum da oluyor. Sulu gözlüyüm de aslında, klasik Türk kadınıyım ben… Her şeyimle; gözyaşlarımla, sevincimle, genç yaşta evlenip anne olmamla… Ama büyük acılar yaşadım. Bir şekilde yine tek elle de olsa hayata tutunmaya çalıştım.
Rahmetli annenizin size bir vasiyeti varmış; “Sakın ola ki ticarî kaygılar içine girip albüm yapma. Kendi öz müziğini oku, sanat müziği söyle” demiş. Annenizin söylediklerini ne kadar gerçekleştirebildiniz?
Çooook. Ben zaten çocukluğumdan beri çok laf dinleyen biri oldum. Annemi babamı hiç üzmedim. Onun huzuru var bende. Her şeyimi onlara danışırdım, anneciğime, babamı kaybettikten sonra da… Çünkü çok büyük tecrübelere sahiplerdi. 14 yaşından beri ister istemez çok farklı bir camianın içindeyim. Bu camia çok karışık bir camia. Ne kadar uzak olursam o kadar iyidir. Bunu bana babam söyledi. Ve hep onları dinledim. Bizim evimizde fasıl dinlenir, bizim evimizde Türk sanat müziği dinlenir. Bizim evimizde
radyo açılır, hâlâ radyo dinlerim ben.
1988 yılında çıktınız müzik yolculuğuna arabesk vardı, fantezi vardı, pop vardı, sanat müziği okudunuz… Daha çok hangi kulvarda anılmak istersiniz bunlar arasında?
Ses rengim her şeye her türlü müziğe yakın. Şu anda
rock da okuyabilirim, rap de okuyabilirim, pop müzik rahat rahat okuyabilirim.
Türkü çok seviyorum. Türkü okurken sanki Güneydoğu’nun bağrından kopmuş bir halde okuyorum. Çünkü anneciğim benim Allah rahmet eylesin Bitlisli… Tam karmayım ben… Bir tarafım Avrupalı bir tarafım Doğulu… Onun için bütün renkleri barındırıyorum sesimde. Sesimi her türlü müziğe yakıştırıyorum. Ama Türk sanat müziği söylerken sesimin rengi, halim, tavrım başka oluyor.
Büyük söz ve bestecilerle çalışıyorsunuz. Sezen Aksu, Nazan Öncel, Serdar Ortaç bu albümde de Tarkan... Şarkıcılar bu isimlerden beste almak için çaba gösterirken siz hiç zorlanmadan tak diye nasıl başarıyorsunuz bunu?
Benim nasıl bir insan olduğumu biliyorlar. Çünkü o insanlar o kadar akıllı, o kadar zeki kimin ne olduğunu bilen insanlar ki gözünün içinden anlarlar kimin ne olduğunu… Öncelikle samimi mi buna bakarlar. Sahtekarlar var, sadece şarkı alabilmek için ne numaralar yapanlar var! Sezen’den Tarkan’dan Serdar’dan şarkı almak müthiş bir şey. Onlar benim baş tacım.
hediye mi ediyorlarmış, doğru mu bu?
Evet, ben çok şanslıyım… Onun için elimden ne geliyorsa yapmaya çalışıyorum. Bu şarkıları iyi okumak için parçalıyorum. Mahcup etmiyorum onları hiçbir zaman…
Tarkan’ı stüdyoya sokmak zor olmadı mı?
O kadar işin başında ki kendisi zaten stüdyodan ayrılmadı. Böyle bir şey olamaz. Bu kadar titiz, bu kadar işini seven adam, pırlanta kalpli bir insan. Saatlerce stüdyoda kaldı, yaylıların çalınması, altyapılar hepsiyle ilgilendi. Tıkandığım yerlerde bana yardımcı oldu.
Neden bu polemiklerden uzak kalıyorsunuz?
Hayatta işim olmaz; çünkü doğru değil. Artısı olacağına hiç inanmıyorum.
Ama bu işler polemiklere girmeden de pek olmuyor gibi!
Yok bence oluyor. İnsanlar artık onları yutmuyor. İnsanlar her şeyin farkında. Bunlar suni gündemler, en fazla 15 gün 1 ay sürer… Sabun köpüğü gibi her hafta yeni bir lafla bir sonraki magazin programına malzeme oltası atıyorlar, o oltaya takılmak isteyenler takılıyor; ama biz oralarda olmamalıyız. Bizim artık yerimiz farklı…
Bunun için ekstra bir çaba gösteriyor musunuz?
Uzak kalmak en doğrusu… Uzak kalmak, bulaşmamak, cevap vermemek ve yani bizim onurumuzu kırıcı bir şey olmadıktan sonra ciddiye almamak lazım diye düşünüyorum. Çünkü şarkılarla konuşmak en doğrusu. İnsanlarda bunu istiyor. İşinle gündemde olmak, şarkılarınla gündemde olmak yeterli… Yani magazin programlarına çıkıp ona buna laf atıp albüm satan insanların olduğunu ben düşünmüyorum. Ancak bir iki ekstraya daha giderler, bir iki bayi toplantılara ancak giderler, ne bileyim barlarda çıkarlar, ondan sonra da hiçbir şey yapamazlar. 37 yaşında oluyorum ben 1 Ağustos’ta 70’liyim şu anda da aynı şeyleri düşünüyorum. Biz Hülya ile aynı dönemlerde çıktık, aynı dönemlerde şöhret olduk. Hep bizi yan yana getirmeye çalıştılar ne o fırsat verdi ne ben. Aslında biz bunu kullanamaz mıydık? Hem de o zamanlar kimse yoktu. Hiçbir şekilde bunların doğru olduğuna inanmıyorum ben.
Bu arada Orhan Gencebay’dan şarkı okumuyorsunuz artık.
Yedi albümü onunla yaptım…
Şimdi biraz tarzınız mı değişti?
Aslında değil, şu anda yaptığımız albümün içinde Orhan ağabey tarzı şarkı da var mesela…
Ama niye Orhan Gencebay yok?
Ben Orhan Gencebay klasiklerini okumak istiyorum baştan sona. Hayallerim var benim…
İzin verecek mi?
Verir. Mesela çok beğendiğim değerli sanatçı büyüğümün çok gündemde kalan bir sürü, işte herkesin bildiği şarkılarını, yani bir albüm Orhan Gencebay şarkıları, bir albüm Sezen Aksu şarkıları, bir albüm de Ajda Pekkan şarkıları, bir albümde İbrahim Tatlıses şarkıları, bir albümde Müzeyyen Senar şarkıları, bir albümde Gönül Akkor şarkıları istiyorum, Zeki Müren şarkıları istiyorum; benim ilerideki hayalim bunlar.
10 yıllık projeleriniz o zaman sizin hazır şu anda…
Vallahi ben bunları ne için yapacağım? Ticari olarak düşünmüyorum, arşiv niteliğinde yapacağım. Tek hayalim bu.
Hayatımda 2 Sibel Can oldu: Biri sahnenin içindeki, biri dışındaki demişsiniz. Sahnenin dışındaki Sibel Can nasıl bir kadın?
Klasik Türk kadını… Herkes gibiyim ben zaten onun için seviyorlar beni… Kalabalık aile ortamını seven bir insanım ben.. Sahnedeki Sibel Can’ın dışında evde de Sibel Can gibi dolaşacak halim yok. Öncelikle çocuklarımın sorunları, evdeki düzen durumu, inanılmaz titizliğim vardır. Klasik ev kadını işte, evde ne yemek oldu ne oldu ne bitti? Çocukların oyuncak düzeni, gardırop düzeni yıllarımız böyle geçti. Ki doğrusunun da bu olduğuna inanıyorum. Çocuklarımla sokakta rahat rahat hiçbir koruma olmadan dolaşabiliyorum. Kendi arabamı kendim kullanıyorum. Şoförümüz var ama sahne çalışmalarımız olduğunda beni götürür o da hani yorgun olurum falan diye…
Bir araştırmada Türk erkekleri özellikle de muhafazakâr Türk erkekleri, evde eşlerinin sizin gibi olmasını istiyormuş. Kulağınıza geldi mi bu araştırma?..
Gelmez mi? Duydum… Sevindim de. Türk kadınından tek farkım sahnede olmam. Evdeki Sibel tabii ki onlara benziyor. Benim bir sürü arkadaşım var muhafazakar kesimden. Biliyorum ki evde benim gibiler. Ve eşleri özellikle istiyormuş, ben bundan mutluluk duyarım. Benim annelik duygularım çok güçlüdür mesela.
Bu araştırma sonuçlarına şaşırdınız mı?
Ben çok şaşırdım. Biliyordum ama ortaya çıkmasına çok şaşırdım. Eee sevindim. O zaman iyice bir mutlu oldum, dedim ki herkes beni seviyor. Eee güzel bir duygu sevilmek.
Muhafazakâr erkeklerden söz açmışken muhafazakâr bir kocanız var...
Var hem de nasıl!
Nasıl gidiyor?
Çok iyi, ben çok mutluyum ve çok doğru bir evlilik kararı aldığımızı şu anda daha da iyi anlayabiliyorum. Aslında çok uzak bizim camiamıza… Uzak kalmasında da aslında fayda var. Ailede bir tane ünlü bir sanatçı var, onun dışında dediğim gibi ben de sahnede o haldeyim.
Size telkinlerde bulunuyor mu?
Her zaman, her zaman… Çok güzel…
Yeter artık Sulhi dediğiniz oluyor mu?
Yok yok… Ben o noktaya getirmiyorum onu. Birazcık da tatlı dilliyim her kadın gibi… Onu kırmadan incitmeden işte şöyle böyle idare ediyoruz. Kadınlar öyle, idare eder.
Konserlerinize gelmiyor mu hâlâ?
Vallahi böyle bir şey olamaz. Şimdi tabii ben sanatçıyım. Mesleğimin arkasındayım, son derece seviyorum şarkı söylemeyi. Zaten mesleğimi nasıl sevdiğimi görüyor ve şaşkınlık içinde beni izliyor, ama gelmiyor…
En çok size hangi konularda telkinlerde bulunuyor?
Telkin derken yani aslında ikimiz de aynı şeyleri düşünüyoruz. Bu çok önemli evlilikte aynı şeyleri düşünüp uygulayabilmek. Tabii ki benim mesleğim var buna saygı duyan bir eşim var. Bu beni bir sefer öncelikle çok rahatlatıyor. Çünkü ne olursa olsun kabul etmeyen bir insan da olabilirdi. O zaman bu noktada olamazdık. Çünkü benim gerçekten yani her şeyim giderdi. Elimdeki mikrofonum, sahnedeki o duruşum, şarkılarım elimden alınırsa ben çok mutsuz olurum. Onu biliyor zaten Sulhi, onu bildiği için ve işimi de ne kadar severek yaptığımı da bildiği için takdir ediyor ve saygı duyuyor. Saygı duyduğunu bilmek beni mutlu ediyor.
Siz de Sulhi Bey’den biraz korkuyorsunuz ama yani…
Korkma değil, saygı duyuyorum ben...
Aman Sulhi Bey görmesin, duymasın türü…
Aaa, ara sıra oluyor. Duymasın dediğim bir yer oldu zaten. Neyse ondan bayağı bir tatsız durumlar olmuştu atlattık çok şükür. Artık daha dikkatli oluyoruz. Bodrum’a gitmiyorum. Türkbükü’nde dolaşmıyorum. Yani dikkat ediyorum. Ama doğru bir karar, doğru bir insan olduğuna inanıyorum. Çoluğuna çocuğuna bağlı, beni seven saygı duyan, işinden evine evinden işine giden birkaç tane aile dostumuz var, onlarla çok içli dışlı olan insanız ama dediğim gibi uzağız bir sürü şeyden… Olması gereken bu, normal düzgün bir aile hayatımız var herkes gibi…
ZAMAN CUMAERTESİ