Binlerce yıl önce yaşandığına inanılan bu olayın adı son iki haftadır hayatı boyunca herhangi bir destanla ilgili tek bir kelime duymamış olanların bile dilinde.
Susurluk kazasından 301 davalarına, bombalamalardan kanlı
Danıştay saldırısına kadar adlarının karıştığı olaylarla
gazete sayfalarının değişmez isimleri haline gelen ulusalcılara yönelik operasyonun adının da
Ergenekon olmasıydı bunun sebebi. ‘Halkı
silahlı isyana
teşvik’ten
tutuklu olarak yargılanan bu kişilerin geçmişte neler yaptığı, geleceğe dair neler planladığı bir bir yansıyor kamuoyuna. Bombalamalar,
darbe ve dahi suikast planları havalarda uçuşadursun yaşananların toplumsal açıdan farklı bir boyutu daha var. ‘
Vatan elden gidiyor’ cümlesi bu akımın en önemli sloganıydı. Kur’an,
bayrak,
Kurtuluş Savaşı gibi millî-manevî değerler de
propaganda aracı oluverdi birden.
Fakat Avukat Kemal Kerinçsiz’in, ‘
Başörtüsü Sümerlerde mabet fahişeleri tarafından kullanılırdı.’ diyen Prof. Dr.
Muazzez İlmiye Çığ’ın en büyük destekçilerinden biri olması, ulusalcılığın önde gelen temsilcilerinin bu değerlerle ilişkisini ortaya koyuyor.
Cumhuriyet mitinglerinin popüler sanatçısı Edip Akbayram’ın önce
Londra’da
terör örgütü lideri Abdullah
Öcalan’ın posteri, ardından da
Ankara Tandoğan’da Türk bayrakları önünde parça seslendirmesi de ayrı bir örnek.
Ulusalcı akımın propaganda aracı olarak kullandığı millî-manevî değerlere yaklaşımı milliyetçi muhafazakâr kesimin tepkisini çekiyor. ‘Bunlar milliyetçiliğin tasfiyesi için hazırlanmış mayınlar’ diyen de var ‘Bilgiden mahrum insanlarımızın kafalarını karıştırdılar’ diyen de. ‘Vatan elden gidiyor’, ‘Cumhuriyet ve
laiklik tehlike altında’ gibi halkın üzerine korku salmayı amaçlayan sloganlar daha çok 22 Temmuz milletvekili genel seçimleri öncesi yükseltildi ulusalcı akımın önde gelenleri tarafından. Ülke vatansever olmayanların elinde karış karış satılıyordu. En büyük vatanseverin kendileri olduğunu haykıran bu ses birçok kez ünlü
Cumhuriyet mitinglerinde çınladı. Fakat bir çelişki vardı ortada. Yapılan konuşmalardan atılan sloganlara, çalınan marşlardan sahneye çıkarılan sanatçılara kadar… Kimi konuşmacılar yaratılış hurafesinden, ‘don üzerinden
iğne yapan gerici doktorlardan bahsedip
Kutlu Doğum Haftası etkinliklerini dilinden geldiğince karalıyordu. Bu cümleleri sarf ettikten sonra
İslam’la, millî-manevî değerlerle hiçbir problemlerinin olmadığını ekliyorlardı heyecanlı konuşmalarına. Yine de bu büyük çelişkiyi kapatacak, gözlerden ırak kılacak unsuru bulmayı göz ardı etmemişlerdi. Toplumun hangi kesiminden olursa olsun herkesi altında toplamayı başaracak bir unsur
Türk bayrağı. Meydanı al rengiyle bürüyen Türk bayrağı bütün tezatları gözlerden saklıyordu. Belki de bayrak sayısının katılımcı sayısından fazla olmasının temel amacı buydu. Öyle ki bayrak sahibi olmak, onu meydanlarda sallamak, evin balkonuna asmak vatanseverlik ölçütü haline gelmişti. Vatanseverlik aynı dini, aynı toprakları, aynı kültürü paylaşmaktan çıkmış, bulunan en büyük bayrağı ele alıp farklı olana nefret dolu gözlerle bakmaya dönüşmüştü artık. Ulusalcı akımın hedefe ulaşma adına propagandalarında kullandığı millî-manevî değer sadece bayrak da değildi. Kur’an-ı Kerim de,
Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları da propaganda aracı haline dönüştürülmüştü. Oysaki zaman içerisinde ortaya çıkan pek çok gelişme bu akımın ileri gelen isimlerinin pek de millî-manevî değerlerle iç içe olmadığını gösteriyordu.
‘Meşruiyet iddialarla değil, eylemlerle belli olur’
Ulusalcı akımın yeri geldiğinde karalamaktan çekinmedikleri millî-manevî değerleri amaçları uğruna kullanması milliyetçi cepheden de tepki topluyor.
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı ve
Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu, tepkisini şu sözlerle dile getiriyor: “Tabii ulusalcılık adına millî değerlerimize, İslamcılık adına dinî değerlerimize zarar veren akımlar olmuştur. Bunlar kendi keskin ve katı kavramlarıyla, davranışlarıyla bizatihi savunduklarını iddia ettikleri değerlere zarar vermişlerdir.” Türk Ocakları Genel Başkanı
Nuri Gürgür, “Ahlakî ve yasal olmayan her şey gayrimeşrudur.” diyerek meşruiyetin iddialarla değil sergilenen eylemlerle
tayin edileceğini belirtiyor. İnsanın manevî simgelerin çatısı altında bulunmasının gayrimeşru davrananların eylemlerine meşruiyet kazandırmayacağını ifade ediyor. Son birkaç yıldan beri ulusalcılık ve milliyetçilik kavramlarının sık sık yan yana kullanıldığını dile getiren Genel Başkan Gürgür, şöyle konuşuyor: “Şimdi bunlar terminolojik açıdan birbirine eşdeğer kavramlar olarak ifade ediliyor. Ancak bunların kökeni, siyasal bilimlerdeki, kültür ve tarihimizdeki yerine baktığımızda ulusalcılık siyasal bir anlam taşır. Oysaki milliyetçilik, manevî bağları, dil, din, gelenek tarih vesaire gibi ontolojik anlama gelen değerleri benimsemeyi ve bunları içselleştirmeyi gerektirir.”
Milliyetçilik ile ulusalcılık arasında hem milletle olan bağlantıları açısından hem de millî-manevî değerler açısından önemli farkların olduğuna dikkat çeken Başkan Gürgür, sözlerini şöyle sürdürüyor: “
Milliyetçilik bizatihi siyasal ve jeopolitik bir konu değil. Bunun içerisinde kültürel derinlik var, tefekkür derinliği var. Bunun içerisinde sanat, mimarî, musikî, şiir,
roman var. Şimdi siz bir taraftan ulusalcıyım deyip diğer taraftan bizim musikimizi reddederseniz, veya Yahya Kemal’i, Ahmet
Hamdi Tanpınar’ı, Nurettin
Topçu’yu görmezlikten gelip olayı doğrudan siyasal bir zemine oturtmaya çalışırsanız o zaman burada bir çelişki vardır.”
Türk Edebiyatı Vakfı Genel Başkanı
Servet Kabaklı’nın tepkisi ise daha sert. Türk milliyetçiliği fikir sistemini İslam’dan soyundurmaya çalışan her türlü hareketin karşısında olduklarını belirterek, “Bunları da Türk milliyetçiliğinin tasfiyesi için sokulmuş fitiller, mayınlar olarak görürüz.” diyor. Birilerinin İslam düşmanı olduğu için kendilerine milliyetçiyim diyemediğini vurgulayan Kabaklı, “Ben Türk milliyetçiliği fikir sisteminin mutlaka ve mutlaka İslam hizmetkârlığı manasına da geldiğini düşünüyorum.” ifadelerini kullanıyor. Öztürkçecilik adına kendilerini ulusalcı olarak tanımlayanları dışarıda bırakan Servet Kabaklı, şunları söylüyor: “Esas İslam düşmanları, esas Türklük düşmanları milliyetçiyiz diyemedikleri için ulusalcıyız diyorlar. Geçmişte ABD’nin talimatıyla
PKK’cılık yapanlar, din düşmanlığı yapanlar, Apo’yla kol kola girenler, bir ertesi gün ulusalcı kesiliyorlar. Bir ertesi gün de yine ABD’nin talimatıyla
Amerika düşmanı kesiliyorlar.” Her fikir akımının içinde sapmaların söz konusu olabileceğini söyleyen MHP
İstanbul İl Başkanı
İhsan Barutçu’nun değerlendirmesi ise şöyle: “Fikir akımlarından ziyade fikre sahip çıkarak sapmalara sebebiyet veren dar düşünceli, sığ düşünceli insanlar oluyor. O yüzden kolay zeminde önemsediğimiz, mukaddesatlarımız, milli değerlerimiz, milli kavramlarımızı kullanan bu manada hazırcılık yapan, bu hazırcılık üzerinden de kendilerini ifade etmeye çalışan nevzuhur tipler oluşmaktadır.” Yine de bütün çelişkili davranışlara rağmen kutsal değer atfedilen kavramların içinin boşaltılmasının söz konusu olamayacağını düşünüyor. Sürece endeksli olarak bilgiden mahrum insanlarımızın kafalarında birtakım karışıklıklar oluşturulabileceğini, bunun da hakiki temsilciler tarafından izale edilebileceğini kaydediyor.
[email protected]
KUVVACI TEŞKİLAT BAŞKANI HZ. İSA VE HZ. MUSA’YLA ARKADAŞ!
Silah üzerine ölme öldürme yemini ve hazırladıkları 13 bin 500 kişilik
hain listesiyle gündeme gelen Kuvvayı Milliye Derneği’nde geçtiğimiz yıl yaşananlar ulusalcıların dine yönelik akla ziyan tutumları hakkında bilgi veriyor. Son operasyonda gözaltına alınan ve tutuklu yargılaması devam eden
teşkilat başkanı Hüseyin Görüm, kendisine cennetten bir
yaprak geldiğini iddia ederek yanındaki iki kişiyi Hz. İsa ve Hz. Musa olarak tanıtmıştı. Bordo beresi ve kafasına taktığı kuş tüyü ile ilginç bir görüntü oluşturan Görüm, yaptığı
basın toplantısı ve ardından katıldığı televizyon programlarında Kur’an-ı Kerim’i elinden düşürmedi. Görüm, düzenlediği basın toplantısında Hz. İsa ve Hz. Musa olarak tanıttığı kişileri yanına alarak şunları söylemişti: “Hıristiyan âlemi Pontus Pontus diye tutturdu; çünkü biliyor ki Hz. İsa orada doğacak. Evet, İsa orda doğdu elhamdülillah ama iki denizin birleştiği İstanbul’da büyüdü. Ey Yakup oğulları, ey
İsrail oğulları siz de biliyordunuz Hz. Musa’nın iki denizin birleştiği yere kadar geleceğini. Ve Musa’nın
Kadıköy’de doğacağını biliyordunuz. Evet, Musa
Üsküdar’da doğdu. Elhamdülillah.”
ÖNCE APO POSTERİ, SONRA TÜRK BAYRAĞI ÖNÜNDE KONSER
Ulusalcı akımın sesini duyurduğu olaylardan biri de Cumhuriyet mitingleri oldu. Fakat bayrak, vatan sevgisi gibi argümanların bolca kullanıldığı bu mitinglerde de bolca çelişki vardı. Örneğin Londra’da PKK’yı temsil eden afişlerin ve
Abdullah Öcalan posterlerinin önünde sahne almaktan çekinmeyen Edip Akbayram, Ankara
Tandoğan Meydanı’ndaki Cumhuriyet mitinginde de türkü söyledi. Akbayram’ın
terör örgütü lehine sloganların atıldığı Londra konseri Cumhuriyet mitinginden sadece iki hafta önceydi.
Öte yandan Ümraniye'de ele geçirilen patlayıcılara ilgili yürütülen
soruşturma kapsamında tutuklanarak
Kartal cezaevine konulan Ergenekon terör örgütü üyeleri
Tekirdağ ve
Kocaeli F
tipi cezaevlerine
taşınmaya başlandı. İlk olarak Emekli
Tuğgeneral Veli Küçük Tekirdağ F tipi cezaevine sevk edilmişti.
Bugün de tutuklu zanlılardan ''Susurluk davası hükümlüsü''
Sami Hoştan, Avukat Kemal Kerinçsiz, Hüseyin
Gazi Oğuz ile Erkut
Ersoy, geniş güvenlik önlemleri altında Kocaeli F Tipi Cezaevi'ne nakledildi. Yüksek güvenlikli olarak bilinen F tipi cezaevlerinde genellikle Terör suçluları bulunuyor.