Toplumdaki üç büyük tehlikeli hastalığa dikkat çeken Bacık, söz konusu duruma karşı önlem alınmadığı takdirde toplumsal bir bunalıma sürüklenileceğini belirtiyor. 'Şirazesi çıkmış devletin sokaklarda maske takar. Uzaktan bakınca karışmış sokaklarda sadece polisi görürsünüz. Halbuki orada devlet, başka kıyafetlerle sahaya çoktan girmiştir.' diyen Bacık,
bazılarının bu kutuplaşmanın üreteceği olumsuz enerjiyi "cebine koymak" isteyeceğini vurguluyor.
Türkiye üç büyük hastalığa kapılmış durumda. Birincisi, demokrasiden ciddi ölçüde uzaklaşıyoruz. Hukuk, siyaset velhasıl devlet tam aksi yönde yani otoriterleşiyor.
İkincisi, bu arada ülkenin sosyal fay hatları kopmaya, yırtılmaya başladı.
Üçüncüsü, devlet tam olarak iflas etmiş durumda. Mahkemeler, bürokrasi, kanun, nizam... Bunların hepsi fiilen sakatlanmış durumda. İsteyen, istemediği mahkemeyi reddediyor.
Doğal olarak bu üç büyük afet bir arada olunca ülkedeki kaos gittikçe derinleşiyor. Ancak daha kötüsü var: Eğer hemen ve ciddi tedbirler alınmazsa hepimiz derin bunalımlara girebiliriz.
Felakete dur diyecek birisi yok mu?
Ancak şaşılacak olan şu: Neredeyse hemen herkes adım adım bir buhrana gittiğimizi bağırdığı halde siyaseten adım atması, sorumluluk alması gerekenlerden hiç ses çıkmıyor.
"Benden günah gitti" tadında "ortaya" söylenmiş anlamsız yatıştırıcı sözler ile Türkiye'nin girdiği girdaptan çıkma ihtimali yoktur. Mesela bu bağlamda Cumhurbaşkanı fiilen "sanki ortada ciddi bir sıkıntı yokmuş gibi" davranıyor.
Zor zamanlarda "gerekirse siyasi istikbalini riske ederek" inisiyatif alması gereken aktörler en azından "neden bu kadar rahat olabildiklerini" bizlere açıklamalıdır. Hiç olmazsa biz de onların bildiklerini bilip geceleri evde rahat uyuyalım o zaman!
Farklı sosyal gruplar arası gerilim had safhaya doğru gidiyor...
Hükümet açıkça bazı toplumsal grupları nefret söylemi ile tehdit haline getiriyor...
Hukuk başta bütün kurumlar iflas etmiş durumda...
Berberde, manavda, pazarda "biz sıradan vatandaşlar" "memleket nereye gidiyor" diye endişe ederken devletin sorumlu makamlarını "millet adına" dolduranların tavırlarını anlamak gerçekten çok zor.
Koltuk bu kadar mı tatlı?
Ben siyaset bilimci bir akademisyenim. Gazeteci değilim. Ankara kulislerini pek bilmem. Ancak şu sıralar Ankara'da kiminle konuşsam manzara şu:
"Acaba filan zat inisiyatif alır mı?"
"Peki falanca zat bir tavır takınıp ülkeye nefes aldırır mı?"
Cevap: "Katiyen, o da filan ihtimal olursa şu pozisyona gelirim hesabında... Şimdi bekleyecek."
"Filan üst mahkeme ne der?"
Cevap: "Olur mu onun başkanının filan hesabı var diyorlar..."
Yahu şu koltuk bu kadar mı tatlı? İnsanlar yarın kazanma ihtimalleri olan bir koltuk için bugün "asıl sorumluluklarını" askıya alabiliyor yahut yapmıyor. Gelecekteki siyasi hesaplar için pek çok yanlışa göz yumuluyor, susuluyor!
Bütün "devletlu önemli zatlara" şunu söylemek lazım: "Falanın filanın hesabını beklerken Türkiye Devleti gemisi deliniyor, su alıyor!"
"Yarın ne kaybedeceksem kaybedeyim bugün ülkem adına doğru olanı yapayım" diyecek adam herhalde memlekete vardır!
Demokrasiye sırtını dönmüş devlet sokaklarda "maske" takabilir
Türkiye'de gösteri yapma hakkı çoktan beri yok olmuş durumda. Gerilim her geçen gün artıyor. Devletin alttan alması, ülkeyi yumuşatması gerekiyor. Lakin bizim devlet inat etti mi "devlet gücü devlet aklını esir eder."
Bütün ülke bir iki güzel cümle duymak istiyoruz. Olmuyor. Bu nasıl siyasi bir inat ve hırstır ki bütün ülkeye nefes aldıracak bir iki cümleyi vatandaşlarına çok görüyor?
Ama bu arada şunu unutmamak lazım: Şirazesi çıkmış devlet sokaklarda maske takar. Uzaktan bakınca karışmış sokaklarda sadece polisi görürsünüz. Halbuki orada devlet, başka kıyafetlerle sahaya çoktan girmiştir.
Dünyada tam demokrasiye varamamış bütün devletler sokak hareketlerinden nemalanmak ister. Türkiye maalesef kutuplaşıyor. Hem de çok derinden. Bu kutuplaşmanın üreteceği olumsuz enerjiyi "cebine koymak" isteyecek çok kişi çıkabilir.
Dikkatli çok ama çok dikkatli olmak lazım.