Normalleşmek için
Siyasi hayatın normalleşmesi deyip duruyoruz. Ancak bu süreç, tek taraflı çabalarla olabilecek bir şey değil.Sadece yasal değişikliklerle ya da seçimden seçime sandıktan çıkan güçlü mesajlarla olacak şey de değil.
Siyasi hayatımızın normalleşmesi, ordunun Türkiye'nin en güçlü partisi ya da "devlet partisi" gibi davranmayı bırakıp kışlasına çekilmesi için Silahlı Kuvvetler'de ciddi bir zihniyet değişikliği yaşanması gerektiği aşikar...
Ancak bu zihniyet değişikliğini sadece ordunun geçirmesi yetmiyor. Aynı değişikliğin
toplumda, özellikle de basında da yaşanması gerekiyor. Son olarak, gazetecilerin
Genelkurmay Başkanı Sayın Büyükanıt'a yönelttikleri sorular ve onun cevabı bir kez daha
siyasetin normalleşmesinde basının rolünü düşündürttü bana. Düşünün, ordu
cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine müdahale etmiş, benim onaylamadığım biri, benim korumak ve kollamakla
mükellef olduğum cumhuriyetin başına oturtulamaz, diye diretmiş, bu diretme yüzünden
kriz çıkmış, mevcut
iktidar krizin çözümü için
halka gitmiş, halk iradesini net bir biçimde ortaya koymuş ve
cumhurbaşkanını
Meclis seçsin mesajını vermiş.
Ama gazetecilerimiz, bütün bunlar yaşanmamış gibi, daha oy pusulalarının üzerindeki mühürlerin mürekkebi kurumadan,
Genelkurmay Başkanı'na ilk rastladıkları yerde aynı soruyu soruyorlar: "
Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda ne düşünüyorsunuz?" Genelkurmay Başkanı da soruyu cevapsız bırakmıyor ve "12
Nisan'daki açıklamalarının arkasında durduklarını" tekrarlıyor...
Konu burada da kapanmıyor, günlerdir gazetelerde, TV programlarında Büyükanıt'ın bu cevabı üzerine yorumlar yapılıyor. "Sözde değil, özde laik" cümlesinin anlamı irdeleniyor; neden Genelkurmay Başkanı'nın
27 Nisan Muhtırasına değil de 12 Nisan açıklamasına atıf yaptığı tartışılıyor; hatta açık açık, "Acaba Gül
aday olursa ordu bu defa ne yapar, ne yapabilir" diye konuşuluyor.
Bu soru geçenlerde bir TV programında bana da soruldu. Kısaca "bu cümlede yorumlamaya değer bir şey görmediğimi" söyledim. Bu elbette bilinçli bir tutumdu. Çünkü ben, en başta bizim, yani basının ve kamuoyu önderlerinin, siyasetin normalleşme sürecine katkıda bulunmak istiyorsak, artık, siyasi meselelerde orduyu muhatap almama tutumuna girmemizi savunuyorum. Açıkçası, Genelkurmay'ın hükümet karşısında ikinci bir siyasi mihrak haline gelmesine, sadece onların kötü alışkanlıkları değil, bizim de onlara öyle davranmamız sebep oluyor. Eğer bir kurumun siyaset yapmasını meşru görmüyorsanız, o kurumun yetkililerine siyasi soru da sormayacaksınız.
Nasıl
yüksek yargı mensuplarına "Nasıl bir cumhurbaşkanı istersiniz?" diye sormuyorsanız; nasıl onları sadece seçimin hukuki prosedürüyle ilgili konularda muhatap alıyorsanız, orduya da sormayacaksınız.
Basın "
komutan" demeçlerini manşetten görme alışkanlığını bırakacak; köşe yazarları TSK'nın siyasete müdahale niteliği taşıyan demeçleri üzerine günlerce analizler döktürmeyecek. Eğer siz sormadan fikir beyan ediyorlarsa, duruma göre, ya böyle bir görüş bildirmeye hakları olmadığı hatırlatacak ve gereğini yapacak; ya da dikkate almayacaksınız.
"Biz bu demeçleri görmezden gelsek de,
küçük görsek de ordu hala siyasette etkili. Reel durumu inkar ederek habercilik, yorumculuk yapamayız" diyenlere söyleyeceğim şey şudur:
Hayır, siz bu tutumunuzla o realitenin yeniden üretimini yapıyorsunuz; o realiteyi yaşatıyorsunuz. Oysa farklı bir tutum alarak, "realite" dediğiniz şeyi değiştirebilirsiniz.
Ordunun söylediklerine özel önem kazandıran şey, ellerinde
silah oluşu ve bunu kullanma ihtimalleridir.
Eğer, bugün Türkiye'de herkes ordunun artık
darbe yapmayacağı, ya da yapamayacağını söylüyorsa, darbeler dönemi kapandıysa, o zaman komutanlarımızın politik meseleler üzerine söylediklerini neden o kadar ciddiye alıyoruz? Neden onların görüşlerine diğer devlet kurumlarından daha fazla önem atfediyor; günlerce spekülasyon yapıyoruz?
Kadınlar vardır, hem kocalarının evde bütün kararları verdiğinden şikayet eder; hem de her meselede kararı kocalarına bırakırlar. Bir konuda karar verebilmek için erkeğin iki dudağı arasından çıkacak lafı beklemekten vazgeçmezler. O kadın böyle yaparsa, kocanın evin reisliğinden vazgeçmesi ihtimali kalır mı?
Kim iktidarından
gönüllü olarak vazgeçmiş? Hangi
padişah tahtını gönüllü bırakmış? Basın,
sivil toplum kuruluşları ya da genel olarak toplum... Onlar sözde değil, özde demokrat olacaklar ki, rejim doğru dürüst işlesin; her kurum kendi sınırları içinde kalmayı öğrensin.
GÜLAY GÖKTÜRK/BUGÜN