Türkiye'nin dış politikada aldığı tavır, şimdiye kadar genelde Batı ile uyumlu olur ve
doğal olarak Batı'da takdir toplardı. Ama bu tavır, çoğunlukla Doğu'da beğenilmez ve
eleştiri alırdı. Bu yüzden bazıları, Türkiye için Batı'nın kuklası derdi.
Şimdi, bu eski günlerin mazide kaldığını görüyoruz. Çünkü bir süredir Türkiye'nin attığı adımlar, hem Batı'da hem Doğu'da aynı derecede takdir topluyor.
Bunun ilk işaretini, 1
Mart tezkeresinin reddinden sonra, o zaman
Dışişleri Bakanı olan
Abdullah Gül ile yaptığımız
Moskova ziyaretinde almıştık. Çünkü dışişleri bakanlarını pek kabul etmeyen Putin, bu âdetini Gül için bozmuş ve baş başa görüşmede Ankara'ya bakışlarının değiştiğini söylemişti. Rus lider, Moskova'nın eski Türkiye'ye bakışını da özetlemişti: Tezkerenin reddine kadar, Moskova, Türkiye'yi kendi başına karar verebilen, muhatap alınmaya değer bir aktör olarak görmüyordu. Bu olaydan sonra bakış tamamen değişmişti. Nitekim bu değişim kısa sürede politikaya yansıdı. Uzun zamanlar Rus liderlerin ziyaret trafiğinde yer almayan Türkiye'ye, Putin aynı yılda birkaç kez gelir oldu. Turizmden enerjiye
ekonomik ilişkiler adeta patladı.
Geçtiğimiz günlerde, biri Orta
doğu'da diğeri Avrupa'da yayınlanan iki gazetenin Türk dış politikasını alkışlayan yazılar yayınlaması, yeni tabloyu çok iyi anlatıyordu. Lübnan'da yayınlanan Es Sefir'deki yazının başlığı şöyleydi: "Öngörünün ve iradenin gücü: Türkiye'nin rolü neden artıyor?".
Belçika'nın saygın gazetesi Le Soir'daki başlık ise "İstikrar merkezi Türkiye, AB üyeliğine daha yakın" şeklindeydi.
Es Sefir'deki
makale, ılımlı, ilerici, dengeli, kararlı ve ulusalcı diye nitelediği Türk dış politikasının, hem elitler hem de rejimler nezdinde takdir edildiğini ifade ediyordu.
Yazar, 2002 öncesi ile sonrası arasında Türkiye'nin elindeki kartlarda bir değişiklik olmamasına rağmen dış politikada yakalanan ivmeyi şöyle açıklıyordu: "Yeni Türkiye'yi farklı kılan, kendi gerçeğini, konumunu bilmesi ve rolünü doğru oynaması... Yeni denklem şu: Dünün düşmanlarıyla yeni ilişkiler kurarken, daha önceki uluslararası ve bölgesel ittifaklardan beslenen güç unsurlarını nasıl koruyabiliriz? Denklem, güç dengelerinin sadece siyasi ya da askerî yöntemle kullanılması değildi; aksine meşru siyasî ve ekonomik hesapların yanı sıra, coğrafî, medenî, tarihî konularda Türkiye'nin hayat bölgesinin derinine inmekti. Bir yandan Türk medeniyetine ait olmak, diğer yandan
demokrasi ve insan haklarına dayalı
modern bir devlet kurmak."
Yazıda, Türkiye'nin
Mahmud Abbas'la Şimon Peres'in Ankara'da buluşturmasından, NATO üyesi olmasına rağmen
Kafkas krizinde
Rusya'yı küstürmeyen denge siyasetine; kutuplaşmanın beklendiği ortamda yaptığı
Ermenistan açılımından Sarkozy'ye rağmen Şam'daki dörtlü zirvede yer almasına kadar birçok örnek sitayişle zikrediliyordu.
Ayrıntıları farklı olsa da Le Soir'daki yazının mesajı da aynıydı.
Gürcistan krizinin, Türkiye'nin bölgesel güç olduğunu bir kez daha kanıtladığını belirten yazar şöyle diyordu: "Türkler, geleneksel etki alanı Orta
Asya dışında,
Suriye ile
İsrail arasında altıncısı başlayan dolaylı barış görüşmelerini düzenleyerek kendilerini göstermişti. Şimdi de Kafkasya'da itfaiyeci rolünü üstlenerek, Rusya, Gürcistan, Ermenistan,
Azerbaycan ve Türkiye'yi bir araya getiren bölgesel bir
işbirliği yapılanmasını hayata geçirmek istiyorlar."
Rus
Dışişleri Bakanı Lavrov'un İstanbul'da Türkiye'yi 'sorumluluk sahibi' diye övdüğünü hatırlatan yazar, Belçika Dışişleri Bakanı De Gucht'un şu sözlerine atıfla onun da Türkiye'yi alkışladığına dikkat çekti: "AB'nin bölgedeki en önemli stratejik ortağı Türkiye, Kafkasya'da anahtar rol oynayacaktır. Bundan memnuniyet duyuyorum." Türkiye'nin diplomasi için futboldan bile yararlandığını hatırlatan yazar, Genişleme Komiseri Rehn'in Avrupalılara yaptığı "Türkiye'nin önemini görmeleri" çağrısına da değiniyor ve Merkel ile Sarkozy'nin böyle bir ülkeye neden düşmanlık ettiğini anlamadığını ifade ediyordu.
Doğu ile Batı'nın ortasındaki Türkiye'ye yakışan da bu tablo değil mi? İnşallah bu hisler, New York'taki
Güvenlik Konseyi üyeliği oylamasına da yansır ve ülkemiz gergin dünyada bir barış adası oluverir.
ABDULHAMİT BİLİCİ/ZAMAN